Platon demokrasiye neden karşıydı?
Platon genç yaşta içinde yaşadığı toplumun dönüşümlere tanık olmuştu. Bu deneyimin Platon’da büyük bir hayal kırıklığı yarattığını söylemek yanlış olmaz.
Hakan Yücefer*
Platon demokrasi düşmanı bir filozof muydu? Bu soruya evet ya da hayır diye net bir karşılık vermek zorunda olsaydık çoğumuzun vereceği yanıt büyük olasılıkla Karl R. Popper’in 'Açık Toplum ve Düşmanları’nda söylediklerinden farklı olmazdı. Popper İkinci Dünya Savaşı sırasında kaleme aldığı, 1945’te yayımlanan meşhur kitabının 'Platon’un Büyüsü' başlıklı ilk cildinde Platon’u yalnızca bir demokrasi karşıtı olarak görmez, onu aynı zamanda totalitarizmin öncü kuramcısı, çoğulculuk ve bireycilik düşmanı, özcü, ütopyacı, ırkçı bir filozof olmakla suçlar. Platon Atina demokrasisini yıkmak, yerine devleti filozofların -belki de kendisinin- yöneteceği yeni bir politik rejim geçirmek ister.
Bu “ideal” rejimde, halk filozof-kralın buyruklarına koşulsuzca itaat edecek, çocuklara anlatılacak masalların nasıl olması gerektiğinden kimin kiminle ne zaman cinsel ilişkiye gireceğine kadar hayatın her alanını devletin belirlemesine izin verecektir. Platon’un devletin birliğini güvenceye almak üzere bulduğu çözüm, halkı ortadan kaldırmak ve bütün iktidarı gerektiğinde “soylu yalanlara” başvurmaktan ya da zor kullanmaktan çekinmeyecek filozoflardan oluşan bir elite devretmektir.
Peki Platon’un metinlerinde, özellikle de 'Devlet' diyalogunda bulduğumuz şey Popper’in iddia ettiği gibi 20. yüzyılın totaliter rejimlerinin bir taslağı ve dolaylı felsefi savunusundan ibaretse, neden bugün Platon’u okumayı sürdürüyoruz? Popper bu tuhaf durumu "Platon’un büyüsü" dediği şeyle açıklar. Platon çoğu zaman demokrasiye ya da açık toplumun özgürlükçü ortamına doğrudan saldırmamış, gerçek niyetlerini felsefi argümanların ardına gizlemiştir. Örneğin, demokrasiye karşı değil tiranlığa karşı filozofların yönetimini savunmuş, bireyciliğe karşı değil bencilliğe karşı ideal devletin birliğini vurgulamıştır. Böylece düşüncesinin totaliter eğilimlerini okurlardan saklamış, dolambaçlı argümanlarla bu eğilimlerin üzerini örtmüştür. Popper’in Platon okumasının nihai hedefi işte bu büyüyü bozmak, Platon’un maskesini düşürmektir.
PLATON'UN HAYAL KIRIKLIĞI
"Platon’un büyüsü" fikri filozofun gizli niyetlerine ilişkin, ancak kısmen metinlere dayandırılabilecek bir varsayımdır elbette. Popper’in yaptığı gibi niyet okumakla yetinmeyip Platonculuğun genel stratejisinin neden demokrasiyi doğrudan değil de dolaylı yollardan eleştirmeye dayandığını anlamak istiyorsak, Platon’un kendisine dönmemiz gerekir.
O halde Platon’un yaşam öyküsüyle başlayalım. Platon genç yaşta içinde yaşadığı toplumun hızlı biçimde bir politik rejimden diğerine; önce demokrasiden oligarşiye, ardından oligarşiden demokrasiye geçişine ve bunun doğurduğu yıkıcı dönüşümlere tanık olmuştu. Bu deneyimin Platon’da büyük bir hayal kırıklığı yarattığını ve onu aktif politik yaşamın dışına sürükleyip olup bitenler karşısında seyirci konumuna indirgediğini söylemek yanlış olmaz. Biyografik ve tarihsel verileri anımsayalım. MÖ 428 ya da 427’de doğan Platon, köklü bir Atinalı ailenin mensubuydu ve akrabaları arasında etkili politikacılar vardı. Yani uygun yaşa geldiğinde politikaya atılması için her şey hazırdı. 'Yedinci Mektup’ta yazılanlara inanacak olursak Platon’un kendisi de gençliğinde politik hayata girmeye hevesliydi. Bu koşullarda, Atina’nın Peloponnesos Savaşı’nın sonunda ağır bir yenilgi almasının ardından kurulan Otuzlar yönetimi, genç Platon için iyi bir fırsattı çünkü akrabaları Kritias ve Kharmides de yönetimde yer alıyordu. Ama Platon kısa sürede bunun tam bir zorbalık rejimi olduğunun farkına vardı ve Otuzlar yönetimine destek vermedi. Diğer taraftan, MÖ 403’te Atina demokrasiye döndüğünde Platon eski rejimi sevinçle karşıladıysa da hocası Sokrates’in 399 yılında demokratlar tarafından ölüme mahkum edilmesi ona ikinci büyük hayal kırıklığını yaşattı.
