Pergamon: Hastalık, ölüm ve şifa
M.Ö. 88 yılında Roma'ya karşı bir ayaklanmaya katılan Pergamonlular, Asklepieion'a sığınanlar da dahil olmak üzere kentteki tüm Romalıları öldürürler...
Ulrich Mania* / Wolf-Rüdiger Teegen**
Roma İmparatorluk Dönemi'nde Pergamon, şifa ve sağlık yeri olarak geniş bir üne sahipti. Bunun nedeni, Hadrianus zamanında kurulmuş olan ve imparatorluğun her yerinden ziyaretçiyi kendisine çeken Asklepios Kutsal Alanı’dır. Antik Çağ insanı, tanrının koruması ve rahiplerin yardımıyla hastalıklarından kurtulmak için buraya geliyorlardı. Kimi hastaların tedavisi haftalar ve hatta aylar sürüyordu. M.S. 2. yüzyılda yaşamış iki tanık, geriye hastalıklar, uygulanan tedaviler ve kutsal alan hakkında bilgi veren geniş kapsamlı belgeler bıraktı. Bunlardan birisi M.S. 129-200 civarında Asklepion'un yakınındaki amfitiyatroda cerrahi deneyimler edinen, aynı zamanda Roma'daki Antoninler Dönemi salgınına tanık olan ve hastalarının tedavisiyle ilgilenen 'Galenos' isimli doktordur. Bir diğeri ise Pergamon yakınlarında doğmuş ve sayısız hastalıklarından ötürü Asklepion'da uzun süre bulunmuş olan Aelius Aristides isimli bir hatiptir (M.S. 117-181). Aristides'in ‘kutsal' bilgilerinden, Asklepion'da uyku ve ardından rüya yorumlamanın önemli bir terapi yöntemi olduğu anlaşılmakta, hastalıkla ilgili terapilerin her birini rüyalar belirlemektedir. Soğuk su ve ayrıca vücudun yağlandığı “arınma ritüeli” gibi dinsel uygulamalar da hastalıkların iyileşmesinde önemli bir rol oynamaktaydı.
'SIĞINAK' YOK EDİLİNCE...
Pergamonun Roma Dönemi Asklepion'u uzun bir geçmişe sahiptir. Kent dışındaki kutsal alan, M.Ö. 4. yüzyılda, daha sonra kült ile ilgili faaliyetlerde kullanılacak olan kaynak suyunun bol olduğu bir yerde kurulmuştu. Buradaki en erken yapılar hafifçe yüksek bir kayalık üzerinde yer almaktaydı. Bu yapılar arasında, soter (kurtarıcı) adıyla anılan ve yüzyıllarca Pergamon sikkelerinde de kullanılan Tanrı Asklepios'un tapınağı bulunmaktadır. Hellenistik Dönemde, kutsal alanda hastaların rüya yorumlama için gerekli uykuya çekildikleri inkübasyon odaları da yer almaktaydı. Ancak M.Ö. 88 yılında Roma'ya karşı bir ayaklanmaya katılan Pergamonlular, Asklepieion'a sığınanlar da dahil olmak üzere kentteki tüm Romalıları öldürürler. Böylece kutsal alan, sığınmacılara dokunulmazlık sağlayan statüsünü kaybeder ve M.S. 2. yüzyıla dek 200 yıl boyunca önemini yitirmiş olarak varlığını sürdürür. Hadrianus zamanında tadilat geçiren kutsal alan, aynı zamanda genişletilmiştir. Kutsal alanın gösterişsiz kült yapılarından oluşan merkezi, artık üç tarafı İon sütunlu galerilerle çevrilidir. Beyaz mermer galeriler, mimari bir çerçeve oluşturdukları gibi, gezinti yeri, hava koşullarına karşı korunak, bağlantı yolu görevi de görmekteydiler. Aynı zamanda kutsal alandaki ziyaretçiler ya da kutsal alan görevlilerinin konakladığı veya çok sayıdaki ziyaretçinin ihtiyaçlarıyla ilgili, bugüne dek araştırılmamış mimari bakımdan daha gösterişsiz olan yapıları kamufle etmeye yaramaktaydılar.
SALGIN DALGASINDA NASIL BİR ROL OYNADI?
Yapı faaliyetleri ve günümüze ulaşan yazıtlara göre kutsal alan en parlak dönemine M.S. 2. yüzyılda erişmiştir. Aelius Aristides'in yazdıklarından, ziyaretçilerin sadece tedavi amaçlı değil aynı zamanda burada vakit geçiren Romalı seçkinler ile entelektüellerden ötürü geldikleri anlaşılmaktadır.
