Kılıçdaroğlu: Binali Yıldırım’ı istifaya barolar çağırmalı
İnternet medyası temsilcileri ile görüşen CHP Genel Başkanaı Kemal Kılıçdaroğlu: "Yargıya olan güven yüzde 30’lara düşmüştür” diyen bir Yargıtay Başkanı varken bu ülkede ben YSK’nın nesine güveneceğim? Binali Bey’in tablosuna itiraz edecek olan kim? Türkiye Barolar Birliği. Barolar, hukukçular itiraz edecek buna. 'Anayasa'yı ihlal ediyorsunuz' diyecekler.
ANKARA - CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Genel Merkez’de internet medyasının temsilcileriyle bir araya geldi. Gazetecilerin gündemdeki konularla ilgili sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu, “YSK’ya güvenmiyoruz” sözlerine açıklık getirdi. “YSK’ya değil halka güveneceğiz” diyen CHP Genel Başkanı, AK Parti’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğu halde TBMM Başkanlığı görevinden istifa etmeyen Binali Yıldırım’ı istifaya davet etmesi gerekenin de Türkiye Barolar Birliği, barolar ve hukukçular olduğunu söyledi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun gazetecilerin sorularına verdiği yanıtlar şöyle…
CHP milletvekillerinin oluşturduğu fon iktidarı çok rahatsız etti. İlginç bir haber de yansıdı medyaya. Tazminat davası nedeniyle satmak zorunda kaldığınız eviniz nedeniyle eşiniz Selvi Hanım’ın size tepki gösterdiği bile yazıldı.
Öyle mi ben okumadım.
Aday tanıtım töreninde Selvi Hanım ile sizin yan yana fotoğrafınızın da bu gerginliği yansıttığı yorumu yapılmıştı o haberde. Böyle bir gerilim var mı aile içinde?
(Kahkahalar ile gülerek) Yok tabii. Eşimle bu konuda herhangi bir tartışma söz konusu bile değil. Milletvekili arkadaşlarımızın fon kurmak için bir araya gelmelerinden gerçekten haberim yoktu. Ben de gazetelerden okudum. Sonra Engin Özkoç arkadaşımız geldi bana bilgi verdi biz böyle bir fon kurduk diye. Çok sayıda vatandaştan talep vardı. 'Biz de bu tazminat ödemelerine bir şekliyle katkıda bulunmak istiyoruz' diye. Ama biz o kapıyı açmak istemedik, doğru bulmadık. Tabii bu sadece benim için değil bütün CHP milletvekilleri için geçerli olan bir fon. Buna “Özgürlük ve Demokrasi Fonu” diyebiliriz.
'SİYASAL İKTİDARIN YARGIDA KURDUĞU BİR ÇETEYE KARŞI MÜCADELE EDİYORUZ'
Siyasal iktidarın yargıda kurduğu bir çeteye karşı mücadele ediyoruz. Çünkü bizim davalarımız özellikle belli mahkemelere düşürülüyor ve o mahkemelerin yargıçları siyasi otoritenin arzusu üzerine yenileniyor, oradaki dürüst hâkimler alınıyor başka yerlere atanıyor. Siyasi otoritenin talimatını yerine getirecek olan yeni yargıçlar atanıyor oraya. Onlar da delil toplamadan bugüne kadar Türkiye’de uygulanan Yargıtay kararlarıyla da artık içtihat haline gelmiş olan anlayışın tamamen dışında ağır para cezalarına hükmediyorlar. Buna karşı biz de bir “Özgürlük ve Demokrasi Fonu” kurduk. CHP’li milletvekilleri, genel başkanı, genel başkan yardımcıları, herkes düşüncesini özgürce dile getirecek. Böylece iktidarın ağır para cezalarıyla susturmak istediği bir siyasal parti karşı önlemini aldı ve dolayısıyla susmayacağını, bütün para cezalarına rağmen de düşüncelerini özgürce ifade edeceğini söyledi.
'BU FON YASAL BİR FON'
Bu fon yasal bir fon, yasa dışı bir fon değil. Fonun nerede kullanılacağı da belli. Adına biz fon diyoruz aslında öyle bir fon falan değil. Parayı bir yerde tutacağız, bir bankada. Eğer bir arkadaşımız siyasal söylemi nedeniyle ağır para cezasına mahkûm edildiyse tazminatını ödeyeceğiz. Daha sonraki yargı aşamalarını da bir şekilde izleyeceğiz.
'BÜTÜN BU DAVALARI, ADIM GİBİ BİLİYORUM, KAZANACAĞIZ'
Bütün bu davaları adım gibi biliyorum kazanacağız. Bu davaların tamamını kazanacağız. Erdoğan’ın özellikle ağır para cezaları vererek bizi susturmak istemesinin özünde kendisinin eleştirilmesini istemiyor. Özellikle haklı dayanakları olan eleştirilere Erdoğan tahammül edemiyor.
Hiç kazandığınız bir dava var mı?
Şu ana kadar bir davayı Anayasa Mahkemesi’nde kaybettim. O da Anayasa Mahkemesi, zamanında başvurmadığımızı iddia ettiği için. Onu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdük. Onun dışında kaybettiğimiz bir dava yok.
Ama ödediğiniz tazminatlar var…
Alt mahkeme onlar. Daha bunun yargı süreci var. Eğer Yargıtay daha önce aldığı kararlara yani içtihatlara uygun karar verecekse bu davaların tamamını kazanacağız. Ama diyelim ki Yargıtay da Saray’ın talebini dile getirirse Anayasa Mahkemesi ve AİHM’e götüreceğiz.
'ALT MAHKEMELER, SARAY’IN BEKLENTİLERİNE UYGUN, YÜKSEK CEZALAR VERİYOR'
Burada garip bir yöntem izleniyor, gazetecilere de çok büyük miktarlarda davalar açılıyor artık. Size açılan tazminatlar da çok yüksek değil mi?
Normalde Yargıtay’ın bugüne kadar verdiği kararlarda tazminat davalarında verilen para cezalarında karşı tarafın zenginleşmesine yol açmaması lazım. Ama öyle paralar, cezalar istiyorlar ki şimdi onu, evine haciz koyarak, banka hesaplarına haciz koyarak, aylığına haciz koyarak bir anlamda susturmak istiyorlar. Bu ağır para cezalarının tamamı alt mahkemelerde veriliyor. Henüz Yargıtay’ın bu konuda verilmiş bir kararı yok. Alt mahkemelerde ise Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu siyasi otoriteden aldığı talimatlar çerçevesinde, ben ona 'yargı çetesi' diyorum, belli mahkemelere yargıçlar atıyor veya yargıç orada dürüst davranacağı anlaşılıyorsa süratle değiştiriliyor, başka bir hâkim atanıyor. Dolayısıyla Saray’ın beklentilerine uygun yüksek cezalar verilmiş oluyor.
‘ERDOĞAN’A BEŞ PARALIK DAVA AÇIYORUM ÇÜNKÜ DEĞERİ O’
Siz yargıya çok başvurmuyorsunuz galiba?
Başvuruyorum. Hakaret davaları olduğu zaman ben Erdoğan için beş paralık dava açıyorum çünkü değeri beş para. Dava dilekçesinde de söylüyorum, beş para olmadığı için mecburen beş kuruşluk açıyoruz diye ama bu davayı kimse unutmasın beş paralık bir davadır çünkü muhatabımızın değeri beş paradır diye açıyoruz.