Bu hayal kırıklıklarının ardından Platon felsefeye yönelecek, çoğu zaman merkezinde Sokrates’in yer aldığı felsefi diyaloglar yazacaktır. Ama Platon için felsefe, politikanın terk edilmesi değil, politik problemlerin yeni bir düzlemde ele alınmasıdır. Bu yeni düzlemde Platon’un önereceği çözüm ise hepimizin bildiği gibi düşünceyle eylemi buluşturmaktan geçecek, yöneticilerin filozof ya da filozofların yönetici olmasına dayanacaktır:
Sonunda anladım ki şu anda var olan şehir devletlerinin hepsi toptan kötü bir politik rejimle yönetilmektedir […], düzgün felsefeyi överek söylemek zorundayım ki hem devlet işlerinde hem özel işlerde adil olan her şeyi felsefe sayesinde ayırt ederiz, dolayısıyla düzgün biçimde ve gerçekten felsefe yapan türden kişiler devlet işlerinin başına geçmedikçe ya da şehir devletlerinde iktidarı elinde tutanlar ilahi bir yazgıyla gerçekten felsefeyle ilgilenmedikçe insan soyunun kötülüklerinin sonu gelmeyecek (Yedinci Mektup, 326 a-b, çeviri: Hakan Yücefer).
PLATON'UN AKIL YÜRÜTMESİ
Yöneticilerin filozof ya da filozofların yönetici olmaları gerektiği fikri, 'Devlet' diyaloğunun da temel fikridir. Diyaloğun ortalarına doğru, Sokrates ağzındaki baklayı çıkarır ve 'Yedinci Mektup’takine çok benzer ifadelerle filozof-kral fikrini savunur:
“Filozoflar, dedim, şehir devletlerinde kral olmadıkça ya da bugün kral ve hükümdar diye adlandırılanlar sahiden ve gerektiği gibi felsefeyle uğraşmadıkça, böylece politik güçle felsefe birbirine kavuşmadıkça, bugün ikisinden birine ayrı olarak yönelen çeşitli doğada insanlar zorla durdurulmadıkça, sevgili Glaukon, şehir devletlerindeki ve sanıyorum insan soyundaki kötülüklerin sonu gelmeyecek” (Devlet, V, 473 c-d, çeviri: Hakan Yücefer).
Ama bu kez filozof-kral ya da filozof-yönetici fikri 'Yedinci Mektup’taki gibi yaşam öyküsel bir çerçevede öne sürülmekle kalmaz, felsefi bir akıl yürütmeyle gerekçelendirilir. Devlet’in bütününe yayılan bu karmaşık akıl yürütmeyi basitleştirerek, beş öncülden ve bir sonuç önermesinden oluşan altı adımlı bir çıkarıma dönüştürebiliriz.
1) Politika bilgiye dayalı bir tekniktir.
2) Bütün politik problemlerin kaynağı bilgisizliktir. Bilgisizlik durumunda insanlar kör arzularla hareket ederler ve sürekli anlaşmazlığa düşerler.
3) Filozof, özlerin (ya da ideaların) bilgisine sahip kişidir.
4) Filozof, bu bilgisi sayesinde kendi ruhunda aklı egemen kılabilir ve aklın yol göstericiliğinde arzularını denetleyebilir.
5) Ruhun erdemleriyle devletin erdemleri aynıdır.
6) Filozoflar yönetici olduklarında ya da yöneticiler felsefeyle gerçekten ilgilendiklerinde bütün politik problemler çözülür, kötülükler ortadan kalkar.
