HDP’li Sancar: Denetimsiz ve çok yetkili bir başkanlık
HDP’nin hukukçu milletvekili Mithat Sancar ile Anayasa Komisyonu’ndaki ‘Türk tipi başkanlık’ teklifini konuştuk.
ANKARA - HDP Mardin milletvekili Prof. Mithat Sancar’la söyleşimizin ikinci bölümünü yayınlıyoruz. Anayasa teklifinin ‘ucube bir model’ getirdiğini söyleyen Mithat Sancar, HDP’ye yönelik eleştirilere ve "HDP’nin kitlesini kaybettiği" yorumlarına da cevap verdi. İşte sorularımız ve Sancar’ın yanıtları:
'ANAYASA TEKLİFİ UCUBE BİR MODEL GETİRMEKTEDİR'
2010 yılındaki Anayasa değişikliği paketinde birçok ‘havuç’ vardı. Bu teklifin havucu da milletvekili seçilme yaşının 18’e indirilmesi mi?
Bu pakette herhangi bir 'havuç' yok. 2010’dakinde olumlu maddeler vardı ve başkanlığa gidiş yönünde herhangi bir öneri ya da düzenleme yoktu. Parlamenter sistem çerçevesinde yapılan değişikliklerdi ve iktidarı güçlendiren değil ama belli ölçülerde potansiyel olarak iktidarı sınırlandırabilecek düzenlemelerdi. Nitekim AKP iktidarı, 2010 referandumuyla kabul edilen düzenlemelerin pek çoğunu geri aldı. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru, HSYK’ya seçimle üye belirlenmesi gibi konularda rahatsızlıklarını da saklamıyorlar.
'DENETİMSİZ VE ÇOK YETKİLİ BİR BAŞKAN'
Şimdiki teklif çok farklı. Daha net hedefe odaklanmıştır. 'Cumhurbaşkanlığı sistemi' dedikleri, literatürde adı, örneği olmayan bana göre bir ucube bir model getirmektir. Cumhurbaşkanı, adı konulmadan, denetimsiz ve çok yetkili bir başkan konumuna yükseltiliyor. Meclis zayıflatılıyor, denge ve denetleme mekanizmaları alabildiğine zayıflatılıyor.
'AKP’NİN İÇİNDEN DİRENÇ BEKLEMEK HAYALCİLİK OLUR'
Teklife yönelik eleştirilerden biri de kişiye özel bir düzenleme olduğu yönünde. Erdoğan’dan başka birinin de bu yetkileri kullanabileceği ihtimalini düşünerek AK Parti içinden itiraz eden olmaz mı?
Doğrusu olması gerekir. Olduğunu tahmin etmek de mümkün. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurduğu sistem galiba sadece toplumu değil kendi partisini de sindirmeyi sağlayan bir sistemdir. İster çeşitli vaatlerle ister tehditlerle olsun, bir sindirme ve biat düzeni kurmuş. Bu nedenle AKP içinde rahatsız olması beklenenler de itiraz etmiyorlar. Dolayısıyla şu aşamada AKP’nin içinden herhangi bir direnç beklemek hayalcilik olur. Onun üzerine Meclis’teki görüşmeler için bir strateji oluşturmak da gerçekten hayalcilikten de öte galiba akılsızlık olur.
HDP'li Mithat Sancar: Bu tufan herkesi götürür
'HERKESİN HAYIRI KENDİNE. BUNDAN ORTAK BİR HAYIR ÇIKAR'
Bu teklife karşı muhaliflerin birleşmesi de mi akılsızlık olur?
Bu, siyasi, insani ve ahlaki açıdan gerekli ancak 15 Temmuz’dan sonra toplumun tüm kesimlerini sindirme ve rehin alma politikası çok etkili olmuş görünüyor. MHP zaten AKP’nin ve Cumhurbaşkanı’nın stratejilerine eklemlenmiş durumda. CHP ise rehin alınmış, her itirazında 'terör destekçisi' diye yaftalanma korkusunun esiri haline gelmiş. Doğrusu Cumhurbaşkanı da ona yakın medya da bu yöntemi çok etkili kullanıyorlar ve CHP yönetimi içinde de ciddi bir baskı oluşturmuş durumdalar.
