Gündem 'beka': Atatürk yaşasa Kürt sorununa nasıl bakardı?
'Beka' tartışmasında 'Atatürk' polemiği yaşanıyor. Cumhuriyet'te İlker Başbuğ'un dün yayınlanan yazısını Evrensel'de değerlendiren Yusuf Karataş şunları yazdı: Şurası açık ki, cumhuriyet rejiminin kuruluşundan önce sorunun ancak Kürtlerin siyasi statüsünün tanınmasıyla çözülebileceğini gören ve bunu defalarca ifade eden M. Kemal, yeni rejimin kuruluşundan sonra yeni Türk burjuvazisinin pragmatik çıkarları temelinde ‘ulus-devlet’ inşası adına bu gerçeği görmezden gelmeyi tercih etmiştir.
DUVAR - Suriye ile 'alt düzeyde' ilişki ve görüşmelerin yapıldığının açıklanmasının ardından yeniden başlayan Türkiye'nin bölgede nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiği tartışması medyada da devam ediyor.
Eski genelkurmay başkanlarından İlker Başbuğ dün Cumhuriyet gazetesinin ‘Olaylar ve Görüşler’ köşesinde ‘Atatürk Bugün Yaşasaydı Suriye ve Irak Sorunlarına Nasıl Bakardı?’ başlıklı bir yazı yazdı. Başbuğ'un, "Suriye’nin kuzeyinde oluşan siyasi yapılanma Türkiye için bir ‘beka sorunu’ haline dönüşmüştür… Türkiye’nin güvenliğine ve bekasına yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması (…) Ankara’nın Şam ile beraber çalışmasından geçmektedir" yorumunu yaptığı yazısından hareketle bugün Evrensel gazetesindeki köşesinde Yusuf Karataş konuyu ele aldı. Karataş'ın, "Atatürk bugün yaşasaydı Kürt sorununa nasıl bakardı?" başlıklı yazısından bir bölüm şöyle:
Başbuğ yazısında M. Kemal’in Balkan Harbi sonunda yaptığı görüşmede ve 1920’de gönderdiği mektupta Talat Paşa’ya Suriye ve Irak’ın bağımsız devletler olması gerektiğini söylediğini belirtiyor. Devamında M. Kemal’in Türk ve Kürtlerin yaşadığı toprakları ‘Misak-ı Milli’ sınırları olarak gördüğünü ve bu nedenle de Musul’u bu sınırlar içinde gördüğüne dikkat çekiyor. Yine M. Kemal’in 16 Ocak 1923 İzmit’te gazetecilerle yaptığı görüşmede “İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırlarımız dahilindeki Kürtlere de sirayet edebilir” dediğini vurguluyor ve ayrıca Musul’un Şeyh Said İsyanı nedeniyle kaybedildiği değerlendirmesini yapıyor.
Başta da dediğimiz gibi Başbuğ bu hatırlatmaları boşuna yapmıyor. Bu değerlendirmeler üzerinden “Atatürk bugün yaşasaydı…” kısmına geliyor: “1912’lerden beri Suriye ve Irak’ın bağımsız olmasını savunan Atatürk, her şeyden önce Suriye ve Irak’ta barışın ve huzurun sağlanmasına öncelik verirdi. Bu ise, Suriye ve Irak’ın toprak ve siyasi bütünlüğünün korunması ile sağlanabilir. Siyasi bütünlük için gerekli olan ise ‘üniter devlet’ yapısıdır.”
Ve ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Suriye’nin kuzeyinde oluşan siyasi yapılanma Türkiye için bir ‘beka sorunu’ haline dönüşmüştür… Türkiye’nin güvenliğine ve bekasına yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması (…)Ankara’nın Şam ile beraber çalışmasından geçmektedir.”
M. Kemal pragmatik bir liderdi ve Arapların ayrılmalarının önüne geçilmesinin mümkün olmadığı koşullarda bunun kabul edilmesinin onlarla ‘konfederasyon’ biçiminde birleşmek için daha avantajlı olacağını görüyordu-ki, zaten Başbuğ da yazısında M. Kemal’in “Her millet kendi dahilinde bağımsızlığını kurtardıktan sonra ‘konfederasyon’ halinde birleşmek” fikrine yer veriyor.
Burada tek istisna Kürtlerdi. Kürt ulusal hareketinin oldukça zayıf olduğu koşullarda M. Kemal yine pragmatik olarak Kürtleri de ‘Misak-ı Milli’ye dahil ediyordu-ki, 1919’daki Amasya Protokolü’nden başlayarak ‘Kurtuluş savaşı’ boyunca M. Kemal Misak-ı Milli’yi “kardeş milletlerin milli sınırı” olarak tanımlamıştır. Başbuğ, yazısında M. Kemal’in 16 Ocak 1923’te gazetecilerle yaptığı görüşmede İngilizlerin bir Kürt devleti kurmak istemeleri konusunda söylediklerine yer veriyor ama Kürt sorununun çözümü konusunda o gün söylediklerini nedense hatırlamak/hatırlatmak istemiyor. Çünkü M. Kemal o görüşmede ayrıca şunları söylüyordu: “Başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi livanın (sancağın) halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir.”