Bu akıl yürütme doğrudan demokrasiyi hedef almaz. Yönetim biçimlerine ilişkin geleneksel sınıflandırmalar yönetime katılanların sayısına odaklanarak monarşi, oligarşi ve demokrasiyi üç temel politik rejim olarak sunarlar. Oysa Platon için yöneticilerin sayısı değil bilgi sahibi olup olmadıkları belirleyicidir. Eğer bütün politik problemlerin kaynağı bilgisizlik ise, çözüm ancak bilgi sahibi olan filozofların devleti yönetmesi ya da devleti yönetenlerin gerçekten felsefeyle ilgilenmesi olacaktır. İdeal durumda, filozoflar kendi ruhlarında aklı egemen kıldıkları gibi devlette de aklı egemen kılacaklar, bu sayede kötülükler ortadan kalkacak, devlet erdemli, kusursuz ve mutlu olacaktır. Devleti tek bir kişinin mi, bir grubun mu, bütün bir halkın mı yönettiği önemsizdir. Platon’un asıl karşı çıktığı şey demokrasi değil bilgiye dayalı olmayan yönetimlerdir.
PLATON'UN SINIFLANDIRMASI
Platon’un akıl yürütmesi doğrudan demokrasiyi hedef almasa da dolaylı bir demokrasi eleştirisini zorunlu olarak içerir. Bu dolaylı eleştirinin neye benzediğini görmek için Platon’un yönetim biçimlerini nasıl sınıflandırdığına bakabiliriz. Devlet diyaloğunun VIII. ve IX. kitaplarında, kusurlu ya da bozuk yönetim biçimleri tarihsel bir çöküş anlatısı çerçevesinde iyiden kötüye doğru sıralanır. Bu anlatının çıkış noktası tek bir filozofun ya da filozoflardan oluşan bir azınlığın yönetimde olduğu ideal devlettir. İlk bozulma bilgeliğin yerini şan şeref isteğinin ve askerce erdemlerin almasıyla olur ve Platon’un "timokrasi" adını verdiği yönetim biçimi ortaya çıkar. Zenginleşme arzusunun ağır basmasıyla ikinci bozulma gerçekleşir ve bir zenginler oligarşisi -Platon bu adlandırmayı kullanmasa da bir "plütokrasi"- ortaya çıkar. Bu oligarşinin zengin-yoksul ayrımını derinleştirmesiyle eşitlik ve özgürlük arzusu gitgide güçlenir, sonunda halkın ayaklanmasıyla plütokrasi yerini demokrasiye bırakır. Demokratik çoğulculuğun yarattığı kargaşa ise bozuk yönetim biçimlerinin en kötüsü olan tiranlığı doğurur. Demokrasi en kötü yönetim biçimi değildir ama en kötü yönetim biçimine götürecek olan koşulları içinde barındıran rejimdir.
Platon’un başka metinlerinde de benzer sınıflandırmalarla karşılaşırız. Örneğin Devlet Adamı diyaloğuna bakacak olursak, monarşi ve oligarşi, felsefeyle politik iktidarın buluşabileceği rejimlerdir. İki tür monarşi vardır: Yöneticinin yasalara, akla ve bilgiye dayanarak toplumsal yaşamı düzenlediği "krallık" ya da aklı, bilgiyi, yasaları hiçe sayarak kendi arzuları doğrultusunda halkı köleleştirdiği "tiranlık". Aynı şekilde iki tür oligarşi vardır: Yöneticilerin yine yasalara, akla ve bilgiye dayanarak toplumsal yaşamı düzenlediği "aristokrasi" ya da yasaları kendi arzuları doğrultusunda çarpıtarak ülkeyi yönettikleri bozuk oligarşik rejimler. Yani şan şeref isteğinin bilginin önüne geçtiği "timokrasi" ya da zenginleşme arzusunun bilginin önüne geçtiği "plütokrasi". Oysa iki tür demokrasi yoktur, çünkü bütün halkın felsefeyle ilgilenmesi, bütün halkın ruhunda aklı egemen kılması Platon’a göre olanaksızdır. Demokrasi bütün halkın yönetime katılmasını gerektirdiği ölçüde, ister istemez bilgelikten uzak ve kargaşalara, çalkantılara açık, rastlantısal bir rejim olacaktır. O halde, demokrasi felsefeyle politik iktidarın buluşmasının önünde büyük bir engeldir ama bilgelikten uzak yönetimlerin içinde de en iyisidir. Çünkü demokratik çoğulculuk toplumun iyi yönde de kötü yönde de büyük değişimler geçirmesine izin vermez. Bir başka deyişle, demokrasi “kötünün iyisi” bir rejimdir, bilgelikten uzak bir monarşiden ya da oligarşiden görece üstündür ama bilgiye dayalı bir monarşi ya da oligarşinin kurulmasının önünde de engeldir.
