CHP’li Karaca: Zenginliği birlikte paylaşmadıkça, rant sahipleri ve halk karşı karşıya gelecektir
CHP Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, Türkiye’de doğa rantına yol açan projelerle ilgili, “Yaşam alanına, tarlasına, suyuna, üretim aracına sahip çıkan yurttaşlar, karşılarında polisi, jandarmayı, savcıyı, kaymakamı, valiyi görüyor. Devletin zor aygıtıyla karşı karşıya kalabiliyor. Toplumsal refah, toplumsal zenginliği arzu etmedikçe, birlikte paylaşmadıkça rant sahipleri ve bunların koruyucuları ile halk karşı karşıya kalacaktır" dedi.
Ayhan Çimendağ
DENİZLİ- Son yıllarda Türkiye’nin birçok yerinde yaşam alanlarına yönelik saldırılar ciddi oranda artış gösteriyor. Ege Bölgesi’nde tarım alanları Jeotermal Enerji Santrali şirketlerinin, Karadeniz Bölgesi’nde dereler Hidroelektrik Santrali şirketlerinin rantına açılıyor. Rize’de yaşanan sel felaketi, yaşanan doğa katliamlarının gelecekte yaşatacağı daha büyük sorunların sinyali niteliğinde. Güneydoğu ve Orta Anadolu’da çiftçiler yaşadıkları sorunlar nedeniyle kolluk güçleri ve devletin yetkili kurumlarıyla karşı karşıya geliyor. Doğanın ranta açılmasını, yaşam alanı mücadelelerini ve bu yoğun saldırılara karşı çözüm yollarını CHP Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca ile konuştuk.
'İKTİDAR, SERMAYEDARLARIN ÖNÜNÜ AÇIYOR'
Neredeyse her gün bir yaşam alanı ranta açılıyor. Son dönemde artış yaşanan doğa rantını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu yıkım, son dönemle izah edilebilecek bir durum değil. Biriken sermayenin yeni yatırım alanlarına kanalize edilmesi ya da ekonomik kriz içerisindeki sermayenin yeni kredi araçlarına kanalize edildiği bir saldırı biçimi söz konusu. İktidar, bu konuyu teşvik eden planlamalar, mevzuat değişiklikleri yaparak yıkımın boyutunu daha da artırıyor. Süreç içerisinde yapılan mevzuat değişiklikleri ile bu durumun önü daha da açıldı. Örneğin, maden mevzuatında bütün şirketlerin madencilik yapabilmesinin önünü açan değişiklikler yapıldı. Faaliyetler üzerindeki idari ve mali denetimler zayıflatıldı. Yurttaşlar, doğalarını korudukları için kaymakamlar tarafından tehdit ediliyor, kolluk güçleri eşliğinde bahçeleri tarumar ediliyor. Büyük tepkilere rağmen, bazı projelerden ısrarla vazgeçilmiyor. Kanal İstanbul sürecinde gördük ki, bakanlar, krallar da bu ranttan etkilenecek hamleler de bulunarak, proje güzergahından toprak satın almışlar.
Her gün her yerde olmak imkansız. Bu mücadeleleri birleştirmek için neler yapılabilir?
CHP olarak, çevre ve ekoloji hareketine yönelik özel bir hassasiyet güdüyoruz. Önceliğimiz, mücadelenin kendisinin güçlülüğü. Çoğu demokratik hak mücadelesinde göremediğimiz bir yelpazeye sahip bir mücadele alanı. Bizler de mücadelenin bu "özgün" karakterine halel getirmemeye özen gösteriyoruz ve gücümüz yettiğince bütün mücadelelere destek vermeye çalışıyoruz. Bu nedenle, meselenin mutfak kısmına katkı sunmayı daha doğru buluyoruz. Sorunuzda bahsettiğiniz gibi, her gün yeni bir ihlalle karşı karşıya kalıyoruz. CHP Doğa Hakları olarak bu durumu öngörerek, illerde Doğa Hakları İzleme Kurulları oluşturduk. Kurullarımızda, illerdeki parti yöneticilerimizle birlikte konuda uzman meslek kuruluşu, sivil toplum örgütü temsilcileri ve avukatlar yer alıyor. Hak ihlallerinde, öncelikli olarak kurullarımızı harekete geçirerek, hak ihlalinin birinci derece muhataplarıyla irtibatlanmaya çalışıyor, asla mücadelenin önüne geçmeden birim olarak hukuki, lojistik vb. katkılar sunmaya çalışıyoruz.
'ENERJİ ÜRETİM SİSTEMİ HEM ZENGİNLEŞME, HEM YOKSULLAŞTIRMA ARACI OLDU'
Rize'de sel felaketinin yaşandığı gün dahi HES onayı verildi. Enerji ihtiyacını yaşam hakkının önüne geçiren olgu nedir?
