Ahmet Türk: Kapılara vuruluyordu, meğer tahliyeme karar verilmiş
Ahmet Türk tahliyesinin ardından ilk kez uzun bir açıklama yaptı. Türk, çözüm önerisinin Türkiye'nin şiddet sarmalından kurtarılması için yeniden bir demokratik sürecin başlatılması olduğunu söyledi
DUVAR - Ahmet Türk, cezaevinden çıktıktan sonra Dihaber'e açıklamalar yaptı. Türk, İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun “olumsuz” raporunu cezaevinde televizyonda izlediğini anlatırken, “Yan koğuşlarda kapılara vuruluyordu, sesler, bağırışlar… Yanımdaki arkadaşa dedim hele git bak, ne oluyor. Ben hastanenin raporunu protesto ettiklerini düşündüm. Meğer tahliyeme karar verilmiş…” diyerek çıkış haberini nasıl aldığını anlattı. Türk'e yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
Öncelikle geçmiş olsun. Cezaevine girdikten sonra uçak biletinizin hazırlanmış, cezaevinin belirlenmiş olduğunu söylediniz. Önceden alınmış bir karardan mı bahsediyorsunuz?
Tabii ki, duruma baktığımızda mahkeme bittikten sonra beni hemen havaalanına götürdüler. Benimle gelecek olan polislerin biletleri alınmış, benim biletim alınmış. Cezaevi ayarlanmış. Yani bir siyasi karardır. Bu nedenle oradaki görüntü gerçekten yargıçların verdiği kararın ötesindedir. Birilerinin talimatı üzerine tutuklama kararının çıktığına inanıyorum.
İki cezaevi dolaştırıldınız, bir kaç kez hastane yolları… Dolayısıyla tahliyenizin de bir siyasi karar olduğunu düşünüyor musunuz?
Dürüstçe söylemek gerekir ki bu süreçte hukuktan, bağımsız yargıdan söz etmek mümkün değildir. Bunu ben söylemiyorum, toplumun genelinde, belleğinde ve bir bütün olarak insanların düşüncesidir. Bu nedenle biz bu süreci normal bir yargının, bağımsız kararların verdiği bir süreç olarak değerlendirmiyoruz. Her aklı başında insanın da bu şekilde düşündüğüne inanıyorum.
Şahsınıza ilişkin birçok açıklama yapıldı. İmza kampanyaları düzenlendi. Deniz Baykal Mardin’e kadar geldi. Duygu, hissiyat, yaşlılığınız ve hastalığınız dile getirildi. Siz ise “Türkiye’nin sağlığı benim sağlığımdan kötü” dediniz. Açar mısınız?
Sağlık konusunun bu kadar ön plana çıkarılmasını istemedim. Benim iradem dışında birçok kez hastaneye götürülüp getirildim. Onu söylemek istiyorum. Burada aslında hukuksuz bir tutuklama vardı. Mardin Büyükşehir Belediyesi’nde halka hizmet etmek için çok büyük çaba sarf ettik, bütün ekibimle birlikte. Tabii uzun süre siyasetin içerisindeyim, 6 dönem milletvekilliği yaptım, siyasetin son dönemini en azından Mardin’de bugüne kadar bana desteklerini sunan insanlara hizmet etmek için çaba gösterirken, hiçbir altyapısı olmayan, somut delili bile olmayan iddialarla mahkemenin karşısına çıktık. Benim esas üzüntüm bu.
Şimdi baktığımızda da aslında bir iki kişiden alınmış bir iki ifadeyle, yok efendim “işçilerden para kesilmiş.” Mahkeme salonunda da söyledim. Belediye kasap ve dükkan değil ki... Her işçinin, her memurun maaşı bir tek kuruş eksik olmadan hesaplarına yatırılmış. Belediyeyi alma şansı olmayan bazı insanların tepkileri olmuş bu konuda, bazıları tabii yıllardan beri siyasetin içindeyim ve çok sevmeyen insan da var. Bunlar da bir fırsat bularak böyle bir iftirada bulundular. Yarın öbür gün mutlaka davalar açıldığı zaman mahkemenin önünde bütün bu iftiraları atanların, gerçek yüzleri ortaya çıkacak. İftiralarını kanıtlamaktan zorlanacaklar. Gizli tanık diyorlar. Ama gizli tanık değil ki! Belli ki iftiracıdır. Bu söyleyenleri ispata çağıracağım. Bu konuda kendime güveniyorum. Benimle ilgili bir yolsuzluk, bir rüşvet yok.