M.S. 165-190 civarında İmparatorluk içerisinde milyonlarca ölüme yol açan Antoninler Dönemi salgını da kutsal alanın bu en parlak zamanına rastlar. Bu döneme Roma'da tanık olan Pergamonlu Doktor Galenos'un şiddetli belirtilerinden bahsettiği ve dalgalar şeklinde ortaya çıkan bu salgın, olasılıkla “variola major” virüsünün neden olduğu çiçek hastalığıdır. Antoninler Dönemi'ndeki salgın sırasında, Antik Çağ'ın hastanesi olarak da bilinen Asklepios Kutsal Alanı, hastaların tedavisinde nasıl bir rol oynuyordu? Günümüz epidemiyoloji bilimine göre, imparatorluğun her yerinden gelen ziyaretçileriyle kutsal alan, pandemi sırasında virüsün yayılmasında bir hotspot olmalıydı. Fakat ne Galenos'un ne de salgın sırasında Asklepieion'da bulunan Aelius Aristides'in yazdıkları, kutsal alan ile ziyaretçiler ve salgın arasındaki bağlantıyı yansıtır. Bu nedenle Pergamonluların mezarlarına yönelerek, antropolojik incelemelerin Pergamon'daki Antoninler Dönemi salgınına ışık tutup tutmayacağını soruyoruz. Virüsün Pergamon'daki şiddetli etkisini kesin olarak gösterecek toplu mezar gibi bulgulara ise henüz rastlanılmadı. Fakat radyokarbon yöntemiyle M.S. 2. yüzyılın 2. yarısına tarihlenen gömülerin yoğunluğu, pandemi sırasındaki ölümlerin yüksek oranda olduğuna işaret eder.
İncelenen kemikler, Pergamon'un güneyindeki iki nekropole aittir. Güneydoğu nekropolünde sadece Roma Dönemi gömüleri, güneybatı nekropolünde ise buradaki değerlendirmeye dahil etmediğimiz Hellenistik ve Bizans gömüleri saptanmıştır. Güneydoğu nekropolündeki yaş dağılımı, mezarların üçte birinin çocuk ve 20 yaş arası gençlere ait olduğunu gösteriyor. Çocuk ve genç sayısının oran bakımından fazlalığına karşın yeni doğan ve küçük çocuk sayısı nispeten düşüktür. Aynı durum 20-40 yaş arasında da görülür, sadece 60 yaş ve üstünün sayısı daha azdır. Yaş dağılımındaki alışılmadık bu görünümün çeşitli sebepleri olabilir. Bazı yörelerde bebek ve küçük çocuklar nekropole değil, eve gömülmektedir. Ancak bu gelenek Pergamon'da henüz bilinmemektedir.
Öncelikle ikinci nekropoldeki yaş dağılımına bakalım: Buradaki yaş belirlemeleri henüz ön aşamada olup, örneklerin üçte birini kapsıyor. Buna göre sonuçlar genç yaşın oldukça az olduğunu gösterir. 20-40 yaş arası burada da ana grubu oluşturmakta iken, 40-60 yaş arası daha sık görülür. Her iki nekropolde de en iyi yaş aralığı olan 20 ile 40 yaş ağırlıktadır. Bu, Roma ve Mısırdaki yazıtların da yansıttığı Antik Çağdaki genel durumla örtüşmektedir.
PERGAMON'DA YAYGIN OLAN HASTALIKLAR
Şimdi de Antik Çağ insanının muzdarip olduğu hastalıklar ve sağlıkla ilgili diğer eksiklik ve sıkıntıları inceleyen paleopatolojiye yönelelim. Pergamon'da bugüne dek incelenen Roma Dönemi gömülerinin çoğunluğu, “sağlıklı orta tabaka”ya aittir. Bunun yanı sıra bir dizi yaygın hastalık söz konusudur. Kafataslarında ara sıra, menenjit kaynaklı olabilecek inflamasyon süreci gözlenmiştir. Burun, burun yan boşluğu ve orta kulaktaki sağlıksız değişimler de inflamasyondan kaynaklanmaktadır. Diş ve çene hastalıkları ile diş kaybı sık görülür. Stres izi denilen diş minesi ve diş kemiklerindeki deformasyonlar, beslenme yetersizliğinden çok geçirilmiş hastalıklarla ilgili olabilir. İskeletlerin geri kalanında, özellikle omurga ve eklem yerlerinde, yıpranma ve aşınma sonucu bozulmalar sıkça görülür. Genel görünüme göre, incelenen buluntularda az miktarda bulaşıcı hastalık izi dikkati çeker. Burun yan boşluğu ve orta kulaktaki inflamasyon durumunun sıkça görüldüğü kanıtlanmıştır. Bu durum, kış mevsiminde yetersiz ısınma ve mekan içindeki yoğun hava kirliliğinden kaynaklanmakta olup, her sosyal sınıfta görülmektedir. Zira yaşam alanları mangal ile ısıtılmaktaydı ve ocak ateşi yanan evlerde yetersiz havalandırma söz konusuydu. Bu durumdan ev sakinlerinin tümü, kadınlar ve çocuklar da etkilenmekte, mukozadaki hasarlar sonucu, ölüme yol açabilen enfeksiyon ortaya çıkmaktaydı.