PLATON'UN BETİMLEMESİ
Peki, Platon demokrasiden söz ederken tam olarak nasıl bir rejim tasarlamaktadır? Demokrasiye ilişkin en ayrıntılı betimlemeleri yine Devlet diyaloğunda özellikle VIII. kitapta buluruz. Ama Platon’un canlı benzetmelerle ve alaycı betimlemelerle resmettiği şey politik bir örgütlenmeden çok bir yaşam biçimidir. Bunun nedeni demokratik yaşam biçiminin örgütlenmeye izin vermeyen bir dağınıklık sergilemesi, demokrasinin tam anlamıyla bir politik rejim bile sayılamayacak olmasıdır. Demokrasi kaptansız bir gemi gibidir. Bilgi sahibi olan gerçek kaptana kimse kulak asmaz iken herkes geminin yönetimini ele geçirmek için birbiriyle yarışır (Devlet, VI, 488 a-e). Demokrasi görünüşte politik rejimlerin en güzelidir çünkü kimse kimseyi zorlamaz, herkes istediği gibi yaşamakta ve dilediğini yapmakta özgürdür. Bütün toplumsal hiyerarşiler ortadan kalkmıştır; yönetenle yönetilen, babayla oğul, yerliyle yabancı, yaşlıyla genç, öğretmenle öğrenci, erkekle kadın, efendiyle köle, hatta insanla hayvan arasındaki sınırlar silinmiştir. Bu radikal özgürlük durumunda demokratik insanın davranışlarını belirleyen tek etken arzularıdır ama diğer bozuk yönetim biçimlerinin aksine, demokraside insanlar tek bir arzunun, örneğin şan şeref ya da zenginleşme arzusunun peşinden gitmezler. Serbest kalmış sayısız arzu arasında bocalayıp dururlar. Demokratik insan sürekli yeni şeyler arzulayan, bir gün felsefeyle ilgilenirken ertesi gün tembellik eden ya da başka konulara merak salan, bir gün yiyip içerken ertesi gün perhiz yapan insandır….
Platon’un böyle karikatürleştirerek resmettiği ve eleştirdiği yaşam biçimi elbette kadınları, köleleri ve yabancıları vatandaş saymayan, dolayısıyla hiç de özgürlükçü ve eşitlikçi olmayan Atina demokrasisine ait değildir. Platon hiçbir yerde var olmayan radikal bir demokrasi tasarlıyor ve eleştirilerini varsayımsal bir tasarıma yöneltiyor gibidir. Bu varsayımsal demokrasinin sorunu, barındırdığı kararsızlık, bocalama ve kargaşanın sonunda kaçınılmaz olarak tiranlığa götürecek olması değildir yalnızca. Platon’a göre, demokratik varoluş doğası gereği felsefe karşıtıdır. Felsefeyi yasakladığı için değil, felsefe dahil her şeye izin verdiği için. Demokrasi yasaklayarak değil serbest bırakarak felsefe yapma olanağını ortadan kaldırır. Eğitim için gerekli olan asgari hiyerarşi yıkıldığında geriye sadece aklın denetiminden kurtulmuş arzular kalır. Platon için adalet aklın rehberliğinde her şeyin yerli yerinde olması, herkesin kendi işini yapmasıdır, oysa demokraside herkes her yerdedir. Herkes kendi hayatının efendisi olduğu yanılsamasına kapılmış, aklını arzulara teslim etmiş, filozofun yol göstericiliğine ihtiyaç duymaz olmuştur. Filozofun eğitimi için gerekli koşulların ortadan kalktığı, kimsenin filozofa ihtiyaç duymadığı, zorunlu ve zorunsuz bütün arzuların serbest kaldığı bu ortamdan ideal devlete geçiş imkânsız görünmektedir
PLATON'UN ÖNCÜLLERİ
Platon’un yönetim biçimlerini nasıl sınıflandırdığını ve demokrasinin en radikal versiyonunu nasıl betimlediğini gördükten sonra, şimdi Platoncu akıl yürütmeye dönüp filozofların yönetici ya da yöneticilerin filozof olması gerektiği sonucuna götüren öncülleri gözden geçirebiliriz. Platon’un akıl yürütmesindeki ilk iki öncül politik alanla, sonraki iki öncül filozofla, beşinci öncül de ruh ve devlet arasındaki ilişkiyle ilgilidir. Platon bu beş öncülü farklı diyaloglarında tartışmış, özellikle Devlet diyaloğunda bunları bir araya getirmiştir.
