Pınar Eğilmez: Edebiyat dünyasına girişim pek sıradan değildi
Pınar Eğilmez ile 'Gece Geçen Gemi' romanını konuştuk. Eğilmez, "Varoluş amacım, edebiyat üzerinden insanların kendilerine yumuşak iniş yapmalarına yoldaşlık etmek" dedi.
DUVAR - Pınar Eğilmez'in üçüncü romanı 'Gece Geçen Gemi', Karakarga Yayınları tarafından yayımlandı. Yazar, romanı yazarken amacının gece geçen gemiler üzerinden okurun kendi acısı ile temas edebilmesi ve kendi içinde bastırdığı sesleri duyabilmesi olduğunu söyledi.
Pınar Eğilmez ile 'Gece Geçen Gemi'yi konuştuk.
Dört benzemez karakterin, dört benzemez aşkını anlatan 'Gece Geçen Gemi'yi yazma fikri nasıl doğdu? Kitabın ortaya çıkış sürecinden bahseder misiniz?
Romandaki karakterler, romanın kendisinden daha eski. 'Gece Geçen Gemi', benim üçüncü romanım ama Hikmet, Füsun ve Arif Dede karakterleri, benim ilk romanımdan beri kurgu dünyasında yaşıyorlar. 'Gece Geçen Gemi' ile onları, hayatlarının başka bir dönemine taşıdım. Karakterlerim, kitaplarımın arasında gezinse de üç romanımın üçünün de kendi içlerinde kurgu bütünlüğüne sahip olduklarını belirtmek isterim. Okur, istediğini istediği sıradan yahut sadece birini okuyabilir.
'Gece Geçen Gemi'yi yazmak için üretim hayatıma sağlam bir ara verdiğimi söyleyebilirim. İlk iki romanım, zihnimde bir kaçak oluşmuşçasına hatta benim hayat planlarımdan bağımsız, birer yıl arayla peş peşe çıktılar. Bir diğer deyişle ilk iki romanım, başıma geldi diyebilirim. Çok da sevildiler. Benim için kıymetli insanlardan "Bu önümüzdeki şey, iyi edebiyat" övgüsü aldım. Sonu başarı ve tatmin de olsa kolay kolay kendini akışa bırakamayan ve çeşitli obsesyonları olan Pınar’a, bu kitaplarının neredeyse kendinden bağımsız başarısı enteresan bir şekilde iyi gelmedi. Bir durdum. Yani dile kolay altı yıl durdum. Durmalara doyamadım. Bu duraklama değil, yekten durma dönemime geri dönüp baktığımda bir yazar olduğum gerçeği ve bunun sorumluluğunu hazmetmeye çalıştığımı görüyorum. Çünkü benim edebiyat dünyasına girişim pek sıradan değildi. Yani şöyle değildi; bir genç kadın var, çocukluğundan beri yazar, dergilere öyküler gönderir, ilk roman denemesini beğenmez çöpe atar ama ikincisinde cesaret bulur ve bir editörle paylaşır, hayalleri ve hedefleri vardır ve sonunda bunları adım adım gerçekleştirir. Hayır, ben hayatımın bir döneminde acıdan geberiyordum, yazmak üzerine hiçbir hayalim yokken, biraz kendimi unutabilmek için bir kurgu evreni yarattım, orada serinlerken yazar hem de sağlam bir yazar olduğum gerçeği ile karşılaştım. Bir de kolumdan tutup beni orta yere attılar. Dediler, "Evet, öylesin". Elim ayağım birbirine karıştı. Bu nasıl hikaye derseniz, evet böyle, benim hikayem de bu. Çünkü bazen, bazı insanlar yeteneklerini öz-sabotaj denecek ölçüde bastırırlar. Çeşitli sebepleri vardır.
Sorunuza dönecek olursak, 'Gece Geçen Gemi'; tüm olan biteni hazmetme, sorumluluk alma ve bu sefer bir yaratım patlamasından ziyade anlatmak istediğim derde hakim olarak, ipleri elime alarak geri dönme dönemime denk geldi. Bu bağlamda bu roman, benim için çok kıymetlidir. Çünkü psikolojik ihtiyaç ve kabiliyetin ötesinde ben de aktif olarak, özenle buradayım.
'AMACIM GECE GEÇEN GEMİLER ÜZERİNDEN OKURUN KENDİ ACISI İLE TEMAS EDEBİLMESİ'
Kitapta bir çöküş öyküsünü, travmaları, aşkı ve biraz da ziyan olmayı kapsayan bir hikaye bekliyor okuyucuyu. Bu kitap ile sizin vermek istediğiniz temel mesajlar neydi?
Kitapta dış çeperden merkeze doğru her katmanın kendi mesajına işaret ettiğini söyleyebilirim. Ama manyetik alanın en yoğun olduğu çekirdeğe indiğimizde "Ziyan olmak nedir?" soru cümlesi, kendi etrafında çılgınca dönüp duruyor galiba.
