Hükümet yanlısı medyada 'evet' mesafesi
Hükümete yakın olarak tanınan köşe yazarları arasında seçim sonuçlarına 'mesafeli' yaklaşan isimler var. Ahmet Taşgetiren, İbrahim Kiras, Leyla İpekçi gibi isimler hem sonucun nasıl okunması gerektiği hem de 'adil yarış' konularında eleştiriler getiriyor.
DUVAR - Referandumda çıkan sonuca hükümete yakın bazı yazarlar 'mesafeli yaklaşım' sergiledi. Köşe yazarları kendi cephelerinden 'evetin buruk galibiyeti' mesajı verirken, YSK'nın 'mühürsüz oyların geçerli sayılacağı kararı ile seçimin güvenilirliğine gölge düşürdüğünü' yazdılar. YSK'nın aldığı kararı eleştiren isimlerinden birisi olan Hürriyet gazetesi köşe yazarı Abdülkadir Selvi köşesinde "YSK'nın seçimlere gölge düşürmeye hakkı yoktu" dedi.
Yeni Şafak yazarı Leyla İpekçi ve Kemal Öztürk ise sonuçlara mesafeli yaklaştı. Öztürk "Bu referandum, AK Parti için 'buruk bir galibiyet', CHP için 'umut verici bir yenilgi', MHP için 'sorgulatıcı bir sonuç' oldu" dedi. İpekçi ise 'Evet dedik ama evet demediklerimiz de var' diyerek hükümete 'rantçılık ve kayırmacılık' eleştirileri yaptı.
O eleştirilerden bazıları şöyle;
Buruk galibiyetin mesajları (Kemal Öztürk/Yeni Şafak)
Bu referandum sonuçlarında, inanılmaz bir ince ayara şahit olduk. Ortaya çıkan, 51.5-48.5 rakamı öylesine ince bir düzenleme ki, herkes için ne bir zafer, ne bir hezimet, ne de bir bitiş anlamına geliyor. Öte yandan tüm partiler için de bir yeniden düşünme, özeleştiri, sorgulama, yenilenme ve kendine gelme mesajı içeriyor. Bu referandum, AK Parti için “buruk bir galibiyet", CHP için “umut verici bir yenilgi", MHP için “sorgulatıcı bir sonuç" oldu.
'Referandumun siyasi partiler açısından galibi ve mağlubu kimdir?' sorusuna cevap vermek son derece zordur. Hiçbir partinin gönül rahatlığı ile bu referandumdan “çok başarılı çıktık" demesi mümkün gözükmüyor. Evet, teknik olarak AK Parti-MHP ittifakının halktan onay aldığını, sonuç itibariyle istenilen hedefe ulaştığını söyleyebiliriz. İşte burada ortaya çıkan oran, öylesine ince ayarlanmış ki halk tarafından, AK Parti ve MHP şenlik havasında, gönül rahatlığı ile sonucu kutlayamıyor.
Bunu Başbakan Binali Yıldırım'ın konuşmasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın basın toplantısında görebilirsiniz. Özellikle her iki liderin yanında duran yakın ekibinin yüz ifadesinde görülen moral bozukluğu, sonucun “buruk bir galibiyet" olduğunu bize açıkça gösteriyor.
Evet dedik ama evet demediklerimiz de var (Leyla İpekçi/Yeni Şafak)
Evet dedik ama demediklerimiz de var. Gerçi şimdiye dek bunları durmadan yazıp çizdik. Kendi örgütünün, cemaatinin menfaatine çalışanlara evet demedik. Açılış kapanışlardan yemeklere davetlere koşan ve bir türlü uzmanlaşmaya, okullaşmaya, kurumsallaşmaya yaklaşmayan yetkililerin gündelik hayatımızı vasatlaştıran liyakatsız tercihlerine, şimdi sıra bizde diyerek nasıl para kazanacağını düşünmekten işine mesai ayıramayan yöneticilere, eğitim ve kültür politikalarımızdaki bir türlü giderilemeyen arıza ve eksikliklere, tavsiye dinlemekten hoşlanmayan belediye başkanlarına, toplantı üzerine toplantı düzenleyerek farklı kesimlerin gönlünü yapacağını sanan ve tek adım dahi atmayan resmi kurullara... Rantçılığa ve kayırmacılığa evet demedik, demiyoruz. Hayatımızın içinde daha nicesiyle karşılaştığımız ve sık sık dile getirilen bu olumsuzluklar yapıcı eleştiriler olarak görülüp bizzat siyasetçiler tarafından özeleştiri niyetiyle dile getirilseydi, (ki yine Cumhurbaşkanı oldu bu özeleştirileri zaman zaman yapan) evet oyları çok daha yüksek çıkabilirdi.
