'Ali Kemal Özcan mektup getirebiliyorsa Sırrı Süreyya Önder neden hapiste?'

Yusuf Karataş: Öyleyse yapılması gereken iktidarın Kürt sorununda baskı ve şiddete dayalı politikalara dönmesine seyirci kalmak değil, mesela Özcan iktidarın izni ile İmralı’dan mektup getirebiliyorken “suçu” görüşme sürecinde devletin izni ile Öcalan’ın mektuplarını getirmek olan Sırrı Süreyya Önder’in neden hapiste olduğunu sormaktır.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İstanbul'da yenilenen seçim öncesinde Kürt sorunu konusunda yaşanan gelişmeler medyada tartışılmaya devam ediyor. Evrensel gazetesi yazarı Yusuf Karataş, bugün yayınlanan "Seçim bitti, ya Kürt sorunu?" başlıklı yazısında konuyu değerlendirerek, "yapılması gereken iktidarın Kürt sorununda baskı ve şiddete dayalı politikalara dönmesine seyirci kalmak değil, mesela Özcan iktidarın izni ile İmralı’dan mektup getirebiliyorken 'suçu' görüşme sürecinde devletin izni ile Öcalan’ın mektuplarını getirmek olan Sırrı Süreyya Önder’in neden hapiste olduğunu sormaktır. AKP Adayı Yıldırım 'Kürdistan mebusu' diyebiliyorken Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünü savunduğu için yıllardır hapiste tutulan Demirtaş’ın ve binlerce Kürt siyasetçinin 'Kürdistan' deyince nasıl 'terör örgütü yöneticisi' olma iddiasıyla onlarca yılla yargılanabildiklerini sormaktır" dedi.

Karataş'ın yazısından bir bölüm şöyle:

İktidar önce Kürtlerle arasındaki gerilimi düşürmek için açlık grevlerinin sona ermesini sağlayacak hamleler yaptı.

Üstelik bu konudaki tutum değişikliğinin Cumhur İttifakında tartışma yaratmaması için süreci sona erdirecek adımla ilgili açıklama MHP Lideri Bahçeli’den gelmişti. Bahçeli, Öcalan için “Bana sorarsanız avukatlarıyla görüşsün” demişti.

Avukatlar Öcalan’la görüşmeye başladı ve açlık grevleri sona erdirildi.

Sonra Osman Baydemir, Yıldırımın da başkanlığını yaptığı TBMM’de “Kürdistan vekiliyim” dediği için ceza almışken ve binlerce siyasetçi “Kürdistan” dediği için “terör suçu” ile yargılanırken Cumhur İttifakının İstanbul Adayı Binali Yıldırım Diyarbakır’dan ses verdi: “Atatürk’ün davet ettiği millet temsilcileri arasında Kürdistan mebusu da vardı” dedi.

Ama asıl vurucu hamle sona saklandı. Öcalan, avukatlarıyla 18 Haziran’da yaptığı görüşmede HDP’ye bir mesaj göndermişti. Ancak daha avukatları Öcalan’ın mesajını kamuoyu ile paylaşmadan, Öcalan’la ‘özel izin’le görüştürülen Ali Kemal Özcan isimli bir ‘akademisyen’ devreye sokuldu. Özcan, Öcalan’ın HDP’ye “İstanbul seçimlerinde tarafsız kalma” çağrısı yaptığı ama avukatların mektubu gizlediği iddiasıyla kamuoyunun karşısına çıktı. Daha sonra avukatlar tarafından da açıklanan mektupta Öcalan, gerçekten de “tarafsızlık” çağrısı yapıyor ama nihai kararı HDP’ye bırakıyordu -ki, HDP’nin yetkili kurulları mektubu değerlendirdikten sonra da ‘tek adam ittifakı’na kaybettirme stratejisini devam ettirme kararını almıştı.

HDP’ye kızan Bahçeli yine sahneye çıktı, Öcalan’ın HDP’nin “zillet ittifakı’na verdiği rezil desteğe itiraz ettiğini”, “HDP’nin istismarına müdahale etmek, hatta önüne geçmek maksadıyla tarafsızlık çağrısı yaptığını” söyledi.

