Tanrıkulu: Kışanak'ın gözaltısı 'dikkat edin' mesajı
Gültan Kışanak ve Fırat Anlı'nın gözaltına alınmasını değerlendiren CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, "Kışanak'ı 10 metre ötedeki adliyeye çağırmak yerine Darbe Komisyonu'na verdiği beyandan sonra gözaltına almak tesadüf değildir. 'Komisyona gelecekler dikkat edin!' anlamına gelir" dedi. Tanrıkulu darbe girişimi sonrası yargı ve güvenlik uygulamalarına da eleştiriler getirdi.
ANKARA - CHP İstanbul Milletvekili ve Parti Meclisi üyesi Sezgin Tanrıkulu kamuoyunun hukukçu kimliğiyle tanıdığı bir siyasetçi. Hak ihlalleriyle tutuklu gazeteci ve yazarların davalarıyla yakından ilgilenen Tanrıkulu, Meclis Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'nun da üyesi. Tanrıkulu, sadece yazılı basının izlemesine izin verilen komisyonda periscope üzerinden canlı yayın yaparak orada konuşulanları herkesin takip etmesini sağlıyor. Sezgin Tanrıkulu'nun Duvar'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
KIŞANAK'I GÖZALTINA ALMAK, KOMİSYONA GELECEKLERE MESAJ: Diyarbakır Büyükşehir'in seçilmiş başkanlarını, haklarındaki 2-3 yıl öncesine dayanan iddialar nedeniyle belediye binasına 10 metre ötedeki adliyeye çağırmak yerine Darbe Komisyonu'na verdiği beyandan sonra gözaltına almak tesadüf değildir. Bana göre bu, 'komisyona gelecekler dikkat edin!' anlamına gelir. Şekil ve öz açısından son derece yanlıştır! Seçilmiş bir büyükşehir belediye başkanının OHAL'i ileri sürerek ve bunu herkese uygulama mecburiyeti yokken 5 günlük kısıtlama kararı verilmesi (avukatlarıyla görüştürmeme) ve bunun kamuoyuyla paylaşılması başka provokasyonların da zeminini hazırlıyor aynı zamanda.
HÜKÜMET İŞKENCE İDDİALARINI ÖRTÜYOR: İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch/HRW) raporunu yeni açıkladı. Rapor Türkiye'de işkencenin yaygın ve sistematik bir şekilde yapıldığını ortaya koyuyor. İşkence konusunda Hükümet'in aldığı tutum da bu iddiaları araştırmak yerine örtmek üzerine kurulu. İşkence ve kötü muameleyle ilgili Türkiye'de hiçbir mekanizma çalışmıyor. Üç mekanizma var, sivil toplum dışında üçü de yok. Bunlar:
1) Meclis İnsan Hakları Komisyonu'nun alt komisyonları var. 15 Temmuz'dan bu yana CHP'nin tüm çağrılarına rağmen toplanmadı. Cezaevi Alt Komisyonu'nun başkanı olan milletvekilinin, ismini anmak istemiyorum, 'kesinlikle bu iddiaları araştırmayacağız' demesi bile tek başına işkencenin varlığını kanıtlamaktadır.
2) İnsan Hakları Kurumu Yasası çıktı. Paris İlkeleri çevresinde kurumun ulusal önleme mekanizmasının oluşturulması lazımdı. O da oluşturulmadı.
3) Kanun hükmünde kararnamelerle 81 ilde bulunan Cezaevlerini İzleme Kurulları lağvedildi.
Denetimden kaçıyorsanız bu, işkence olduğunu gösterir. Uluslararası mekanizmalar bakımından, 14 Ekim'de Türkiye'ye gelmesi beklenen BM işkence raportörünün Türkiye'ye yapacağı ziyaret, Türkiye'nin talebi üzerine ertelendi.