Kuşkusuz, politika Platon’un iddia ettiği gibi bilgiye dayalı bir teknikten ibaretse demokrasi ancak kötünün iyisi bir rejim olabilir. Politikanın hakikatini elinde tutan ve herkes için en iyi olanın ne olduğunu zaten bilen filozofun devleti yönetmesi, yani felsefi bir krallık ya da aristokrasinin kurulması bütün politik problemlerin çözümü olacaktır. Dolayısıyla bugün kendisine demokrat diyen biri Platon’un ilk iki öncülünü reddetmek zorundadır. Politika bilgiye dayalı bir teknik olamaz, çünkü ortak yaşamın en iyi şekilde nasıl örgütleneceğine ilişkin önceden verili bir bilgi yoktur. Bir piyanistin piyano çalmayı, bir doktorun hastaları iyileştirmeyi öğrenmesi gibi devleti yönetmeyi öğrenmek mümkün değildir. Ortak yaşam teknik bir bilginin konusu değil, bitimsiz bir deneyim alanıdır. Öte yandan, bu deneyim alanının nasıl örgütleneceğine ilişkin bir bilginin önceden verili olmaması insanların kör arzularla hareket etmesini ve sürekli anlaşmazlığa düşmesini gerektirmez. Demokrasi hakikatin olmadığı yerde geçici uzlaşmalar sağlamak, uzlaşmanın sağlanamadığı durumlarda bile çatışmaya düşmemektir. Demokrasi tartışmalarının odağında yer alan ama Platon’un hiçbir zaman ilgi duymadığı güçler ayrılığı, hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü, temsil problemi gibi konular tam da hakikatin yokluğunda ortak yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayan mekanizmalara ilişkindir.
Filozofa ilişkin üçüncü ve dördüncü öncüllerin Platon tarafından bile tam olarak kabul edilip edilmediği tartışmalıdır. Filozof, özlerin ya da ideaların bilgisine sahip kişi midir gerçekten, yoksa bütün hayatını asla ulaşamayacağı bir bilgiye adamış olan kişi midir? Filozof bilge midir yoksa bilgeliği arzulayan ve ona yönelen bir bilgi aşığı mıdır sadece? Devlet diyaloğunda, Sokrates ruhun ve devletin dört büyük erdemini (bilgelik, cesaret, ölçülülük, adalet) tanımlar. Ama bu dört erdemin ve diğer tüm erdemlerin temelinde yer alan iyi ideasının ne olduğunu söylemez. İyi ideasının ne olduğu ancak metaforlar ve analojilerle, güneş, çizgi ve mağara benzetmeleriyle okura hissettirilir. Bazı önde gelen Platon okurları, örneğin Leo Strauss, Devlet’in sadece politik bir ütopya değil, aynı zamanda felsefi bir ütopya barındırdığını, felsefi ütopyanın yani hakikate ya da bilgeliğe ulaşma hedefinin olanaksızlığının politik ütopyayı -ideal devletin kurulmasını- da olanaksız hale getirdiğini düşünürler.