'TAZMİNAT DAVALARINDAN, YOKSUL ÇOCUKLARI OKUTMALARI KARŞILIĞINDA VAZGEÇİYORUZ'
Size yönelik ağır eleştiriler, sosyal medyadaki hakaretler, o konuda da gelen tazminatlar var…
Genelde sosyal medyada… Bazen savcılar tespit ediyorlar, davalar açıyorlar. Kişi pişmanlığını ifade ediyor, işte 'davadan vazgeçer misiniz' diye. Diyoruz, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne örneğin, davanın ağırlığına bağlı olarak, 5 çocuğa 10 çocuğa bir yıl süreyle fakir aile çocuğuna burs verirsen davadan vazgeçeriz diye. Bu çerçevede o davalardan da vazgeçiyoruz. Böyle epey var.
‘BÜTÜN YARGIYI AYNI KEFEYE KOYMUYORUM AMA YENİ ATANANLAR İKTİDARIN MİLİTANI GİBİ DAVRANIYOR’
Yargının bugünkü görünümü nasıl bir his uyandırıyor? Herhangi bir hâkimin karşısına çıktığınızda 'ben burada adil yargılanabilirim' gibi bir hissiniz var mı?
İki şeyi ayırmak gerekiyor. Bütün eleştirilerimize karşın yargıda gerçekten bir yargıcın davranabileceği titizlikte davranan, kararını veren, içtihatlara uyan, yasalara uyan yargıçlar ve savcılar var. Bütün yargıyı bir şekliyle aynı kefeye koymak doğru olmaz. Bunları ayrı bir yere koyuyorum. Ama bir de onun dışında özellikle yeni atanan hâkimler ve savcılar var. Bunların büyük bir kısmı siyasal iktidarın militanı gibi davranıyor. Örneğin seçimlere giren bir hâkim veya savcı kazanamıyorsa görevine dönemiyor. Yasada çok açık, net bir hüküm var. Siyasi görüşü ortaya çıktı, dolayısıyla kürsüde otururken onun artık tarafsız olmayacağına dair bir kanaat oluşur diye. Bu hüküm var olmasına karşın, özellikle 20 Temmuz sivil darbesinden sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yönetiminde fiilen görev alan pek çok avukat, hâkim veya savcı olarak atandı. Yasa bu kadar duyarlı davranırken yasayı tersinden dolanıp, siyasi partinin yönetiminde yer alan kişi yargıç atanıyor. Bunlar, dediğimiz yargı çetesini oluşturan gruplar. Büyük bir kısmı siyasi otoritenin beklentilerine uygun karar veriyorlar. O nedenle yargıya güven var mı, onu Yargıtay Başkanı söyledi zaten, “yargıya olan güven yüzde 30’a düşmüştür”… Yine iyi bir rakam yüzde 30, kabul etmek lazım. Aslında yargıya olan güvenin yerlerde süründüğünü hepimiz üç aşağı beş yukarı sokağa çıktığımızda görürüz. Adalet var mı diye sorun bu ülkede. Emin olun vatandaşların yüzde 99. 9’u 'adalet yok' diyecektir. Gerçekten de adalet yok bu ülkede.
‘YASALARA, ANAYASAYA UYACAĞIM DİYE NAMUSUNUZ VE ŞEREFİNİZ ÜZERİNE YEMİN EDİYORSUNUZ AMA BUNLARI İHLAL EDİYORSUNUZ’
Meclis Başkanı’nın tersinden aday olmasıyla da böyle bir süreç yaşanıyor bugün. Binali Yıldırım’ın Meclis Başkanlığı’ndan istifa etmemesi söz konusu. Anayasaya aykırılık iddiası konusunda sessiz kaldığınız eleştirileri var?
Türkiye’de bir yazılı anayasa var ama ülkeyi yöneten otorite bu anayasaya uymuyor. Çünkü anayasaya uymak, kurallara uymak, onun için görevinin engellenmesi sonucunu doğuruyor diye bir düşüncesi var. Bunu da zaten değişik ortamlarda dile getirdi. Yani güçler ayrılığı ilkesine ben uymayacağım diyor. Anayasa ve yasalar bir kişi için çalışmıyor. Eğer tepedeki kişi anayasayı ve yasaları ihlal ediyorsa, ona uymuyorsa bunun izdüşümü olan TBMM Başkanı, onun izdüşümü olan milletvekilleri, onun izdüşümü olan belediye başkanları da 'biz de uymuyoruz' diyorlar.
Bunlar parlamentoda çoğunluğu oluşturdukları için bir yaptırım söz konusu değil. Aslında yasalara uymak anayasaya uymak her şeyden önce ahlaki bir sorun. Yani yasalara uymamak ahlaki bir sorun. Siz yasalara uyacağınıza dair namusunuz ve şerefiniz üzerine parlamentoda yemin ediyorsunuz. Ama yasayı da ihlal ediyorsunuz, anayasayı da ihlal ediyorsunuz ve dönüp topluma ‘ne var burada bir şey yok ki, ben ihlal edebilirim’ diyorsunuz. Yani kendinizi yasaların ve anayasanın üzerinde bir yerde konumlandırıyorsunuz.
‘BİNALİ YILDIRIM’IN ANAYASAYI İHLALİ KONUSUNDA SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN MÜCADELE ETMESİ LAZIM’
Ne yapmak gerekiyor buna karşı? Şimdi buna karşı yapılması gereken, toplumun bilgilendirilmesi. Toplumun özellikle kendisini yasaların, parlamentonun hatta milletin üstünde gören, onlara karşı biraz kibirle bakan bir anlayışa toplumun dur demesi lazım. Bunun yolu yöntemi budur. Demokratik yollarla bunun mücadelesinin yapılması lazım. Kim yapacak bu mücadeleyi? Bu da önemli. Bu mücadeleyi halk adına medya, radyosu, televizyonu, yazılı basını, internet medyası yapacaklar. İki, barolar yapacak çünkü barolar bir ülkede en önemli hukuk kurumlarıdır. Onların yapması gerekir. Üç, hukuk adına sivil toplum örgütleri var. Dört, onun dışında diğer sivil toplum örgütleri… Bir uçtan öbür uca kadar bütün sivil toplum örgütleri, onlar da demokrasiyi savunmak zorunda, hukuku, hukukun üstünlüğünü savunmak zorunda.
Sendikaların varlık nedeni nedir? İşçinin hakkını savunmaktır. İşçinin hakkını nasıl savunacak? Demokratik ortamda savunacak, hukuk varsa savunacak.
Bugün parlamentodaki ikinci büyük partinin genel başkanının ve milletvekillerinin seslerini kesmek için, yargıyı kullanan bir otorite varsa ve bu otorite baskın olarak ortaya çıkıyorsa yarın sendikaların, sivil toplum örgütlerinin de sesini kesecektir eğer mücadele etmezse. Dolayısıyla teslim olmak değil demokrasiden yana, özgürlükten yana mücadele etmek gerekiyor. Siyasal partiler, sendikalar, barolar, sivil toplum örgütleri vs. ve sokaktaki vatandaş… 'İşsizim' diye bağırıyor, geçen Kayseri’de var, 'belediye başkanı bana iş vermedi, şu vermedi, bu vermedi' falan. İyi de ekonomiyi bu hale getiren oradaki belediye başkanı mı, hayır, ülkeyi yönetenler. Ona bu bilincin verilmemesinin sorumluluğu kimde? Erdoğan’ı hiç suçlamıyor, onu ayrı bir yere koyuyor. Aslında onun işsizliğine yol açan kişi Erdoğan, tepedeki kişi. Dolayısıyla vatandaşa bu siyasal bilincin de verilmesi lazım. Vatandaşın bunu öğrenmesi lazım; ‘ben işsiz kalıyorsam, haklarımı alamıyorsam, devlet sosyal anlamda sosyal devlet olarak görevini yerine getirmiyorsa ve bunu ihmal ediyorsa en başta sendikalar olmak üzere ortak mücadele etmek gerekiyor.