Baroların avukatlarının tek tek ortaya koyduğu iddialar var. 50 binden fazla insan gözaltına alınmış, üç ayda 36 bin insan tutuklanmış. Gözaltı süresi 1 ay. Avukatla 5 gün boyunca görüştürmüyorlar. Bu tablonun tek başına kendisi işkencenin bir idari pratik olarak uygulandığının göstergesidir
12 EYLÜLCÜLER BİLE 'İŞKENCECİ' DENİLMESİNDEN ÇEKİNİRDİ: 12 Eylül darbesini yapanlar kendilerine darbeci demekten çekinmiyorlardı ama işkenceci demekten çekiniyorlardı. 12 Eylül'de bile cezaevlerini ziyarete açmışlardı. Hatta Erdal Eren'in o meşhur fotoğrafı o ziyaretlerden birinde Savaş Ay tarafından çekilmişti. Parlamentoya birçok tutuklu ve hükümlü yakını geliyor ve anlatıyor. Özellikle hâkimlere kötü muamele yapıldığını söylüyorlar. Manisa Cezaevi'nde olanlar aradılar telefonla. Kötü muamele, işkence iddiaları ayyuka çıkmış! Bir anne arıyor. Çocuğuyla görüşmüş ve 'acil bir heyet buraya gelsin' diyor.
SANIĞIN TUTUKLANMASINA, DELİLLERİN BİLAHARE TOPLANMASINA! Öyle hikâyeler, öyle insani dramlar var ki, hiçbir dönemde yaşanmamış! Darbe olsa darbenin bir hukuku olur. Savaş olsa düşman ceza hukuku olur. Kan davasının bile bir raconu vardır. Burada hiçbir kural yok. İnanılmaz mağduriyetler, yıkımlar var. 242 kişi öldü. Onların önünde saygıyla eğiliyoruz. Ancak 242 kişinin ölümü bütün bu mağduriyetlerin meşru zemini yapılamaz! Mantık şöyle işliyor, 'hele ben bir tutuklayayım, sonra delil bulurum'. Sanığın tutuklanmasına sonra bilahare delillerin toplanmasına!..
SİLAHLANMA ÇAĞRISI İÇ SAVAŞ ZEMİNİNİ HAZIRLIYOR: Darbe öncesinden başlayan bu kadar çok kutuplaşmanın, ötekileştirmenin, nefret söyleminin darbeden sonra daha da keskinleşmesinin ardından silahlanma çağrısı yapmak, bir iç savaş zeminini hazırlamaktır. Hükümet, 'tek tek yurttaşların yaşam hakkı bizim güvencemiz altında' diyeceğine ve bireysel silahsızlanma çağrısı yapacağına, aksine bunu öven çağrılar yapıyor. Silahlanma çağrıları pamuk ipliğine bağlı iç barışı tehdit eder, insanların zihninde iç savaş zemini hazırlar. Hükümetin bu söylemden ve çağrılardan vazgeçmesi lazım. Bunu yapan siyasetçilerin, yerel yöneticilerin de uyarılması lazım.
İDAM İSTEMEK AKIL TUTULMASIDIR: İdam cezası Türkiye'nin Avrupa Birliği(AB) ve Avrupa değerleriyle buluşmasının ön şartlarından biri olarak kaldırılmıştı. Bu kadar zaman geçtikten sonra bizim bu değerlere yani insan hakları, özgürlükler ve demokrasiye daha yakınlaşmamız gerekirken Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidara geldikten sonra bu değerlerden ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. İdam konusu bir turnusol kâğıdıdır. Erdoğan bu talebi sık sık dile getirerek bu değerlerden daha da uzaklaşacağını ifade ederken bir yandan da Avrupa'ya bunun mesajını veriyor. İdam talebi Türkiye açısından bir akıl tutulmasıdır.
HÜKÜMET YOK, ERDOĞAN'IN SEKRETERLİĞİ VAR: Şu anda Hükümet yok, Erdoğan'ın sekreterliği var. AK Parti diye bir siyasi parti de yok. Erdoğan'ın yerelde örgütlenmiş ağları var. Siyasi parti dediğimiz zaman kendi içinde parti içi demokrasiyi işleten, çoğulcu demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmez unsurları anlaşılır. AK Parti'nin bugüne kadar kurultayında ve il kongrelerinde seçim olmamış. Bir elin parmaklarını geçmez ilde çıkan adaylar. Böyle bir yapılanmaya nasıl bir 'siyasi parti' diyeceğiz?