Hakikate ulaşmak mümkün olsun ya da olmasın her durumda, Platon’un politik tasarısının geçerliliğini koruyabilmesi için felsefenin hakikatinin aynı zamanda politikanın hakikati olması gerekir. Bunu sağlayan teorik hamle ruhun erdemleriyle devletin erdemleri arasında koşutluk kuran beşinci öncüldür. Filozof hakikate ulaştığında yalnızca kendi ruhunda aklı egemen
kılarak erdemli ve mutlu bir hayat sürmeyecek, aynı zamanda onun aklı devletin de aklı olacaktır, çünkü ruhun ve devletin yapısı birbirine benzerdir. Sokrates Devlet’in ikinci kitabında, ruhla devlet arasında yapısal bir benzerlik olduğu fikrini herhangi bir gerekçe öne sürmeksizin kabul eder. Ruh üç parçadan, akıldan, yürekten ve arzulayan kısımdan oluşur; aynı şekilde
devlet de yöneticiler, askerler ve üreticilerden oluşur. Bilgelik aklın erdemi olduğu gibi devleti yönetenlerin de erdemi, cesaret yüreğin erdemi olduğu gibi askerlerin de erdemi, ölçülülük, arzulayan kısmın erdemi olduğu gibi üreticilerin de erdemidir. Adalet ise hem ruhun parçalarının hem devleti oluşturan sınıfların kendi üzerine düşen işleri yapması, her parçanın ve sınıfın yerini bilmesidir. Oysa demokrasi taraftarı bir yaklaşım, devletle organizma ya da herhangi bir ruh sahibi canlı varlık arasında benzerlik kurulabileceği fikrini baştan reddeder. Çünkü devleti canlı bir organizma gibi düşünmek her bireyi organizma içindeki işlevine indirgemek anlamına gelecektir. Toplumu oluşturan bireyler bir organizmanın işlevsel parçaları ya da bileşenleri gibi değil, ortak bir yaşam deneyimini paylaşan bağımsız, indirgenemez, birbirlerinin yerine geçemeyecek, yerleri ve işleri önceden belirlenemeyecek varlıklar olarak kavranmalıdır. Platon’un beşinci öncülünün reddi demokrasiden yana olmanın ilk adımı gibidir.
O halde, demokratik eğilimlere sahip bir okur Platon’un akıl yürütmesindeki en az üç öncülü (birinci, ikinci ve beşinci öncülleri) kabul etmeyecek, dolayısıyla politik problemlerin çözümünü Platon’un yaptığı gibi filozofların yönetici olmasında aramayacaktır.
PLATON'UN BOYUTLARI
Görünen o ki Platon’un demokrasiyi doğrudan değil dolaylı yollardan eleştirmesi ve eleştirisini burada ayrıntılarını ele alamayacağımız karmaşıklıkta argümanlara dayandırması, Popper’in öne sürdüğü gibi bizi “büyülemek” istemesinden kaynaklanmıyor. Platon politikanın ve felsefenin ne olduğuna, bunlar arasındaki ilişkinin nasıl anlaşılması gerektiğine ilişkin bir dizi öncüle dayanan felsefi bir akıl yürütmenin sonucu olarak demokrasiye karşı çıkıyor.
Bugün bu akıl yürütmeyi ikna edici bulmuyor olabiliriz. Platon’un yönetim biçimlerini sınıflandırma tarzını benimsemiyor, demokrasi betimlemesini paylaşmıyor da olabiliriz. Yine de büyük bir ilgiyle Platon okumayı sürdürüyoruz. Neden? Çoğu zaman düşüncelerine katılmadığımız halde Platon’a felsefe tarihçiliğinin ya da salt akademik ilgilerin ötesinde felsefi bir merakla yaklaşmaktan vazgeçmememizin sebebi belki de Platon’un felsefe yapma tarzında saklı. Platon felsefi incelemeler kaleme alıp fikirlerini dogmatik bir biçimde ortaya koyarak değil, felsefe tarihinde eşi benzeri olmayan, güçlü dramatik unsurlarla dolu, canlı, çoksesli diyaloglar yazarak düşünen bir filozof. Diyaloglar arasında bağlantılar ve yankılanmalar olsa da her bir diyalog farklı karakterleri karşı karşıya getirerek yeni bir tartışma başlatıyor ve bağımsız bir düşünme deneyimi sunuyor. Ele alınan konular, anlatılan öyküler, art arda sıralanan argümanlar ve çürütmeler diyaloğun baş konuşmacısının (Sokrates) savunuyor göründüğü fikirlerin çok ötesinde bir zenginlik taşıyor. Başka bir deyişle, Platon felsefesinin boyutları savunulan tezlerden çok daha geniş. Devlet’i, Devlet Adamı’nı ya da Yasalar’ı Platon’un tezlerinin belki hiçbirini benimsemeden, diyaloğa dahil olup kendi argümanlarımızı geliştirerek, tartışmanın odak noktalarını kaydırarak, bir felsefe metninin yorumlanışını felsefe yapma etkinliğine dönüştürerek okumamız her zaman olanaklı. Platon’un büyüsü değil gücü işte bu olanaktan geliyor.
*Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü Dr. Öğr.