Bu mücadeleyi yaparken de bu kurulların, siyasal partilerden en aşağıdaki sivil toplum örgütüne kadar, meslek kuruluşlarına kadar, bütün bu kurulların korkuya teslim olmaması lazım. Bu tür demokrasi talepleri, demokrasi mücadeleleri, hukukun yeniden inşası, çağdaş demokratik bir anayasaya kavuşmak sıradan bir olay değildir. Köklü, kalıcı bir mücadeledir ve bu mücadeleyi yürütecek olanlar eğer birlikte hareket edebilirlerse sizin söylediğiniz o hukuka uygunluk, anayasaya uygunluk bu süreç kendiliğinden gelmiş olur.
‘BİNALİ BEY İSTİFA ETSE NE OLUR, ETMESE NE OLUR!’
Bu bağlamda yerel seçimleri önemsiyoruz. Binali Bey istifa etsin mi etmesin mi? İstifa etse ne olur, etmese ne olur! Hukukun olmadığı bir yerde, anayasanın açıkça ihlal edildiği bir yerde, Binali Bey istifa ederse çok iyi olacak, istifa etmezse çok kötü olacak… Ne yaparsa yapsın, Binali Bey sonuçta İstanbul’dan kalkacak Ankara’daki makamına oturacak zaten, zaten oturuyor. Onun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olma gibi bir derdi yok zaten, öyle bir düşüncesi de yok. Talimat geldi, talimatın gereğini yapıyor. Zaten demokrasiyi yozlaştıran temel anlayış da bu. Bir kişinin talimatıyla bütün işlerin yürümüş olması. Bu geniş kitlelerin yani bir kişinin talimatına uyan kitlelerin akıllarını bir kişiye kiraya vermeleri anlamına geliyor.
Binali Yıldırım'la ilgili Devlet Bahçeli önce, “istifa etmesine gerek yok” dedi ama sonra İçtüzük'teki “vekalet” yöntemine başvurabileceğini söyledi... Bu bir geri adım mı?
Bahçeli'nin bütün derdi 'AKP tabanından nasıl oy alırım'. Erdoğan da herkes de bunun farkında.
‘BİNALİ BEY’İN ADAYLIĞINA İTİRAZ EDECEK OLAN TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ, BAROLAR VE HUKUKÇULARDIR’
Bu konuda CHP'ye de bir eleştiri var, CHP toplumu bilgilendiren sert bir muhalefet yapmıyor diye.
Dün Parti Meclisi'nde de söyledim: Eleştirilecek konu -bunu Binali Bey’den bağımsız olarak söylüyorum- diyelim ki bir kamu fabrikasının satışıyla ilgiliyse, herhangi bir sendikayla ilgiliyse, doğrudan ilk tepkiyi bir siyasal partinin vermesini doğru bulmuyorum. Nedeni şu, demokrasilerde önce işin ana aktörünün buna tepki göstermesi lazım. Her şeye siyasetçi atladığı zaman sivil toplum örgütlerinin talepleri, beklentileri, eleştirileri kaybolup gidiyor. Binali Bey’in tablosuna itiraz edecek olan kim? Türkiye Barolar Birliği. Barolar, hukukçular itiraz edecek buna. 'Anayasa'yı ihlal ediyorsunuz' diyecekler. Biz zaten söylüyoruz ama biz dominant olarak çok öne çıktığımızda bütün sivil hayatı öldürüyoruz. Tipik örnek vereyim. Gezi olaylarında Taksim açılmadığı için biz müdahil olduk, Taksim'i açtık, mitingimizi iptal edip, Taksim'i açtık ve tekrar geri çekildik. Niçin? Biz oraya girdiğimiz zaman olay CHP'nin olacaktı. Oradaki gençlerin verdiği emeği istismar eden parti durumuna düşecektik.
‘BİNALİ BEY’İN İSTİFASI KONUSUNDA CHP ÖNE ÇIKARSA O ZAMAN BAROLARI ÖLDÜRÜRÜZ’
Demokrasilerde siyasetçilerden çok daha önemli olan unsur sivil toplum örgütleridir. Siyaset bilimciler şunu söylüyor, önümüzdeki 50 yıl içinde siyasi partiler daha da zayıflayacak ama sivil toplum örgütleri daha da güçlenecek. Bu örgütlerin güçlenmesi lazım. Bizim de siyasetçi olarak bu örgütlerin güçlenmesine katkı vermemiz lazım. Onların medyada yeterince sesi çıkmıyorsa, onların sesinin çıkacağı ortamları bizim hazırlamamamız lazım. O zaman şöyle bir tablo çıkıyor, biz bunu yaptığımız zaman daha güçlü bir demokrasi platformu ortaya çıkıyor. Çünkü demokrasiyi ancak böyle yaşatabiliriz. Demokrasi dediğimiz zaman belki de CHP tarihinde gidip ben Mazlum-Der’i ziyaret ettim, CHP'ye destek vermediğini biliyordum, Hak-İş'i de ziyaret ettim, CHP'ye destek vermediğini biliyordum ama onların güçlenmesi lazım çünkü onlar da bir gün gelecek demokrasiyi savunmak zorunda kalacaklar. O yüzden Binali Bey'in istifası konusunda dominant olarak CHP eğer çok öne çıkarsa tamam, söyleriz onu ne olacak yani ama baroları öldürürüz o zaman. Bir hukuksuzluğun, bir siyasal partinin dilinden değil de o konuda emek vermiş ve topluma da bir anlamda söylemiyle güven vermiş kurumlar tarafından dile getirilmesini ve bizim de onu desteklememiz gerektiğine inanıyorum. Böyle bir bakış açım var.
‘EKONOMİ TARTIŞILMASIN, KISIR ÇEKİŞMELERLE BU İŞ DEVAM ETSİN İSTİYORLAR’
Binali Yıldırım 'seçim siyasi bir faaliyet değildir' dedi. Tartışmanın buraya odaklanmasının AKP tarafından bilinçli olarak yapıldığı yorumu da var.
Olabilir. Ekonomi tartışılmasın istiyorlar, projeler tartışılmasın istiyorlar. Kısır çekişmelerle bu iş devam etsin istiyorlar. Gerçi hukuka uymamak bir kısır çekişme değil, onun altını özenle çizmek isterim. Anayasa ihlali bir kısır çekişme değil ama bunların yetkin çevreler tarafından dile getirilmesi demokrasilerde çok değerlidir. Medyanın, baroların dile getirmesi demokrasilerde çok değerlidir.
Biz hiçbir siyasi partinin yapmadığı şeyleri de yaptık. Örneğin, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve DİSK’i kıdem tazminatı konusunda bir araya getirdik ve çıktılar, konuştular. Çünkü kıdem tazminatı sadece TÜRK-İŞ’in, sadece HAK-İŞ’in, sadece DİSK’in olayı değildi. Bütün işçileri, bütün sendikaları ilgilendiren bir olaydı. Taşeron işçileri dile getirdik ki sendikalardan çok daha güçlü bir biçimde dile getirdik bu konuyu.