Biz tek adam yönetimine karşı çoğulcu, demokratik, parlamenter sistemi savunacak güçlerin ortak paydada bir araya gelmesini isteriz. Bunun için çalışıyoruz ve çalışmaya devam edeceğiz. Ancak gerçekçi olmak lazım. CHP’nin böyle bir ortaklığa yanaşması mümkün görünmüyor. Buna rağmen biz CHP tabanında büyük bir kesimin bu olan bitenden, hem Cumhurbaşkanı’nın stratejilerinden hem de kendi partilerinin üst yönetiminin tutumlarından rahatsız olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca CHP’nin Meclis grubunda da çok sayıda milletvekili bu rahatsızlığı paylaşıyor, bunu doğrudan bir bilgiyle söyleyebilirim. Eğer kurumsal olarak yan yana gelmek mümkün olmazsa tabanda bir araya gelmek gerekir. Terör söylemiyle yaratılan bu şantajı, prangayı tabanın kırması gerekiyor. CHP dışında kalan bütün sol, sosyalist, demokrat, özgürlükçü çevrelerin ortak hareket etmesi bizim hem hedefimiz hem isteğimizdir. Bütün bunlar olmasa bile herkesin kendi gerekçesiyle 'hayır' demesini bekliyoruz. 'Herkesin hayırı kendine olsun, bundan ortak bir hayır çıkar' diyoruz.
'BU MODELİN ABD’DEKİ BAŞKANLIK İLE İLGİSİ YOK'
Cumhurbaşkanının başdanışmanlarından Mehmet Uçum, bu teklifin ‘ABD’deki başkanlıktan daha ileri’ olduğunu söylüyor. Ne demek istiyor?
Birçok konuda ABD’deki sistemden daha ileri olduğu doğru! Evet ABD Başkanının bu kadar yetkisi yok, bu kadar denetimsiz değil ve kongre de bu kadar yetkisiz değil. Allah var ki çok ileri bir model getirmişler! Kuzey Amerika’yı atlayıp Güney Amerika’nın en tipik modellerine ulaşmışlar. Bir başkanlık sisteminden söz edilecekse teklifin kıyaslanabileceği model, Latin Amerika ülkeleridir. Biraz da Irak ile Suriye’deki ve Mısır’da Nasır dönemindeki Baas partileriyle kıyaslanabilir.
Cumhurbaşkanının partili olmasını mümkün kılan düzenleme 'parti devleti' modelini akla getiriyor. Diğer yandan da hegemonik parti yönetimini çağrıştırıyor. Bunun tipik örnekleri Meksika ve Peron dönemi Arjantinidir. İkisinde de başkanlık vardı. Peronist parti deniyordu. Erdoğancı parti gibi. Devlet modelinin tipik örneğinin 1930’ların 40’ların Türkiyesi olduğunu biliyoruz. Hepsi otoriter ve çok büyük ölçüde tek adama bağlı modellerdir.
Hem bu iki örnekte (Meksika ve Peron dönemi Arjantin) hem de Latin Amerika’da başkanlık modelinin geçerli olduğu ülkelerde çok temel ortak özellik, sürekli kriz ve iç gerilim üreten sistemler olmasıdır. Toplumu kutuplaştıran, sürekli bir iç gerilim üreten ve darbelere de zemin hazırlayan örneklerdir. Askeri darbelerin o dönemlerde, o bölgede yoğun olması tesadüf değildir.
'ERDOĞAN GÜÇLENDİKÇE İSTİKRAR DEĞİL GERİLİM ARTTI'
İstikrarsızlık, kaos ve kriz bu modellerin neredeyse kaçınılmaz sonucudur. AKP yöneticileri ve Cumhurbaşkanının kendisi ve danışmanları, kaosu önlemek ve sürekli bir istikrar için model değişikliğine gittiklerini söylüyorlar. Diyoruz ki tam tersi! AKP ve Erdoğan güçlendikçe istikrar artmadı, gerilim arttı, kriz derinleşti. Hele 2011’den sonrasında baktığımızda bunu çok net görüyoruz.