Tüberküloz ve cüzzam gibi ciddi hastalıklar ise daha enderdi. Cüzzam, Bizans Dönemi gibi geç bir dönemde görülmekte ve kemiklerdeki değişikliklerle saptanmaktadır. Fakat tıpkı çiçek hastalığı gibi, cüzzam da DNA analizi ile daha kesin belirlenmektedir. Pergamon'da bugüne dek rastlanmamış olan osteomiyelit ise çiçek hastalığı sonrasında görülen özel bir kemik iltihabı türüdür.
Peki, Antoninler Dönemi salgınının yazılı belgelerde Pergamon'a ulaştığı öne sürülse de, kemikler üzerinde bugüne dek kanıtlanamamasının nedeni nedir? Bunun sebepleri çok çeşitli olabilir. Bugüne dek salgının çiçek hastalığı olduğu ve bilinmeyen başka bir hastalık olmadığı ortaya konmuştur. Bu konu, ilerideki DNA analizleri ile netleşecektir. Hastalığın seyri çiçek hastalığındaki gibi 22-25 gün kadar sürmekte ise de bu hastalık kemiklerde ve özellikle öldükten sonra iz bırakmamaktadır. Hastalığı geçiren çocukların dişlerinde, yukarıda sözü edilen stres izleri kalmış olabilir; fakat bu izlerin hangi hastalık sonucu oluştuğu belirlenememektedir. İncelenen M.S. 2. yüzyıl mezarlarındaki yaş profili de salgın izlerini yansıtmayabilir. Dolayısıyla Antoninler Dönemi salgınının çeyrek asırda toplam nüfusun yüzde 5'ini öldürdüğünü ve hiçbir yaş grubunun ortalamanın üzerinde etkilemediğini var sayarsak, salgın nedenli ölümleri belirlemek güçtür.
Bu durumda, Asklepieion'un salgında oynadığı rolü açıklamak için ne yapılmalıdır? Birkaç gün içinde gelişen bulaşıcı hastalığın, akut ya da cerrahi müdahale gerektiren hastalıklar gibi, Asklepion'da tedavi edilen rahatsızlıklar olmadığını kabul edebiliriz. Bunlarla ilgili tıbbi aletler, Asklepion buluntuları arasında yer almıyor. Kaynağımız Aelius Aristidesin de kutsal alanda bulunma nedeni akut bir hastalık değil, uzun zamandır çektiği birkaç kronik rahatsızlık idi. Ayrıca ziyaretçilerin çoğu, Asklepion'a hasta olarak değil, olasılıkla bir dindar olarak kısa süreliğine geliyorlardı. Belki de, kutsal cadde etrafındaki dükkanlardan, tanrıdan dilekleri için edindikleri kilden ya da işlenmiş metalden adak hediyelerini sunağa bırakıyorlardı.
Asklepion çevresindeki son araştırmalar, kutsal alanı çevreleyen yamaçlarda nekropoller olduğunu gösterdi. Nekropollerde stellerle belirtilmiş gösterişsiz mezarların yanı sıra mezar yapıları, tümülüs ve oda mezarlar da bulunmaktadır. Nekropoller, Asklepion ve çevresinden görülecek şekilde düzenlenmiştir. Bu noktada mezar sahiplerinin, kutsal alana imparatorluğun her köşesinden gelen ziyaretçiler olup olmadığı sorusu akla geliyor. Bu mezarlar, kutsal alanda şifa arayanlar üzerinde farklı bir uyarı etkisi yapmış olabilir. Mezar sahipleri arasında, Asklepion'da şifa arayan hastaların olup olmadığı, Alman Arkeoloji Enstitüsü Pergamon kazılarının ilerideki projeleriyle cevaplanabilecek ilginç bir sorudur.
* Dr., Alman Arkeoloji Enstitüsü / İstanbul
** Prof. Dr., Ludwig-Maximilians Üniversitesi, Prehistorik ve İlk Çağ Arkeolojisi ve Roma Eyaletleri Arkeolojisi Enstitüsü