‘ALANLARA ÇIKACAKLAR, PROTESTO YAPACAKLAR’
Sözünü ettiğiniz kuşatılmışlık sivil toplum örgütleri için de geçerli. CHP’nin yapmadığını onlar nasıl yapsın? Ve sizin, “Yüksek Seçim Kurulu’na güvenmiyoruz” sözünüz 'seçim sonucuna nasıl güveneceğiz o zaman', sorusunu getiriyor akla. Siz YSK’ya güvenmezken bu örgütler nereye müracaat edecek?
Eğer işçi hakkı zedeleniyorsa sendikaların mücadele etmesi lazım. Eğer sendikalar mücadele etmeyip haklarını aramayıp bir siyasal parti bizim hakkımızı dillendirsin deniyorsa o yöneticiler görevini bırakmalı. Onlar işçi haklarını savunan kişiler değildir. Bunu her yerde söyledim, ben bunlara sendika ağaları, işçinin parasıyla geçinen ağalar diyorum. Bu bağlamda sendikacı eğer bir işçi hakkı ihlali varsa TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, hangi görüşten olursa olsun ortak hareket etmek zorundalar. Nasıl ortak hareket edecekler? Alanlara çıkacaklar, protesto yapacaklar vs. Cam çerçeveyi kıracaklar değil. Demokratik yollardan mücadelelerini sürdürecekler. Batıda, çağdaş demokratik bir ülkede nasıl yapılıyorsa bu öyle yapılır. Siyasi partiler ziyaret edilir, siyasi partilerden destek istenir. Biz bunların hepsini yaparız.
‘ERDOĞAN, GREVLERİ ERTELİYORUZ DİYOR, SENDİKALARDAN GÜÇLÜ BİR SES ÇIKMIYOR’
Sendikacıları en fazla eleştiren kişi benim ama TÜRK-İŞ Genel Kurulu'nda şunu söyledim, “Sizi en fazla eleştiren benim çünkü ben sizden biriyim. Benim hakkımdır sizi eleştirmek”... İşçi sendikalarının da mücadele ederek hak alması lazım. 12 Eylül darbesi, bütün haklarını ellerinden aldı. Şimdi 20 Temmuz darbesinden sonra aynı tablo var. Sürekli grevler erteleniyor. Bakanlar Kurulu kararıyla erteleniyor ve Erdoğan çıkıp şu açıklamayı yapıyor işverenler toplantısında, ‘OHAL niye var? Bütün grevleri erteledik’ diyor. Yani OHAL’in, işçilerin hak aramasının engellenmesinin bir gerekçesi olarak sunuyor ve buna işçi sendikalarından gördüğüm kadarıyla çok ciddi bir tepki gelmedi. Bu neyi gösteriyor? Sendikaların gerçek anlamda birer işçi sendikası olmadığını gösteriyor. Bunları güçlendirmemiz lazım. Bunlara biraz destek vermemiz lazım. Ya korku ikliminden çıkıp bir şey söyleyemiyorlar ya da tamamen teslim olmuşlar.
'YSK’NIN NESİNE GÜVENECEĞİM!'
YSK’ya güven… “Yargıya olan güven yüzde 30’lara düşmüştür” diyen bir Yargıtay Başkanı varken bu ülkede ben YSK’nın nesine güveneceğim? Yasada açık diyor ki, mühürsüz oy pusulaları geçersizdir diyor. YSK karar alıyor, 'hayır bunlar geçerlidir' diye. Nesini kabul edeceğiz bunun!
‘MAHKÛMLARLA İLGİLİ KARAR, YSK’NIN ADALET BAKANLIĞI TARAFINDAN YÖNLENDİRİLDİĞİNİ GÖSTERİYOR’
Hapishanelerle ilgili, tutukluların bulundukları yerlerde değil de nüfus kayıtlarının olduğu yerde oy kullanmaları gerekir diye bir karar alındı. Sanki oraya gönüllü gitmiş de, YSK da buna evet diyor. Bu da YSK’nın Adalet Bakanlığı tarafından yönlendirildiğini gösteriyor. YSK üyelerinin önüne Adalet Bakanlığı tarafından birer dosya konuldu. O dosyanın içinde hangi hapishanede hangi partiye ne kadar oy çıktığına dair rakamlar da vardı. Bütün bunlara baktığınız zaman YSK, siyasal iktidarın güdümünde olan bir kurul. Biz YSK’ya bu nedenle güvenemeyiz.
‘YSK’YA DEĞİL HALKA GÜVENECEĞİZ’
Kime güveneceğiz? Halka güveneceğiz. Bizim güvendiğimiz yer YSK değil ki, halka güveneceğiz. Sandıkları kontrol edeceğiz. Şunu düşünebilir misiniz? Örneğin İngiltere’de, Güney Kore’de veya Japonya’da bir seçim olacak ve bir siyasal parti diyecek ki ben bütün ıslak imzalı tutanakları mutlaka toplamak zorundayım. Yok böyle bir şey ama biz bunu Türkiye’de yapmak zorundayız. Fransa’da seçim olacak da oradaki bir parti diyecek ki, biz bütün ıslak imzalı tutanakları toplayalım, acaba burada bir hile oldu mu diye. Bu Türkiye’de demokrasinin olmadığını, YSK’ya güvenin olmadığını, YSK’nın görevini yapmadığını, tamamen siyasi otoritenin etkisi altında kaldığını gösteriyor.
‘SANDIK TEK BAŞINA BİR SİYASAL PARTİYE MEŞRUİYET KAZANDIRMAZ’
Bir de şu var, sandık tek başına bir siyasal partiye meşruiyet kazandırmaz. Diyelim ki bütün tutanaklar da olsa ve seçimi X partisi kazansa, eğer adil koşullarda bir seçim yapılmamışsa o seçim kazanan siyasal partiye meşruiyet kazandırmaz. İyi ve adil işlerin yapılması lazım. Şöyle düşünün, iki boksör ringe çıkacak. Hakem rakiplerden birisi için diyor ki, 'şunun elini kolunu bağlayın ağzına da bant yapıştırın'. Öbürüne de diyor ki, 'uluslararası kurallara göre ne gerekiyorsa serbest bırakın'. Düdüğü çalıyor, 'buyurun, yarışın' diyor. Birisinin eli kolu ağzı bağlı, öbüründe her şey var ve rakibini sürekli dövüyor. Düdüğü çalıyor ve hakem diyor ki 'bu yenildi, diğeri galip geldi'. Bizde de aynı tablo. Medya onların kontrolünde, bürokrasi, yargı tümüyle onların kontrolünde. Her şey onların elinde. Muhalefet için de ne kadar olumsuz tablo varsa onları bize yaşatıyorlar ve ondan sonra diyorlar ki, 'biz seçimi kazandık ve meşruyuz'. Hayır, siz meşru değilsiniz. Meşru olma şansları yok çünkü adaletli bir ortamda olmadı. Eşit şartlarda olur, birisi kazanır, dersiniz ki, tamam o kazandı.
‘SANDIĞA GİTMEZSEK DEMOKRASİ MÜCADELESİNDEN TÜMÜYLE VAZGEÇMİŞ OLURUZ’
Adil koşullarda yapılmıyor seçimler. O zaman sandığa hiç gitmeyelim gibi tepkiler de var. Niye gitmeyelim? O zaman demokrasi mücadelesinden tümüyle vazgeçeceğiz. Biz bütün bu olumsuzlukları bilerek her türlü mücadeleyi yapmak zorundayız çünkü bizim sadece bugünün kuşaklarına karşı değil gelecek kuşaklara karşı da sorumluluğumuz var. O mücadeleyi vermek zorundayız.