'BU MODELİN TÜRKİYE’YE VADETTİĞİ OTORİTERLİK VE KRİZ'
Tek olumlu girişimi belki de çözüm süreciydi fakat onu da her açıdan kendi kontrolünde tutma ve araçsallaştırma amacıyla yürüttüğü için başarısız oldu. Gezi döneminde izlenen politikalar, 17-25 Aralık’a gösterilen tepkiler, sonrasında İç Güvenlik Yasası ve onu takip eden polis uygulaması, 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında yapılanlar, nihayet 15 Temmuz sonrası devreye sokulan OHAL hep daha fazla otoriter bir yol izlemenin örnekleridir. Yönetim daha çok otoriterleştikçe kriz çözülmedi, derinleşti, toplumsal barış güçlenmedi zayıfladı. Özetle tek adam hâkimiyetine dayalı böyle bir modelin Türkiye’ye vadettiği şey kesinlikle istikrar ve demokrasi değildir. Tersine otoriterlik ve kalıcılaşmış kriz halidir.
'BASKILARIN DÖNÜM NOKTASI ‘SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ’DIR'
Sistem değişikliği yapılırken ve Türkiye’ye partili cumhurbaşkanlığı/Türk tipi başkanlık sistemi getirilmek istenirken, “Seni başkan yaptırmayacağız” diyen Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde olmasını nasıl değerlendirmeliyiz?
Bize yönelik baskıların, sindirme amaçlı politikaların esas dönüm noktası 7 Haziran seçimleri öncesidir. Yani Nisan 2015’ten sonrasıdır. “Seni başkan yaptırmayacağız” söyleminin ötesinde HDP’nin 7 Haziran’da aldığı sonuç Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve yerleşik devlet elitini ürküttü. Özellikle şimdi etrafında toplanmış olan ulusalcı milliyetçi koalisyon, 7 Haziran’daki seçim başarısının Türkiye’de yol açabileceği toplumsal ve siyasal köklü değişimlerden duyulan korku üzerine oturmuştur.
'7 HAZİRAN SONUCU ERDOĞAN’I ÜRKÜTTÜ'
HDP Kürtlerle Türkiye halklarının buluşmasını sağlayan bir örnek oldu ve bütün mağdurları, mazlumları, dışlanmışları, ötekileştirilenleri büyük ölçüde birleştirmeyi başaran bir siyaset izledi. Çoğulcu, demokratik, eşitlikçi bir dönemin güçlü bir sinyalini verdi 7 Haziran’la birlikte. Bu, tekçi, otoriter toplum ve devlet modelini savunanları gerçek anlamda ürküttü. Bunların başında da Erdoğan vardı. Erdoğan ayrıca kendi başkanlık hesaplarını bozduğu için HDP’ye, özellikle de Selahattin Demirtaş’a kin besledi.
Dönüp dolaşıp bulabildikleri tek yöntem kendi bütün sorumluluklarını örtecek milliyetçi hamaset ve bizlere de terör söylemi üzerinden bir baskı ve kuşatma uygulamak oldu. Bunlar daha önce de denendi. 90’da da 2000’lerde de. Milletvekilleri içeri atıldılar, uzun yıllar hapis yatan oldu, öldürülen milletvekili oldu. Kapatılan sayısız parti var ve bu siyasi çizgi büyüyerek devam ediyor. HDP fikriyatı ve hissiyatı toplumun geniş kesimlerinin beynine ve kalbine yerleşmiştir. Bu baskılarla o fikriyatı ve hissiyatı çekip almak mümkün değildir. Sanırım bu söylediklerimin ilk doğrulamasını referandum sürecinde yaşayacağız. En etkili demokratik muhalefet gücünün ve bu gidişatı durduracak gücün HDP olduğu daha iyi görülecektir.