Son dakikada HDP seçmeni Kürtlerde kafa karışıklığı yaratmaya yönelik bu hamleyi Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyareti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesi ile 15 yıl önce PKK’den kaçıp Barzani’ye sığınan Osman Öcalan’ın TRT Kurdî’ye çıkartılıp İmamoğlu ve CHP’ye karşı konuşturulması takip etti.

Özetle ‘tek adam ittifakı’ seçimden önce yaptığı bu hamlelerle 31 Mart’ta sandığa gitmeyip iktidarı cezalandıran muhafazakâr Kürtleri sandığa taşımak ve HDP seçmeni Kürtlerin kafasını karıştırıp sandığa gitmesinin önüne geçmek biçiminde özetlenebilecek bir strateji izledi.

Ancak seçimde ortaya çıkan 800 binlik oy farkı, Kürtlerin bu stratejiye itibar etmediğini ve 2015’te müzakere masasının devrilmesinden bu yana baskı ve savaş politikalarında ısrar eden iktidarı cezalandırdığını ortaya koydu.

İstanbul seçiminin kaybedilmesinden sonra iktidar ve ortağı MHP cephesinden yapılan açıklamalar, Kürtlere yönelik ‘yumuşak’ söylemlerin, Kürt sorununun çözümüne yönelik yeni bir sürecin değil; seçimleri kazanmaya yönelik bir stratejiden ibaret olduğunu bir kez daha gösterdi.

Seçimden önce ‘yumuşak’ mesajlar veren Bahçeli, seçimlerin kaybedilmesinden sonra “Teröristbaşının mektubundan medet umanlar namerttir” demeye başladı.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik ise, “Sanki seçime dönük olarak biz bunu organize ettik” diyerek Özcan’a verilen ‘özel izin’ ve Öcalan’ın mektubunun açıklanmasıyla hiçbir ilgileri olmadığını söyledi. Çelik herhalde avukatları ile bile 8 yıl görüştürülmeyen Öcalan’la görüşen Özcan’ın iktidardan habersiz izin aldığına ve İmralı’dan şöyle bir geçip giderken bir de mektup alıp geldiğine inanmamızı istiyor!

Bu noktada sorulması gereken soru şu: Peki, tek adam ittifakının seçimden önceki ikiyüzlü politikası karşısında bugün nasıl bir tutum almak gerekiyor?

Kimi ulusalcı-milliyetçi çevreler Bahçeli ve AKP sözcülerinin açıklamalarını hatırlatarak kimin daha milliyetçi-vatansever olduğu üzerinden bir tartışma yürütüyor.

Oysa İstanbul seçim sonuçları, baskıcı-tekçi ‘tek adam rejimi’ karşısında demokrasi ve barış için birlikte yaşamı savunanların zaferi olmuştur.

Öyleyse yapılması gereken iktidarın Kürt sorununda baskı ve şiddete dayalı politikalara dönmesine seyirci kalmak değil, mesela Özcan iktidarın izni ile İmralı’dan mektup getirebiliyorken “suçu” görüşme sürecinde devletin izni ile Öcalan’ın mektuplarını getirmek olan Sırrı Süreyya Önder’in neden hapiste olduğunu sormaktır.

AKP Adayı Yıldırım “Kürdistan mebusu” diyebiliyorken Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünü savunduğu için yıllardır hapiste tutulan Demirtaş’ın ve binlerce Kürt siyasetçinin “Kürdistan” deyince nasıl “terör örgütü yöneticisi” olma iddiasıyla onlarca yılla yargılanabildiklerini sormaktır.

Gezi direnişinde demokrasi ve birlikte yaşamı savunanların, barış bildirisine imza atan akademisyenlerin nasıl hapislerde tutulduğunu, yargılanabildiğini sormaktır.

Uzun lafın kısası, İstanbul seçiminde ortaya çıkan başarıyı büyütmenin yolu, gerici politika ve propagandaya karşı Kürt sorununun demokratik çözümünü savunmaktan ve halkların barış içinde birlikte yaşayacağı bir ülke ve gelecek için mücadeleyi büyütmekten geçiyor.

YAZININ TAMAMI