'SEÇMEN KIZDI VE HAKLI... 24 HAZİRAN GECESİNİ BİZ İYİ YÖNETEMEDİK'
Seçmende bir küskünlük var ama sizle de ilgili. 'Sandığa gitmeyelim, bir şey değişmiyor' gibi bir algı var.
Seçmende bir küskünlük var. AK Parti’nin bir trol grubu var, bunu besliyor. 'Sandığa gitmeyelim' vs. Biraz da sol jargon kullanarak bunlar yapılıyor. Bilinçli seçmen sandığa gidecektir. Seçmen, bizim tabanımız küstü mü? Evet küstü. Kızdı mı? Evet kızdı. Haklı mıydı? Evet, haklıydı. O geceyi iyi yönetemedik, doğru. Onu da söylemek zorundayız zaten. Yönetemedik o geceyi. Daha sağlıklı, sağduyulu yönetebilirdik o geceyi, yönetemedik. Bunun sorumlusu kimdir? Sorumlusu biziz. Gidip de oy kullanan vatandaşa bunun sorumlusu sensin gibi bir kolaycılığın içine girmemek gerekiyor. Ancak o insanları, o arkadaşları kazanmamız lazım.
‘HİÇBİR SİYASİ PARTİDE OLMAYAN DİJİTAL ALTYAPI BİZDE VAR’
24 Haziran akşamı seçmenin beklentilerini boşa çıkaran o durum 31 Mart akşamı da yaşanır mı?
Hiçbir siyasi partide olmayan dijital altyapı bizde var. Siz bu kadar haber yapıyorsunuz, bir evde şu kadar seçmen kaydı bulundu, Hakkari’de bu bulundu, 164 yaşında seçmen kadın bulundu. Bunların tamamının kaynağı biziz. Bunları sivil toplum örgütlerine, diğer siyasal partilere de veriyoruz. Alın bakın, bu tablo var diye. Biz o altyapıyı, denetim olarak yapıyoruz. Örgütlere talimat veriyoruz. Gerçekten iyi çalışıyoruz. Sadece yüz ve üstü olanları çıkartıyoruz bir programla ve gönderiyoruz bunları araştırın diye. Sonra şunu yapıyoruz, aynı evde farklı soyadları olan kişiler var mı, hepsi taranıyor. Diyelim aynı evde yedi kişi oturuyor ve hepsinin soyadı farklı. Şuna da bakıyoruz, bunlar daha önceki seçimde nerede oy kullanmışlar? Örneğin Rize Kalkandere’de kullanmışlar, şimdi ise Üsküdar’da. Bütün bunları çıkarıyoruz ve gönderiyoruz. Normalde bizim işimiz gidip propaganda yapmak, bu değil ama bu YSK ile biz görevimizi yapıyoruz. Örgütleri hareketlendiriyoruz. Sivil toplum örgütlerine de bu desteği veriyoruz. Adil Seçim Platformu’nun varlık nedeni de biziz. Her türlü bilgiyi veriyoruz Adil Seçim Platformu’na. Gönüllü arkadaşlar çıktı mesela. Şanlıurfa’ya giden, bıçaklanan arkadaşlar.
‘SEÇMEN KAYITLARINDAKİ İDDİALARLA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAĞIZ’
Bu 164 yaşındaki kadını kim seçmen listesine yazdı? Adı olan ama soyadı olmayan kişileri kim yazdı seçmen listesine? Bunlarla ilgili suç duyurusu yapacağız. Bunlar çok rahat tespit edilir çünkü bu bilgiler dijital ortamda giriliyor. MERNİS’de bu bilgiyi kim, hangi gerekçeyle, hangi bilgisayarda girdi? Savcılığa suç duyurusunda bulunacağız. Normalde bu bizim görevimiz değil. Normalde adaletli işleyen bir devlet mekanizması bunu yapmak zorunda ama onlar yapamadığı için biz devletin üstlendiği görevi yapmak zorunda kalıyoruz. Dünya kadar eleştiri alıyoruz biz ama bir Allah’ın kulu da çıkıp ya eleştirelim ama bunu da bunlar yapıyor demiyor. 164 kadın oy kullanacak ve ilk kez oy kullanacak. Bunu çıkarıyorlar, bu CHP uyuyor mu diye. Yahu arkadaş çıkaran biziz. İstiyoruz ki bunu geniş kitleler, sivil toplum vs. açıklasın.
Bir siyasal partinin söylediklerine vatandaş marj koyar. Dünyanın her tarafında bu böyledir. Siyasetçiye güvensizlik duyduğu bir çember ya da bir limit vardır. Yüzde yüz doğruyu da söyleseniz ona siyasetçidir diye mesafeli davranır ama o konunun uzmanı açıkladığında vatandaş ona marj koymuyor. Evet bu doğrudur, bak bu işleri biliyor, bu işi okumuş diyor. Biz de o uzmanlar açıklasınlar diye bu bilgileri onlara veriyoruz. Hakkari’de bir evde bilmem kaç kişi çıktı? E kim buldu? Biz bulduk arkadaşlar. Bütün programları yapıyoruz. İlk kez oy kullanacaklar… Parti üyesi olup seçmen listelerinde yer almayan binlerce kişi var. Hemen saptadık, bildirdik. Vefat ettiyse tamam, etmediyse hemen uyarın. Bizim bazı ilçelerimizde her apartman için listeler hazırlandı, oy kullanacaklar götürüldü o apartmanın kapısına yapıştırıldı. Bu da yapıldı. Bir kamu görevlisinin yapması gerekin biz yapmaya çalışıyoruz. Çalışmak zorundayız. YSK’ya güvenmiyoruz. Bu tablonun neresine güveneceksiniz! Bunun bir de takibi var. Bunu saptadık, YSK tarafından bunun iptal edilmesi gerekiyor. YSK’ya bildiriliyor bunlar. Bunların da takip edilmesi ve düzeltilmesi lazım. Bunları da yapıyoruz.
YSK’dan şimdiye kadar bildirdiklerinize bir cevap geldi mi?
Nüfus müdürlüklerine yapılıyor. Sonra YSK’ya yapılacak ama az önce söylediğim şikâyeti ilk kez yapacağız. O 164 yaşındaki kadın veya soyadı olmayan insanlar… Bunları kim yükledi diye onları cumhuriyet başsavcılığına şikâyette bulunacağız.
Başvuru ne zaman olacak?
Dilekçeler hazırlanacak, ondan sonra yapılacak.
‘SEÇİM GECESİ TÜM SANDIKLARA SAHİP ÇIKMAYA ÇALIŞACAĞIZ’
Seçim gecesi de çalışacağız. Bütün sandıklara sadece biz değil diğer siyasal partiler, gönüllüler, hep birlikte sandıklara sahip çıkmaya çalışacağız. Geçen seçimlerde yüzde 96 ıslak imzalı tutanakları topladık üç günde. Ağırlıklı kısmını aynı gece, alamadığımız kısmı da YSK’dan aldık. Bu seçimlerin diğer seçimlerden farkı, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri var. Daha geniş bir kitle seçime girdiği için denetimi daha rahat olacak.