Sonuçlar 7 Haziran'a benziyor (Ahmet Taşgetiren/Star)
Star yazarı Ahmet Taşgetiren ise referandum sonuçlarının 7 Haziran'a sonuçlarına benzediğini yazdı. Taşgetiren "1 Kasım'a gelirken, parti kadroları geniş bir “problemi okuma” çalışması yapmıştı. Bugün okumaya yeniden başlamak lazım" dedi.
Ahmet Taşgetiren: Sonuç 7 Haziran'a benziyor
YSK'nın seçime gölge düşürmeye hakkı yoktu (Abdülkadir Selvi/Hürriyet)
Hürriyet gazetesi köşe yazarı Abdülkadir Selvi referandum sonuçlarını yorumladı. Selvi yazısında YSK'yı da eleştirdi.
Selvi, 'Bundan sonra bizi ne bekliyor?' başlıklı yazısında özetle şunları söyledi: Referandum sonuçlandı; 17 Nisan sabahı yeni bir Türkiye’ye uyandık. Referandumdan 'evet' çıktı ama millet sandıkta, iktidar ve muhalefetin çok iyi değerlendirmesi gereken mesajlar verdi.Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Erdoğan suları tersine akıttı. Çünkü başkanlık sistemine olan kamuoyu desteği hiçbir zaman yüzde 35’in üzerine çıkmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu oran hiçbir zaman yüzde 25-30’un üzerine çıkmadı”diye ifade etti. Referandum sonucuna baktığımızda Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimindeki oylarını aldı. Zaten referandum sonucunda yaptığı açıklamada, “Milletin şahsıma olan güveninden dolayı teşekkür ediyorum” dedi. Referandumdan çıkan sonucun mutlaka siyasi sonuçları da olacak. Çünkü 16 Nisan’la birlikte siyasette yeni dengeler ortaya çıktı. Ama öncelikle AK Parti’nin bu sonuçları önüne koyup, ciddi bir özeleştiri yapması gerekiyor.
Buyurun size katıksız bir “Pirus zaferi” (Halil Berktay/Serbestiyet)
Aşikâr ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 2002’den bu yana geçen 15 yılın bütün başarılarını, olanca kimlik ve aidiyet birikimini, âdetâ siyasî sermayesinin tamamını bu anayasa değişikliği ve aşırı güçlendirilmiş başkanlık sistemi uğruna ortaya sürmesi, bizzat kendi partisini çok zorladı ve çatırdattı. Şimdi bunun da faturasını Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Bülent Arınç gibi “olağan şüpheli”lere çıkarmak tabii çok kolay -- ama bir o kadar da yanlış olur kuşkusuz. Sormak gerekmez mi: acaba bu küsmelerde, kırgınlıklarda, tasfiyelerde, kenara itilmelerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en azından cevaz verdiği tutum ve politikaların hiç mi payı yok? Bu da bir “dar çizgi” tezahürü ve sonucu değil mi? Pelikancılar AKP’nin bu gibi kıdemli kadrolarına olanca hoyratlıkları, kadir kıymet bilmezlikleri içinde saldırdıkça (saldırtıldıkça), küskünlüklerin ve fay hatlarının belirginleşmesi “kendi kendini doğrulayan bir kehanet” (self-fulfilling prophecy) halini almadı mı?