Enerji ihtiyacı bir söylem olarak karşımıza dikilmiş durumda. Denetim mekanizmaları zayıflatıldığı kadar, planlamalarda da gerektiği yapılmıyor ya da yapılmak istenmiyor. Enerji gerçek bir ihtiyaç olarak ele alınırsa, var olan ihtiyaçla orantılı bir elektrik üretimi söz konusu olabilirdi. O zaman, üretilen enerjiyi adil olarak bölüşebilirdik. Ancak, şu anda böyle bir durum söz konusu değil. Enerji üretim sistemi bir yandan zenginleşme, kredi edinme aracıyken, diğer yandan yoksullaştırmanın aracı haline dönüşmüş durumda. Tüketilenin 3 katı civarında bir üretimden söz ediyoruz. Alım garantileriyle birçok tesis yoğun bir üretim faaliyetindeyken, alım garantisi olmayan kamuya ait birçok tesisin ise kasıtlı olarak tam kapasite çalıştırılmadığını da biliyoruz. Kamusal kaynaklar bu biçim israf ediliyor. İhtiyacı ön plana çıkaran iktidar, enerji verimliliğinden, kayıp kaçak oranlarıyla mücadele söz konusu olduğunda susuyor. Gerçek ihtiyaç sahipleri, küçük işletmeler, yoksullar ağır elektrik faturalarının borcu altında eziliyorlar. Toplumsal refahı, toplumsal zenginliği düşünmediğimiz sürece, yaşam alanlarımız ranta kurban edilecek.
'YAŞAM ALANINA SAHİP ÇIKAN, KARŞISINDA DEVLETİN ZOR AYGITINI GÖRÜYOR'
Güneydoğu'da tarım üreticisi elektrik borcunu ödeyemediği için ürünleri susuz kaldı. Orada çiftçiye çıkışan jandarmaya çiftçi ,‘Sesini DEDAŞ'a yükseltebilir misin?’ diye sordu. Başka bir örnek, tugay komutanının ,‘Yığarım oraya komandoyu' tehdidi var. Başka yerlerde de köylü, jandarma ile karşı karşıya geliyor. Bu, yaşam alanı mücadelesinin yükselişinde polisiye önlemlerin dahi yetersiz kaldığı şeklinde yorumlanabilir mi? Köylü ile jandarmayı birçok yerde karşı karşıya getiren yapıya karşı ne söylersiniz?
Bir önceki soruda söylediğimi burada tekrar etmek gerekiyor. Toplumsal refah, toplumsal zenginliği arzu etmedikçe, birlikte paylaşmadıkça rant sahipleri ve bunların koruyucuları ile halk karşı karşıya kalacaktır. Maalesef, birçok ekoloji mücadelesinde gördük ki, yaşam alanına, tarlasına, suyuna, üretim aracına sahip çıkan yurttaşlar, karşılarında polisi, jandarmayı, savcıyı, kaymakamı, valiyi görüyor. Devletin zor aygıtıyla karşı karşıya kalabiliyor. Ancak, hiçbir mevki makamın kalıcı olmadığını defalarca deneyimledik.
Konya'da iktidarı yuhalayan köylü sizi coşkuyla karşıladı. Yaşam hakkına yapılan saldırıların politik bilinç yarattığı tespiti yapılabilir mi?
Politik bilinç yaratma sözüne tam olarak katılamıyorum. Öncesinde olmayan bir politik bilinçten söz edemeyiz. Var olan politik bilincin yaşadığı çelişkiler ve bu çelişkilerin neticeleri üzerine konuşabiliriz. Öte yandan, sadece kamulaştırma süreciyle başlayan bir durum da söz konusu değil. Tarım arazilerinin dibinde kömür ocağı işletilmesini istemeyen yurttaşlarımız, tarımla uğraşmanın bir dünya zorluğu ile karşı karşıyalar. Belki bugün ki kadar ses çıkarmamış olabilirler ama yıllardır, artan maliyetleri, zamları, yoksullukları vs. yüklenmiş durumdalar. Politik olarak soru işareti yaratan bu gelişmelerin oluşturduğu çelişkilerin bir anda çözülebileceğini söyleyebilmek, erken olur diye düşünüyorum. Neticede, yıllarca süre gelen bir tabuyu sarsacak eylemler. Ancak, bir anda tüm düşünceyi, bilinci dağıtamıyor. Diğer yandan, politik bilincin, bir siyasi tercih değişikliği kriteri üzerinden ele alınmasını da doğru bulmuyoruz.
'FARKLI POLİTİK GÖRÜŞTEKİ YURTTAŞLAR BİRLİKTE HAREKET EDİYOR'
Doğaya yapılan tüm saldırılarda köylü ayaklanıyor. Bu saldırılar olmadan ya da geçtikten sonra dahi mücadele sürekliliği sağlayacak örgütlülüğü, pratiği hayata geçirmek için neler yapılabilir?
Yurttaşlar, kendi iradeleri yok sayılarak kamu kurumları ile şirketlerin kararlarıyla karşı karşıya kalıyor. Bu antidemokratik uygulamalar neticesinde yaşam alanlarından, kültürlerinden, köklerinden, sağlıklarından ve daha bir dünya önemli unsurlarından vazgeçirilmek isteniyor. Elbette ki, böyle bir saldırıya karşı birlikte olup mücadele etmeleri ve mücadeleyi saldırının defedilmesi anına kadar sürdürmeleri çok yaygın. Yurttaşlar bu süreçler, birden farklı politik görüşe sahip kişiyle ortak bir amaç çerçevesinde birlikte mücadele ediyor. Yaşam alanlarıyla ilgili karar alma süreçlerine katılım iradesi gösteriyor. Bizlerin gönlünden geçen, yaşam alanlarıyla ilgili birlikte karar alma süreçleri birlikte üretme süreçlerini de içermeli. Ortak meclislerin oluşturulması, kooperatifleşme süreçleri hayata geçirilmelidir. Bu topraklarda demokrasinin gerçek temellerin atılması konusunda, bu gelişmeleri önemsiyoruz. (DUVAR)