'24 HAZİRAN GECESİ CHP’NİN İNTERNET SİTESİ ÇÖKMEDİ'
Bazı arkadaşlar çıktılar, efendim CHP’nin internet sitesi çöktü diye. Çöken bir şey yok arkadaşlar. Her yer böyle yazdı. Çökmedi ama yazıldı. Bir yerden bilgi geç geldi. Site çökmedi. Başka siyasi partinin de sandıkta görevlileri vardı, paylaşmıştık, oradan geç geldi. O parti ile seçimlerde işbirliği yapıyoruz. Sandıkların bir kısmını onlar, bir kısmını gönüllüler koruyorlar. Sandıkları korumadınız diye bir eleştiri de geldi. Bazen 10, 15 oy farkla seçimleri kazandık. Biz sandığı korumasaydık, 10, 15 oy farkla verirler miydi bize milletvekilliğini? 13 ayrı zor bölgeden milletvekili çıkardık. Bu bizim sandıklara ne kadar kararlılıkla sahip çıktığımızı gösteriyor. Bazı bölgelere doğrudur, yüzde 96’nın dışında mesela Şanlıurfa’ya gönüllüler gitti, bıçaklandılar arkadaşlar! Ne yapsaydık! Gidemediler belli yerlere, Erzurum ve Şanlıurfa. Belli yerlere ulaşmakta da güçlük çektik. Onu da söylüyoruz. Yüzde 96’sı alındı, bulundu. Ağırlık CHP’de, diğer siyasi partiler ve gönüllüler, sandıklara hep birlikte sahip çıktık.
‘AZİZ KOCAOĞLU BAŞARILI BİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI YAPTI’
İzmir aday adayı Aziz Kocaoğlu ile dünkü görüşmenizin gerilimli bir ortamda geçtiği yazıldı. Doğru mu?
Sayın Kocaoğlu dün geldi, görüşmek istedi. Tekrar aday olmak istediğini söyledi ben de 'aday adayı olabilirsiniz, sorun yok' dedim. Neden olmak istediğini ifade etti. Teşekkür ettik, ayrıldı. Bir açıklama yapacağını söyledi. Tabii, yapabilirsiniz dedik. Çünkü daha önce aday olmayacağını söylemişti. Başarılı bir belediye başkanlığı yaptı. Herhangi bir şaibeye bulaşmadı, belediyeyi iyi yönetti, bütün devlet baskısına rağmen iyi yönetti, sonra aday olmayacağını söyledi, 3 dönem adaylık yaptığını ifade etmişti. Bu kez tekrar aday olacağını söyledi.
'10-15 GÜN İÇERİSİNDE ADAYLARIN AÇIKLANMASINI BİTİRECEĞİZ'
Dün İzmir adayının açıklanmasını bu görüşme mi engelledi?
Dün hiç gündeme gelmedi ki İzmir Büyükşehir adaylığı. Bu görüşme ile ilgisi yok onun. Hayır, önce şunu yaptık; İzmir’de bize ait olmayan belediyeler üzerinde çalıştık. Dolayısıyla çalışma bunun üzerineydi. Onu çalıştık. Bir gece önce. Gecikme deniliyor. Geçen döneme baktığımızda bir gecikme yok. Büyük bir kısmı açıklandı. Daha erken açıklamak isterdik. Ama takdir edersiniz ki İYİ Parti ile görüşme var. Bu doğal olarak iki parti açısından da gecikme yaratıyor. Onlar da biz de tabanlarımıza soruyoruz, ek anket ihtiyacı doğuyor. Bu çerçevede değerlendirmek lazım. 10-15 gün içerisinde bunu bitireceğiz. Bir İzmir, bir İstanbul kaldı, ağırlıklı olarak.
‘AZİZ KOCAOĞLU’NUN KİŞİLERE DÖNÜK BİR REZERVİ BANA AKTARILMADI’
Kocaoğlu’nun Tuncay Özkan ve Tunç Soyer’in adaylığına karşı çıktığı, rezerv koyduğu iddiası da var.
Kişilere dönük rezervi var mı, böyle bir şey söz konusu mu, bana doğrudan aktarılmış değil. Böyle bir rezervi var mı onu bilmiyorum. İzmir’deki yakın çevresiyle görüşmelerinde bunu ifade etmişse bilmiyorum. İzmir medyasını çok yakından izleme şansım olmadı. Değişik haberler çıkabiliyor. Aslolan buradan çıkacak olan kararlar.
Kocaoğlu, daha önce CHP’nin siyaset üretecek, Türkiye’yi yönetecek bir mutfağı olmadığını ifade etmişti… İl örgütü üzerinde bu sözleri etkili olur mu?
O kurultay sürecinde yapılan açıklamalardı, o dönemin siyasi ortamında yapılan açıklamalar. Onlar çok geride kaldı diye düşünüyorum. Örgütün üzerinde Aziz beyin bu sözlerinin nasıl bir etkisi var onu bilmiyorum. Tek tek çağırıp il, ilçe başkanını bunu sormak aklımdan geçmedi. O belediye başkanıydı. Kurultay toplanması ile ilgili düşünceleri vardı. Hiçbir zaman neden kurultayda imza verdin diye birisini cezalandırma ya da özel önyargıyla yaklaşmak gibi bir düşüncem olmadı. Onlar eskide kaldı, bugüne taşımanın mantığı yok.
‘PARTİ İÇİNDEKİ ÇALIŞMALARI MEDYAYLA PAYLAŞMAYI DOĞRU BULMUYORUM’
İzmir’de Tuncay Özkan’ın anketlerde önde çıktığı gibi haberler var.
Diyorsunuz... (Gülümseyerek) Parti içinde yapılan çalışmaları medya ile paylaşmayı doğru bulmuyorum. Dün PM’de de söyledik. Adayları belirlerken sadece anketler değil, il başkanı, ilçe başkanı, vekiller bütün bunlar dikkate alınıyor. Dedim ki bir bölgede 3 aday varsa bazen bunlar bir araya gelip uyumlaştırılırsa yüzde 100 kazanıyoruz ama rakip olurlarsa seçimi kaybediyoruz. Birisinin ankette önde olmasının önemi kalmıyor o zaman. Adayları belirlerken bütün bunlar dikkate alınıyor.
Aday belirleme kriterlerinizde kadınlara bakışınız nasıl. Dezavantajlı gruplara bakışınız nedir?
Genç olmaları, kadın olmaları. Hepsi. İstiyoruz ve bunlar dikkate alınıyor. Kadın adayların özellikle daha fazla olmasını arzu ediyoruz. Sadece başkanlık değil, meclis üyeliklerinde de. Engelli adaylar ya da. Ne kadar listelere yansıyacak, onu göreceğiz. En son Amasya’da, Erzincan’da kadın adaylar oldu, büyük kentlerde de olacak.