Kitapta şöyle bir cümle geçiyor: "Hiçbir şey uzun süre görmezden gelinen acılardan daha güçlü değildir." Bu romanda, bireysel acılar ve gözlemci olarak toplumun rolü üzerine durdum. Biz toplum olarak binlerce acı üzerinden algımıza ve bilgimize sunulan tek bir acıya tepki göstermekte çok başarılıyız. Örneğin sabah uyandığımızda, medyada kıyıya vurmuş bir mülteci çocuk cesedi gördüğümüzde çok üzülüyor, bu işlerin bu hale gelmesinin altındaki dinamikleri tartışıyor, gönderiler altında birbirimizle kavga ediyor, belki o gün neşeli bir şey yapmıyor, yaptıysak paylaşmıyoruz. İyi ve çevresine duyarlı bir insan olmanın tüm gereklerini yerine getirip deşarj oluyoruz. Gece yatıp uyuyoruz. Ve biz uyurken onlarca ceset yine kıyılara vuruyor, yüzlerce çocuk öldürülüyor, istismar ediliyor, çok kötü şeyler olmaya devam ediyor. Biz görmediysek yoklar mı? Hayır, varlardı. Ama biz acıların bir tekine bu sabah bütün vicdanımızı akıttık. Gereğini yaptık. Kimin için? Kendimiz için. Süregelen iç huzursuzluğumuzu, tepki vermenin yatıştırıcı etkisiyle bir süreliğine susturabilmek için.
Şunu demek istiyorum: Tekil olaylar üzerinden tepki vererek yatışabilmek, bizi genel çerçeveye körleştiriyor. Bir gözlemciden yoksun, kendi öznel acılarının içinde yitip giden herkes, bizler uyurken gece geçen birer gemi. Ben bu kurgu evreninde bu sefer, gece geçen gemileri okurun algısına sundum. Ama bunu yaparken amacım asla "Al bak, görmediklerini de gör, bunlara da üzül, bunlara da tepki ver" değil. Amacım, gece geçen gemiler üzerinden okurun kendi acısı ile temas edebilmesi. Kendi içinde bastırdığı sesleri duyabilmesi. Çoğumuzun hayatı kendimizden kaçmakla geçiyor. Kaçtığımızı bile bilmeden. Oysa kendinden kaçmakla kendine koşmak aynı şey. Ben çok hazırlıksız çarpıştım kendimle. Kafam gözüm dağıldı. Şimdi ise varoluş amacım, edebiyat üzerinden insanların kendilerine yumuşak iniş yapmalarına yoldaşlık etmek.
Psiko-kurgu olarak tanımladığınız bu anlatım dili, romanın klasik bir aşk öyküsünden bağımsız olarak yazın dünyasında ayrı bir yere konumlandırıyor. Psiko-kurgunun bu hikayeyi farklılaştırdığını söyleyebilir miyiz? Sizce bu dil, okuyucuda nasıl bir duygu uyandırıyor?
Bir okur olarak, okurken durup bir süre tavana bakmama sebep olan metinleri okumayı seviyorum. Yani bir kalakalmalıyım. Peki ne zaman kalakalırız? Metinde, içimizde de karşılığı olan ve farkında olmadığımız bir şeyle karşılaştığımızda. Ya da içimizde ne zamandır havada asılı bekleyen bir soru, okuduğumuz kurgu metin üzerinden şak diye cevaplandığında. Ya da zihnimizde düzgün çalışmayan bir aplikasyon misali bir huzursuzluk, okuduğumuz hikayenin bir cümlesi ile anlam bulduğunda. Nihayet ifade edemediğimiz şeyleri, ifade edebilir hale geldiğimizde.
Okumayı sevdiğim yapıda ve güçte şeyler yazmayı seviyorum. Okur, romanımı okuyup bitirdiğinde tamamen kendisi ile ilgili bir sebepten heyecan duyuyorsa, rahatlamışsa, bir karar vermiş veya huzura kavuşmuşsa başardım demektir. Çünkü iyileşmenin ilk adımı, kendinle temas. Sonra kim, nerede, nasıl iyileşir bilemem. Dilerim uzman ellerde, iyi insanlarla karşılaşarak iyileşsin herkes. Benim amacım kurgu üreterek kendimi anlamak ve kendini anlamak isteyen insanlara kurgu yoluyla yoldaşlık etmek.
Karakterlerimizden Hikmet, çocukluğunda yaşadığı travmaların izlerini taşıyan ve kendini Mehmet (Arif Dede) sayesinde bulan bir genç. Diğer yandan Füsun ile Jihan da aşklarını özgürce yaşamak isterken toplumsal birtakım dayatmalara çarpan kadınlar… Her biri ayrı bir kitap konusu olan bu karakterlerin birinin hayatını yazacak olsanız önceliği hangisine verirdiniz?
Aslında Füsun ve Jihan, hayatlarını özgürce yaşamak konusunda bahsettiğiniz toplumsal birtakım dayatmalardan oldukça azade karakterler. Hatta ikisi de üstün oldukları ve eksik oldukları yanlarıyla ne iseler o şekilde hayatlarını tam gaz yaşamak ve toplumsal dayatmalarla dolu, yoğun akıcı bir trafik içinde makas atarak ilerlemekte yetenekli kadın karakterler. Yazacak olsaydım Jihan’nın solo romanını yazardım. Çünkü o benim yeni ve olgunluk dönemi karakterim. Ama yazacağımı sanmıyorum. Bu üç roman, üçleme olarak burada toparlanır.
'Gece Geçen Gemi' ile şimdiye dek okuyuculardan nasıl tepkiler aldınız?
Henüz çok yeni raflarda. Ama en çok aldığım tepkiler çok sürükleyici olduğu, ters köşeleri tahmin edememiş oldukları, onlara bir oradan bir buradan vurmuş olduğum (iyi anlamda), karakterlerle kurdukları bağlar ve bu kitabı yazdığım için çok çok teşekkürler…
'YENİ BİR HİKAYEDE GÖRÜŞMEK ÜZERE'
Son olarak yakın dönem projelerinizle ilgili neler söylemek istersiniz?
Bu sefer bir önceki gibi uzun bir ara vermem gibi geliyor. Yepyeni bir hikayede görüşmek üzere.