Bazı kişileri işe almışsınız iddiası…
Efendim “işçileri almış”. Kimsenin alnında ne olduğu yazılı değil. Ayrıca bu bölgede, siyasi olaylara karışmayan tek bir aile göremezsin. Hatta bazen çok enteresan, bakıyorsunuz biri korucu oğlu, Kobanê’de. Yani bir ayırım yapma imkanınız yok. İktidar partisinin yürüttüğü siyaset önemli. Mesela Çalışma Bakanlığı İŞKUR üzerinden Urfa Belediyesi’ne binin üzerinde kadro veriyor. Bilmem iktidar partisinin belediyelerine kadro veriyor. Ama Mardin gibi yeni kurulmuş, yeni işçilere ihtiyacı olan bir yerde bir tek İŞKUR’dan işçi vermiyor. Peki, ben bu işi, koskoca devasa bir belediyeye dönüşmüş yerde işleri nasıl yürüteceğim? Tabii ki taşeron üzerinden işçi alacağız. Bizim aldığımız işçiler de zaten taşeron üzerinden alınmış. Buradaki aslında tutuklamanın hukuksuz olduğunu, bir delile, somuta dayanmayan şeylerle ilgili olduğunu özelikle ifade etmek istedim.
Tutukluluk süresi içerisinde sizi en çok ne üzdü?
Bireysel olarak meseleye bakmıyorum. 70’in üzerinde belediye eşbaşkanı arkadaşımız tutuklandı. Partinin genel başkanları tutuklandı, milletvekilleri tutuklandı. Her şeyden önce toplumsal barışın altına sanki dinamit yerleştirmeye yönelik bir siyaset izleniyor. Oysaki bugün bizim bir toplumsal barışa ihtiyacımız var. Yani bir kere Türk halkı şunu bilmeli; Kürt halkı Türk halkına düşman değil. Ama yürütülen siyaset, adeta bir öfkenin, bir kinin birikmesine, büyümesine neden olmuş.
Evet, şu an bir suskunluk, bir sindirilmişlik hali var ama bu, bölge halkının hükümetin yürüttüğü politikayı beğendiği anlamına gelmemelidir. Böyle düşünüyorlarsa, büyük bir yanılgı içerisinde olurlar. Ben şunu görüyorum; evet bugün sokağa çıktığımda bir sessizlik var, ama hükümetin bugün yürüttüğü politikaları destekçisi değil, yanında değil. Bunun çok iyi bilinmesi lazım.
Bunu görerek elbette ki Türkiye’nin bu şiddet sarmalından kurtulması, yine bin yıllık geçmişi olan halklar arasında bir diyaloğun oluşabilmesi için yeniden herkesin ortak akılla hareket etmesi lazım. Yeniden demokratik, barışçıl bir sürecin gerçekleşmesi için çaba göstermesi lazım. Türkiye bugün Ortadoğu’da bir bataklık ortasında. Bu Ortadoğu batağında kendisini kaybetmemelidir. Bin yıldır birlikte yaşadığı Kürtlere güvenerek, onları kazanarak bir siyaset üretmek zorundadır. Başka bir seçenek, başka bir formül yok. Umut ediyorum ki kısa bir sürede ortak akıl ortaya çıkar. Bugüne kadar yürütülen politikaları aslında hiçbir sorunu çözmeyeceğini görürler.
Ahmet Türk: Barışın haricinde bir formül düşünemiyorum
37 yıl önce cezaevine giren Ahmet Türk, 2017’de yeniden cezaevinde. O günden bugüne hem kendiniz açısından hem de Kürt sorunun dönüşümü konusunda ne düşünüyorsunuz?
Tabii, ben 6 dönem milletvekilliği yaptım, 44 yıldır siyasetin içerisindeyim, 1980’leri, 94’leri yaşadım. Sonuç olarak burada halk ne demokrasi, özgürlük, hak ve taleplerinden vazgeçti, ne de Türkiye bunu anlayacak bir noktaya geldi. Türkiye’yi yönetenler sadece milliyetçi söylemler üzerinden halkı karşı karşıya getiren politikalar yürütüldü. Bu yanlıştır. Ben şuna inanıyorum: Türkiye farklı bir politikayla, bugün Kürtleri kazanırdı, sorunları çözerdi. Ortadoğu bataklığına baktığımızda, bu bataklıktan kurtulmanın yolu, Kürt ve Türklerin ortak, demokratik bir zeminde buluşmasıdır. Birbirlerine güven verebilecek bir siyaseti oluşturmasından geçer. Öyle bakıyorum. Bütün bu gelişmeler bize şunu getiriyor; hükümetin, devletin aklının değişmesi lazım.
Ne öneriyorsunuz?