‘BİZİM SAĞA YÖNELDİĞİMİZ YOK. BİZE OY VERMEYEN KİTLELERE ULAŞMAYA ÇALIŞIYORUZ’
Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan bu yana, CHP’nin sağ aday siyaseti yürüttüğü, söylem ve aday belirlemede sağ yönelimin sürdüğü eleştirisi söz konusu. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim sağa falan yöneldiğimiz yok. Sağa yönelen parti taşeron hakkını mı savunur, emekliye iki maaş ikramiye mi der, adalet yürüyüşü mü yapar? Biz, bize oy vermeyen geniş kitlelerin bizi dinlemesi ve onların sorunlarına ürettiğimiz çözümleri onlara anlatacağımız bir mecra yaratmaya çalışıyoruz. Biz yine yerimizde duruyoruz. Parti programımız meydanda. Demokrasi konusundaki düşüncelerimiz meydanda. Hepimizin ortak çabası demokrasi olmak zorunda. Çünkü geldiğimiz nokta demokrasiden yana olanlarla, demokrasiye karşı olanların noktasıdır. Dolayısıyla demokrasiden yana olan her kesimin bir yerde buluşması lazım. Kendini sağda konumlandıran ve demokrasiyi savunan birisiyle, solda konumlandıran ve demokrasiyi savunanın ortak hareket etmesi lazım. Bugünkü yoksulluğu, sömürüyü doğuran sistem, demokrasiyi rafa kaldıran sistem tek adam rejimidir. Yoksula yardımı lütuf olarak sunuyorlar oysa sosyal devletin zorunluluğudur. O lütuf anlayışından vatandaşı kurtarmak ve hakkın kardeşim dememiz lazım. Sen hak istiyorsun. Bunu söylüyoruz. Bizim sağa yönelmemiz vs. söz konusu değil, bildiğimiz yolda devam ediyoruz. Bizim oy almamız gereken kitlelere kendimizi anlatmamız lazım. ‘Biz rivayet olarak size yansıyan CHP değiliz. Toplumun her kesimini kucaklayan, her kesimine demokrasiyi, özgürlükleri getirmek isteyen bir partiyiz’ dememiz lazım. Saadet Partisi demokrasiyi savunuyorsa, ben de savunuyorum. Diğer partiler savunuyorsa ben de savunuyorum. Savunuyorlar diye karşı çıkacak halimiz yok. Ortak paydayı büyütme, bütün hedefimiz bu. Hak talep etme konusunda. Demokrasi dediğimiz zaman sol söylem, hak talebi dediğimizde sağ söylem oluyor. Oysa ikisi de aynı. Hak talebi ise ancak demokraside oluyor.
İYİ Parti dışında, Saadet Partisi ile de ittifak görüşmesi var mı?
Saadet Partisi ile de çalışıyoruz. Temaslarımız oluyor. İYİ Parti’nin oyu daha fazla olduğu için, görüşmeler biraz daha fazla oluyor. Saadet’in de adaylarının olduğu yerlerde, Adıyaman’da olduğu gibi destek vereceğiz. Şanlıurfa’da daha farklı bir tablo çıktı, bir bağımsız adayı hepimiz destekleyecek, böyle bir düşünce ortaya çıktı.
‘BU SEÇİMDE DE ÇATIŞMACI OLMAYAN BİR STRATEJİ İZLENECEK’
Kutuplaşma olduğunda iktidar seçimlerde avantajlı hale geliyor. Referandumda böyle olmadı ve büyük illerde “hayır” önde çıktı. Bu süreçte nasıl bir strateji izlenecek?
Aynı strateji izlenecek. Bir kutuplaşma, ağız dalaşı, çatışma değil tam tersine vatandaşın günlük yaşadığı sorunları aşmak için her şeyi yapacağız. Biz üreten belediyecilik, istihdam yaratan belediyecilik kavramını ortaya attık. Belediyeler istihdam yaratmak zorunda. Ve bunu yapacağız. Bunlar zaten bazı belediyeler tarafından uygulandı, hayata geçirildi ve büyük başarı sağlandı. En tipik örnek, kadın kooperatifleri kuruldu Merzifon’da. Önce gidelim mi, 'komünist işidir kooperatif' denildi. Dar bir grup buraya gitti, ürettiğini, evine ekmek götürdüğünü görünce diğer kadınlar biz de gelelim dedi ve halka büyüdü. Mersin’de, İzmir’de, Tekirdağ’da bunun örnekleri var. Binlerce dönüm mera ıslah edildi ve çiftçilere açıldı.
‘HANGİ AKIL YÖNETİYOR BİLMİYORUM AMA BU AKIL TÜRKİYE’Yİ FELAKETE SÜRÜKLÜYOR’
Özgür Özel’in, hem Erdoğan’ın hem Bahçeli’nin başka bir akıl tarafından yönetildiği iddiası var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hangi akıl yönetiyor bilmiyorum ama Türkiye’yi felakete götürüyorlar. Bu akıl Türkiye’nin beka sorununu gündeme getiriyor. 15 yıl önce bir beka sorunumuz yoktu, 10 yıl önce de, 5 yıl önce de. Neden birden bire ortaya çıktı? Çünkü Türkiye yönetilmiyor, savruluyor. Hiçbir alanda yönetilmiyor. Ve Türkiye freni patlamış bir kamyon direksiyonunda iki kişi oturuyor ve yokuş aşağı gidiyor. Ekonomi geldi çakıldı, işsizlik patladı, yoksulluk, intiharlar patladı. Tüm bunlara baktığınız zaman Türkiye akılcı politikalarla yönetilmiyor. Kim bu yönetim tarzını savunuyor, destekliyor, onların topluma karşı tarihe karşı sorumlulukları var. Tarih onları yazacak. Türkiye’yi bu tabloyla karşı karşıya getirenleri yazacak.
Kars aday adayınız CHP’de aday olamayınca istifa etti. Başka bir partiden aday oldu. Bu süreçteki tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir partiden aday adayı olan bir kişinin adaylaşmadı diye bir başka partiye gitmesi kişilik zaafiyetini gösterir. Doğru değil, bu bir siyasal kültürü, parti kültürünü de içselleştirmediğini gösterir. Normalde biri aday adayı oluyor sonra aday gösterilmeyince istifa ediyor. Daha sonra gelip partiye üye olmak istiyor. Bize böyle seçim kaybettirenler var maalesef.
Celal Doğan 'İYİ Parti’nin adayıyım' dedi, CHP ve İYİ Parti’nin adayı Doğan mı?
Bu konu net değil.
İstanbul ve Ankara’da oy deposu olan ve geçen seçimde kaybettiğiniz yerler var. Bu konuda liderler bazında görüşmeler olacak mı?
Henüz Meral Hanım’la bir araya gelmedik ama bazı yerler liderler arası görüşmelerde belirlensin deniyor. Daha o noktaya gelmedik.
‘DAMAT, YOKSULLUK NEDİR BİLMİYOR’
Ekonomideki son rakamları nasıl değerlendiriyorsunuz?:
Ekonomi de yönetilmiyor. Her şey damada teslim edilmiş vaziyette. Damat ‘her istediğimi yapabilirim, her söylediğime iş dünyası uymak zorundadır, sendikalar uymak zorundadır, insanlar uymak zorundadır’ diye bir komplekse sahip. Bir kibir abidesi olarak duruyor. Tüm söylemlerinde, televizyon programlarında, insanlar endişe ile izlerken o gülerek, sırıtarak, aşağılayıcı bir yüz ifadesi ile topluma mesaj veriyor çünkü yoksulluk nedir asla görmedi, el bebek gül bebek büyüdü, bir eli yağda bir eli balda büyüdü, toplumun gerçeklerinden kopuk birisi. Hazine’nin damada teslim edilmesi kadar vahim bir tabloyu Türkiye Cumhuriyeti asla yaşamadı. Türkiye Cumhuriyeti devleti halktan toplanan vergilerin damada teslim edildiği bir düzeni hiç görmedi. Ve bu damat tümüyle sorumsuz bir damat. Halka hesap vermeyen bir damat. Tam tersi halka tepeden bakan bir damat. Ona gücünü veren de kayınpeder. Sarayda oturan kibir abidesi. Tümüyle halktan kopuk, halkı aşağılayan, halkı kölesi olarak gören her söylediğini yerine getiren ve tüm söylemlerine itiraz etmeyen bir kitle olarak görüyor. Çünkü ne damatta ne de kayınpederde demokrasi kültürü yok. Geldikleri nokta bu maalesef.