'SRİ LANKA MODELİNİ UYGULAYAN BAŞKAN, SEÇİMİ KAYBETTİ'
Şu an uygulanan Sri Lanka modeli mi?
Orada da bir başkanlık sistemi vardı. O model denen şeyin korkunç bir sivil katliamıyla gerçekleşen bir operasyon olduğunu unutmamak lazım. Bu kıyaslamanın hiçbir temeli yok. Çünkü Sri Lanka dört tarafı denizlerle çevrili bir ada ülkesi. Tamil Kaplanları’nın hâkim olduğu bölge küçük bir coğrafi alan ve tabii uluslararası konjonktür de öyle bir operasyonu kolaylaştırmıştı.
Bu tür operasyonlar fiziki şartlar elverişli olduğunda ve uluslararası konjonktür izin verdiğinde başka ülkelerde de denenmiştir. Sri Lanka’daki sonuç ise bir Pirus zaferi bile değildir çünkü bizzat o gün o yöntemi savunan şahsiyetler bile bugün bunun Sri Lanka toplumunu bir bütün olarak çökerttiğini itiraf ediyorlar.
Bu operasyonları siyaseten hayata geçiren isim o zamanın Başkanı Mahinda Rajapaksa idi. 10 yıl boyunca gerçekten bir demir yumrukla yönetti klasik tabirle. İki seçim birden kaybetti 2015 yılı içinde. Devlet başkanlığı seçiminde yenildi, daha sonra siyasete başbakan olarak dönmek istedi, bunu da başaramadı. Şimdi operasyonlar sırasında işlenen insanlık suçları ve insan hakları ihlalleri başta olmak üzere pek çok konuda ulusal ve uluslararası mahkemelerde yargılanma tehlikesiyle karşı karşıya. Bunu da hatırlatmakta fayda var.
'KİTLEMİZİN BİZİ TERK ETTİĞİ YALAN!'
HDP’nin kitlesi nerede?
Tek sesli bir medya yarattılar. Büyük bir korku imparatorluğu oluşturdular ve algı operasyonlarını rafine bir şekilde yürütmeye ihtiyaç duymayacak kadar elleri kolları rahat. O nedenle bol keseden atabiliyorlar. Oysa kendi önlerine giden seçim anketleri de HDP’nin 1 Kasım seçimlerinin oy oranının üstünde oya sahip olduğunu gösteriyor aksi takdirde kendileri de erken seçim kararı alırlardı. HDP’nin barajın altında kaldığını, kitlesinin kendisini terk ettiğini görseler, buna inansalar bunu yaparlardı.
Çatışmaların yoğunlaştığı dönemlerde demokratik siyasetin alanı ciddi biçimde daralır. Bundan kaynaklanan sıkıntılarımız belki yanlışlarımız da olmuş olabilir ama 7 Haziran ruhunu HDP terk etmedi. Barış için, demokratik siyasetin hâkim olması için varız. Bu ülkede birlikte yaşamanın en önemli sigortası ve güvencesiyiz biz. Kitlemizin bizi terk ettiği yalan. Tam tersine fiziki varlık olarak, fikriyat ve hissiyat olarak HDP toplumun önemli bir kesiminin çıkış umudu olmayı sürdürüyor.
AK Parti’nin teklifi Anayasa Komisyonu’ndan kısa sürede geçireceği konuşuluyor. Partiniz Komisyonda nasıl bir yol izleyecek?
İç tüzüğün bize verdiği bütün imkânları kullanacağız. Sağlık sorunlarım sebebiyle hafta başı bir operasyon geçireceğim (Mithat Sancar ile bu söyleşiyi cuma günü yaptık ve kendisi dün operasyon için hastaneye yattı, ÖAÇ). Bir süredir parti içinde danışman ve milletvekili arkadaşlarımızla hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Büyük ihtimalle komisyonun ilk toplantılarına katılamayacağım ama arkadaşlarımız gereğini yapacaktır.