ASIL HÜKÜMET SARAY'DA: Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda başka bir hükümet örgütlenmiş zaten. Ben 'paralel hükümet' demiyorum, asıl hükümet orada. Dolasıyla bu yapı içerisinde AKP milletvekillerinin farklı görüş ortaya koymaları, kendi toplantılarında bile görüş ileri sürmeleri çok zordur. Ancak Saray'ın ve Erdoğan'ın görüşlerinin çok daha ilerisine giderler. Vur deyince öldür hikâyesi...
CHP OLARAK BAŞKANLIK REJİMİNE KARŞIYIZ: Biz CHP olarak başkanlık rejimine karşıyız. Başkanın kim olacağıyla ilgili değiliz. 'Türkiye'de sol, sosyal demokratlar başkan olamaz' yaygarası da boş bir tartışmadır. Algı oluşturmaya çalışıyorlar. Başkanlık rejiminin, demokrasiyi içselleştirmemiş, geliştirmemiş ülkelerde diktatörlüğe gittiğini biliyoruz. Cumhurbaşkanı'nın şu anki durumda bile nereye gittiğini görüyoruz. Diğerini düşünsenize! Anayasa değişikliğinden sonra diktatörlüğe, otoriter bir yönetime doğru hızla evrilir. Dünyanın ilk 20 ekonomisi içerisinde, işleyen demokrasi açısından 2 ya da 3 başkanlık rejimi vardır. ABD, Fransa bunlar arasında. Gerisi, parlamenter rejimdir. ABD ve Fransa örneğinde de demokrasilerinin ne kadar köklü olduğunu, nasıl bir denetleme mekanizması olduğunu, tamamen bağımsız bir yargı mekanizması olduğunu biliyoruz. En sondaki, en kötü 20 ülkeye bakıyoruz. Tümü başkanlık!
İNSANLARI BAŞKANLIĞA MECBUR BIRAKMAYA ÇALIŞIYORLAR: Bir insan üzerinden sistem değişikliği olur mu? Erdoğan kendisi üzerinden sistem değişikliği öneriyor, olmaz böyle şey! Şu an partinin belde teşkilatına bile karışıyor evet ama bu kötü örnek, biz bundan niye sonuç çıkartalım? Cumhurbaşkanı, Türkiye'deki parlamenter sistemi işlemez hale getirmeye çalışıyor. Sürekli krizlerle yönetilemez gösterip insanları başkanlığa mecbur etme görüntüsü yaratıyor. İçeride çatışma, dışarıda savaş!
AKP İLE CEMAATLERİN İLİŞKİSİ KOALİSYONDAN DA ÖTE: Darbe bir demokrasinin ve bir devletin başına gelebilecek en büyük beladır. Darbeci zihniyetin ve darbe fikrinin ortadan kalkması da herkesin ne olup bittiğini şeffaflıkla görmesiyle mümkündür. Parlamento eğer bütün milletin, yurttaşların parlamentosu ise orada kamuya açık bir ortam varsa Meclis İç Tüzüğü'nün eskimiş hükümleriyle değil teknolojinin verdiği imkânlarla parlamentonun bunu halka mal etmesi lazım.
Komisyon toplantıları görsel basına da sosyal medyaya da açık olsun dedik. Kimler karşı çıkmış darbeye, kimler karşı çıkmamış herkes görsün. Bizim toplumumuz tutanak okuyan bir toplum değil ama televizyon kanalını izler. Bunu istedik ama maalesef komisyondaki AKP çoğunluğu ve Meclis Başkanlığı buna izin vermedi.
Komisyon çalışmaları tamamlandığında biz CHP olarak raporumuzu hazırlayacağız. Ondan önce komisyona çağrılan konuklarla ilgili konuşmayı doğru bulmuyorum.
İki hafta geçti ve komisyon üyelerinin konuşmasını 5 dakika ile diğer milletvekillerininkini 2 dakika ile sınırladılar. Orada 30 dakikalık sunuş yapılıyor, 2 dakikada 'soru sor' deniyor. AKP ile cemaatler ilişkisi özelde koalisyondan öte bir ilişkidir. Koalisyonun pazarlığı olur, burada iç içe geçmişlik var. Bunun sorgulanmasına, açığa çıkmasına hatta konuşulmasına bile izin vermeyen bir tutum var.