‘ERDOĞAN, TÜM DÜNYANIN ŞAMAR OĞLANINA DÖNDÜ’
Tampon bölge tartışmaları var. Suriye’deki gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suriye politikası baştan beri yanlıştı. Yanlışlık Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olmasıyla başladı. Yanlışlık oradandı. Çünkü yönlendirilmişti, Ortadoğu’nun karışması gerekiyordu koçbaşı olarak da Erdoğan kullanıldı. Dünyanın pek çok ülkesinden terör örgütleri üyeleri Türkiye üzerinden Suriye’ye yönlendirildi. Silah gönderildi. Ve Ortadoğu kana bulandı. Ortadoğu’da ölenlerin, ölen çocukların, kadınların, yaşlıların vebali Erdoğan’ın boynunadır. Tüm bunların sorumlusu Erdoğan’dır, Erdoğan kaçamaz bir yere. Ortaya böyle bir tablo çıkmışsa bu tabloyu yaratan kişi Erdoğan’dır. Erdoğan öyle bir noktaya geldi ki batının egemen güçleri tarafından en rahat kolay kullanılan ve teslim alınan bir kişidir. Batının egemen güçleri Erdoğan’dan bu yüzden vazgeçemezler. Her alanda tarım alanında, Ortadoğu’da, sanayide, ekonomide kullandılar ve kullanmaya da devam ediyorlar. Erdoğan en kullanışlı kişidir şu anda ve batının egemen güçleri Erdoğan’dan vazgeçmezler.
Güvenli bölgeye yaklaşımınız nedir?
Ortadoğu’da dengeler bırakın her gün her saat başı değişiyor. Erdoğan konuşuyor, istediği kadar konuşsun kararı ABD ve Rusya veriyor. Erdoğan, en son Trump’ın Türkiye’yi aşağılayan, küçümseyen ‘sizi mahvederiz’ diyen söylemi karşısında, tıpkı ABD askerlerinin bizim askerlerimizin başına çuval geçirdiği gibi süreci sessiz götürdü. Hani ‘Ey Trump’ diyordun, esip gürlüyordun, dünya lideriydin? Dünyanın şamar oğlanına döndü farkında bile değil. Her gelenin tokat attığı bir kişidir Erdoğan. Merkel, Trump, Macron, Putin ne söylediyse Erdoğan koşulsuz yerine getirdi. İçeride esip gürledi. Onlar da bunu biliyordu, ‘içeride esip gürleyebilirsin ama arka kapıda benim her istediğimi yerine getireceksin’ dediler. O da getirdi.
‘TÜRKİYE HALKI SEÇİMLERDE TAVRINI DEMOKRASİDEN YANA KOYACAK’
Bütün bunlara rağmen Türkiye halkı demokrasiden yana tavrını seçimlerde ortaya koyacaktır. Asla bizim bu ülkenin aydın, siyasetçi, sivil toplum örgütü yöneticileri, kadınları, gençlerinin karamsarlığa kapılma hakları yoktur. En zor koşullarda demokratik mücadeleyi vermek bu toplumun ortak görevidir. Biz bunu yapacağız.
Baskılar olacak ama bunlar tam tersine bizim çalışmamızı kamçılayacaktır. Daha fazla mücadele edeceğiz ve göreceksiniz, Ankara, İstanbul, Bursa, Antalya, Mersin, Adana’da çok güzel sonuçlar elde edeceğiz. Tüm veriler bunu gösteriyor. Adaylarımız da çok iyiler. Onlara da baskılar var ama bütün bunları aşacağız. Gerçekten de Türkiye 31 Mart’ta, 1 Nisan’da güzel bir bahara uyanacak. Buna inanıyorum.
Türkiye’yi yönetecek kişi akılcı bir politika izleseydi Ortadoğu’da daha farklı bir projenin öncülüğünü yapardı. Biz buna Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı diyoruz. Türkiye, İran, Irak, Suriye, dört ülke bir araya gelip kendi sorunlarını kendi iç dinamikleri ve birikimleri ile çözebilirler. Egemen güçler dışında dört ülke kendi sorunlarını çözebilme kapasitesine sahipler. Türkiye gerçekten sağlıklı ve tutarlı bir Ortadoğu politikası izleseydi, Ortadoğu gerçekten barış havzasına dönüştürebilirdi. Dört ülke bir araya gelebilirdi. Daha sonra Mısır eklenebilir. Sonrasında İsrail de önemli bir aktör olarak eklenebilirdi. Amerika ve Rusya da gözlemci olurdu. 2013'ten beri bunun olması gerektiğini belirtiyorum.
Bölge haklarının kendi kaderlerini kendileri belirlemesi lazım. Türkiye bölgenin önemli bir aktörü olarak ortaya çıkardı. İstenmeyen, eleştirilen, dışlanan insanı olarak değil bölgenin egemen gücü olarak, bölgenin barışı ve huzurunu sağlayan bir tabloyu inşa edebilirdi. Hâlâ bu oluşturulabilir ama teslim alınan Erdoğan bunu beceremez, çünkü ne ABD bunu ister ne de Rusya.
'LEYLA GÜVEN: HİÇBİR KİŞİNİN DÜŞÜNCELERİNDEN ÖTÜRÜ HAPSE ATILMASINI DOĞRU BULMUYORUZ'
Leyla Güven açlık grevinde. Enis Berberoğlu ile arasında bir fark olmamasına karşın hâlâ cezaevinde. Leyla Güven’e neden destek vermiyor CHP?
Hiçbir kişinin düşüncelerinden ötürü hapse atılmasını doğru bulmuyoruz. Hiçbir siyasetçinin düşüncelerinden ötürü üstelik halkın oylarıyla seçilmiş, bizim güvenmediğimiz YSK’nın da ‘seçimlere girebilirsin’ dediği birinin seçildikten sonra hapiste tutulmasını doğru bulmuyoruz. Bizim verdiğimiz demokrasi mücadelesi sadece bizim gibi düşünenler için değil bizim gibi düşünmeyenleri de kapsayan bir demokrasi mücadelesidir. MHP, HDP demiyoruz. Herkesin düşüncelerini özgürce ifade edebildikleri bir Türkiye’den yanayız. Düşünce özgürlüğünü savunabilirsek toplum olarak o zaman gerçekten bu ülkeye demokrasi getirmiş olacağız. Düşünce özgürlüğü bir grup için var ama karşı grup için yok ise orada düşünce özgürlüğü yoktur.
ODA TV için bir müftü tarafından katliam çağrısı yapıldı, nasıl değerlendirdiniz?
Tam bir facia. Bir inanç sahibinin insanların öldürülmesi üzerinden çağrıda bulunması insanlığa da her türlü inanca da aykırıdır. İnsanın öldürülmesi ile ilgili çağrı yapmak hangi dilde vardır? Sevgiyi hoşgörüyü savunmak varken insanların katliamına dönük çağrıyı yapmak hangi inançta, hangi kültürde vardır?
İnternet medyasını nasıl buluyorsunuz?
İnternet medyası özellikle teknolojinin gelişmesiyle birlikte haberlerin çok daha hızlı, geniş kitlelere ulaşmasını sağlayan mecra oldu. O yüzden giderek önemi artan bir alan. İnternet medyasında çalışanların özellikle sağlıklı ve doğru haber yapmaları da internet medyasına olan güveni artıracaktır.