Aslında yeni kurulacak devlette Kürtlerin statüsünün ne olacağı konusu daha önce Büyük Millet Meclisi’nin 10 Şubat 1922 tarihli oturumunda 18 madde halinde ortaya konulmuştu-ki bunların ilk maddesinde “TBMM Türk Milletinin medeniyetin gerekleri doğrultusunda ilerlemesini sağlamak amacıyla, Kürt milleti için kendi milli gelenekleriyle uyum içinde bir özerk yönetim kurmayı taahhüt eder” deniyordu. (Ahmet Mesut, İngiliz Gizli Belgelerinde Kürdistan 1918-1958, DOZ Yayınları, sf.138-139)
Musul’a gelince… Lozan görüşmelerinde TBMM’yi temsil eden İsmet İnönü ile İngiliz hükümetini temsil eden Lord Curzon arasında arasındaki tartışmalarda dikkat çekici bir nokta vardır. Bu görüşmelerde İnönü, Musul’da Türkmenler ve Kürtlerin çoğunlukta olduğu, Curzon ise, Araplar ve Kürtlerin çoğunlukta olduğu listeler sunmuştu. Yani aslında her ikisi de burada Kürtlerin çoğunlukta olduğunu kabul ediyordu. Ancak İnönü, Kürtlerin Türkler/Türkmenlerle birlikte Misak-ı Milli’nin bir parçası olduğunu ileri sürüyor, Curzon ise Misak-ı Milli’nin Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerle sınırlı olduğunu, dolayısıyla Kürtlerin ve Arapların çoğunluğu oluşturduğu Musul ve Kerkük’ün bu sınırların dışında olduğunu savunuyordu.
Başbuğ’un dediği gibi Şeyh Said isyanının Türkiye’nin elini (daha doğrusu Kürtleri ve Türkleri temsil etme tezini) zayıflattığı ve Musul’un İngiliz mandası altında kalmasında etkili olduğu doğrudur. Ama Başbuğ yine bu isyanın arka planındaki gerçeği görmezden geliyor. Çünkü Cumhuriyet rejimi kurulduktan sonra Kürtlere verilen ‘muhtariyet/özerklik’ sözleri rafa kaldırılıyor ve 1924 anayasasının hazırlık metninde ‘ulus-devlet’ vurgusu yapılarak “Devletimiz bir devlet-i millîyedir. Beynelmilel veyahut fevkalmilel bir devlet değildir. Devlet, Türk’ten başka millet tanımaz” deniliyordu. Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu vurgusu o günden bugüne hazırlanan bütün anayasalarda yerini korudu/koruyor.
Ve elbette bu politikanın bir sonucu olarak Kürt sorunu da…
Gelelim Başbuğ’un Atatürk’e bugün için söyletmek istediklerine…
Başbuğ’un, Atatürk’ün Suriye ve Irak’ın bağımsız devletler olması gerektiği görüşünü hatırlatmasının tek bir nedeni var. Bugün de Kürtlerin Suriye’nin kuzeyindeki oluşumlarını ve yine Irak’taki bağımsızlık arayışlarını Türkiye için bir tehdit; Kürtler söz konusu olunca Başbuğ gibi ulusalcıların aynı noktada birleştikleri Erdoğan ve küçük ortağı Bahçeli’nin sevdiği ifadeyle söylersek bir ‘beka’ sorunu olarak görmesi. Yani onun derdi, Erdoğan iktidarının Suriye ve Irak’taki müdahaleci-savaşçı politikalarıyla hesaplaşmak değil, aksine bu iktidara Kürtlere karşı bu rejimlerle işbirliği yapmayı salık veriyor Başbuğ! Özetle “Atatürk bugün yaşasaydı Türkiye için bir beka sorunu olan Suriye’deki Kürt oluşumuna karşı Şam ile işbirliği yapardı” diyor.
Toparlamak gerekirse: Atatürk bugün yaşasaydı Kürt sorununa nasıl bakardı, dün cumhuriyet rejiminin kuruluş sürecindeki yanlışta ısrar mı ederdi, bugün bunu bilmek mümkün değil. Ancak şurası açık ki, cumhuriyet rejiminin kuruluşundan önce sorunun ancak Kürtlerin siyasi statüsünün tanınmasıyla çözülebileceğini gören ve bunu defalarca ifade eden M. Kemal, yeni rejimin kuruluşundan sonra yeni Türk burjuvazisinin pragmatik çıkarları temelinde ‘ulus-devlet’ inşası adına bu gerçeği görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Ve bugün devamcısı olma iddiasını taşıyan siyasi çevreler, geçen 90 küsur yılda bu politikanın ülkeye kaybettirdikleri ortadayken aynı yanlışta ısrar ediyorlar. Oysa bu politika cumhuriyet rejimini kuruluşundan bugüne demokratik olmaktan çok baskıcı bir rejime dönüştürmüş ve ayrıca emperyalistlerin de bu sorunu kendi çıkarları temelinde kullanmalarının de önünü açmıştır.
Bugün Türkiye için sorun ya da tehdidin kaynağı Başbuğ’un sandığı gibi Suriye ya da Irak’ta değil; içeride rejimin kuruluş sürecindeki yanlışı yeniden ve yeniden üreten politikalarda yatmaktadır. (Yazının tamamı)