Güçlü bir özeleştiriyi mecbur kılan zafer (Kenan Alpay/Akit)
AK Parti ve MHP’nin 1 Kasım seçimlerinde aldıkları oy oranı üzerinden yürütülen hesaplar büyük oranda boşa çıktı. AK Parti, Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek başına aldığı oyla iktifa etti ki bu husus Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi kurduğu partisini dahi aşan meşruiyet ve desteğini bir kez daha teyid etmiştir. MHP hesabına çok söz söylemenin fazlaca bir manası yok. Asıl olarak referandum sürecinin sahibi AK Parti ve Hükümet’tir. Üstelik iktisadi, siyasi, kültür ve medya alanında tartışmasız bir hâkimiyeti söz konusuyken İstanbul ve Ankara’da ortaya çıkan sonuç ciddi bir kriz işaretidir. Aynı durum klasik CHP haritalarının daha da genişleyerek Antalya, Adana, Mersin, Balıkesir, Denizli, Uşak, Manisa gibi beldelere de sirayet etmesiyle daha bir sıkıntılı hal almıştır.
İstanbul ve Ankara’da beliren gidişat ciddi bir muhasebeyi gerekli kılmaktadır. İstanbul’da neredeyse haftada bir müjdesi verilen yeni metro hatları, boğaz geçiş projeleri, kültür ve iletişim veya çevre ve kentsel dönüşüm gayretleri neden acaba yeterince destek oluşturamadı? Benzer bir durum Ankara için de geçerli; sosyal medya fenomeni gibi popüler olan başkanın zenginlik üretilen sahada bıraktığı eksikler gedikler, izahı zor işler mi var acaba?
Gönül yıkan yıkılır (Ömer Lekesiz/Yeni Şafak)
Bu manada yüzde 51.4'lük evet oyunun, kendi ve ciğer hikayesinden mülhem olarak toplamalar ve çıkarmalar eşliğinde değerlendirilmesinin, ekran bülbüllerine laf üretme imkanı sağlıyor olsa da pratikte hiçbir faydası yoktur. Velev ki, MHP'den bir evet oyu gelmemiş olsun, bu partinin ilgili anayasa değişikliğinin önünü açmış olması bile büyük bir kıymeti haizdir.
Bu bakımdan MHP'yi, Devlet Bahçeli'yi dövmeye kalkışmak akılla, izanla, siyasetle bağdaşmadığı gibi, AK Parti'nin içindeki çöplerin halının altına süpürmesini de makul ve mazur gösteremez. AK Parti'nin bizzat içinde olmaları bakımından işin bu kısmını iyi bilen arkadaşlarımız, onunla ilgili dahili sorunları, dertleri anlatıyorlar ve sanırım anlatmaya da devam edecekler. Ben AK Partili olmadığım için konuya bu yanıyla (iç eleştiri yönüyle) dahil değilim.
Ben “tek adamcıyım” ve bu nedenle, bidayetinden beri sevdiğim ve sevmeye devam edeceğim Recep Tayyip Erdoğan'a göre konuşmak durumundayım. Bu da beni konunun insan ilişkileri, diğer bir söyleyişle ahlaki boyutu üzerinde tutmaktadır. Bu bahiste gördüğüm, AK Partili yöneticilerin belli bir kısmının, Erdoğan'ın yoksullarla, mazlumlarla, garibanlarla, sıradan insanlarla kurduğu asil ilişkiden kopmuş olmalarıdır. Bunu derken salt ev ziyaretlerini, fakir sofralarına oturmaları kastetmiyorum. Onların küçük dünyalarını genişletmeyi, endişeyle harlanmış yüreklerini serinletmeyi, hüzünlü kalplerine küçük sevinçler yüklemeyi kastediyorum.
Fazla söze ne hacet! Küçükçekmece'nin oy oranlarına bakın! Ben burada yaşanan olumsuzluğun büyük ekonomik ilişkilerle, ulaşım, eğitim, alt yapı problemleriyle kayıtlı olduğunu hiç sanmıyorum. Sıradan bir vatandaş olarak, Cennet Mahallesi'nde mukim bir vatandaşın gözüyle bakıyorum ve onun diliyle E5'teki steril toplu konutları, göl kenarındaki heyulaları oralara dikerek, benim ufkumu kim kapattı, güneşimi kim çaldı, manzarama kim tecavüz etti diye soruyorum. Dişimle, tırnağımla yapabildiğim tasarrufa emekli paramı katıp, denize, göle bakarak ölmeyi seçtiğim bu mekanları kim hangi hakla işgal etti? Ben kimseden bir şey istemiyorum ama kimsenin zikrettiğim yolla hayallerimi ve küçük imkanlarımı çalarak gönlümü kırmasını da istemiyorum.