1980’lerde de, 94’lerde de milletvekillerin dokunulmazlıkları kaldırıldı, cezaevlerine atıldı. Bugün partilerimizin eş genel başkanları içerde, belediye eşbaşkanları içerde. Ne olacak? Bu siyaset ne kadar sürdürülecek? Bu siyasetin ne kadar yararı var? Bu siyaset insanların birbirinden kopmasını, güvensizliği artırmaktan başka bir şey yapmıyor. Yeniden bir demokratik sürecin başlatılması, bir barış sürecinin başlatılması, sorunların demokratik yöntemlerle çözümü. Türkiye’yi ilk önce bu şiddet sarmalından kurtarmamız lazım. Halkın yeniden nefes alabileceği bir sürece ihtiyaç var. Ben bunu söylerken herkes için söylüyorum. Halk nefes alabilmeli, yeniden düşünebilmeli, siyasetçiler yeniden üretebilecek bir rolü oynayabilmeli.
Siz, barış için 1993 ateşkesinde PKK Lideri Abdullah Öcalan ile birlikte basın toplantısına katıldınız. Yine 2013’te başlayan “çözüm süreci”ne ilk müdahil olanlardansınız. Her kritik süreçlerde öne çıkan Ahmet Türk, bu kritik süreçlerin arkasından gelen şiddet sarmalında cezalandırılması size de ilginç geliyor mu?
Aslında demokratik bir kültüre erişmemiş ülkelerde gelgitler çok yaşanır. Yani bazen barış için çok şey yapmak istersiniz fakat bunu farklı şekilde yorumlayıp, barış çabalarınızı, demokrasi çabalarınızı, demokratik geleceği kurma çabalarınızı farklı şekilde yorumlayabilirler. Türkiye bu gelgitleri yaşıyor.
Ahmet Türk’ün saldırı altındaki onuru
2013’te İmralı görüşmesine gittiğinizde ne hissetiniz, barış için umutlu muydunuz?
Sayın Öcalan şunu söyledi: “Artık demokratik siyasetin önünü açmaktan başka bir seçenek yok. Demokratik siyasetin önünü açmak için hepimiz bu konuda çaba göstermeliyiz.” Bu bana ümit vermişti. Yine hükümet kanadıyla yaptığımız görüşmelerde umutlandım. Ama tabi ki siyasi hesaplar ortaya çıktığı zaman bütün umutlar bir günde yok edilebiliyor. 7 Haziran seçiminden sonra ortaya çıkan tablo, hükümetin politikasını değiştirme gibi bir süreci başlattı. Bu da olumsuz bir süreç. Burada sabırla bu süreci yürütseydik, demokratik siyasetin önünü açsaydık, genişletseydik, demokratik siyaseti çözüm adresi haline getirebilseydik, bugün bu sıkıntıları yaşamazdık.
Bugün çok tartışılan referandum sürecindeyiz. Atmosfer ısınıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben 6 dönem milletvekilliği yaptım. Parlamenter demokratik rejimi hep savundum. Parlamenter demokratik siyaseti savunmaya da devam edeceğim. Benim fikrimin sorulmasına da gerek yok. Benim siyasetim de fikrim de belli. Bir tek istediğim ‘Evet’ demek de ‘Hayır’ demek de her seçmenin hakkıdır. Özgür iradesiyle önemli olan sandık başına gitmek ve halkın özgür iradesiyle oyunu kullanması. Hiçbir baskı altında kalmadan oyunu kullanmasının koşullarının yaratılması gerekir.
Bu ortam mevcut mu?
Endişelerim var. Açık bir şekilde söylemek istiyorum. Şu anda aldığım bilgiler ve gördüklerim, böyle çok da halkın özgür iradesiyle hareket etme ortamının olmadığını
Hükümet kanadı “Evet” çıkarsa birçok sorunun çözüme kavuşacağını, Türkiye’nin feraha kavuşacağını savunuyor…
Savaşın bitmesi, çatışmaların bitmesi insana bağlı olan bir şeydir. Eğer bu savaşın bitmesini istiyorsak, herkesi kucaklamak istiyorsak, bunun için yürütülecek politikalar önemlidir. Demokratik rejimlerde, parlamenter demokratik sistemlerde biz buna çözüm bulamadık da sadece bütün yönetim üzerine tekçiliği, tek adam anlayışında mı bunun formülünü bulacağız? Ben buna katılmıyorum.
Siz cezaevine girdiğinizde eşiniz Mülkiye hanım “Ömrüm O’nu beklemekle geçti” demişti bize. Ne demek istersiniz?
(Gülümseyerek...) Kürt siyasetçileri aslında çok büyük bedeller ödedi. Belki en az bedel ödeyenlerden biri benim. Mesela cezaevinde zaman zaman mektuplar geliyordu. Şakran Cezaevi'nden, farklı cezaevlerinden kadınlardan, erkeklerden, insanlar yazıyordu, 'biri 22 yıldır içerdeyim', 'diğeri 3 yıldır içerdeyim' diyor. Gerçekten insan onların o durumunu gördükçe, etkilenmemesi içten değil. Bizimkisi bir hiç kalıyor…