HDP'den AİHM'e: Hukuk ticareti yapmayın
AİHM Başkanı Spano'nun Türkiye'ye yapacağı ziyareti değerlendiren HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş: İstanbul Üniversitesi’nden fahri doktora ünvanı alacakmış. Biz AİHM Başkanı’na açıkça şunu söylüyoruz; rejimin doktorası AİHM Başkanlığı ile bağdaşmaz, bu doktorayı reddedin.
DUVAR - HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında basın toplantısı düzenleyerek AİHM Başkanı Robert Ragnar Spano'nun 3-4 Eylül tarihlerinde Türkiye’yi ziyaret edeceğini belirterek, "AİHM Türkiye ile hukuk ticareti yapmasın" dedi.
Cinsel saldırı ile suçlanan ve HDP'den ihraç edilen Mardin Milletvekili Tuma Çelik üzerinden partisine yönelik saldırı planları yapıldığını da söyleyen Beştaş'ın açıklamalarından başlıklar şöyle:
İLLA SAVAŞACAKSANIZ BARIŞ İÇİN SAVAŞIN: Bu ülkenin her alanda barışa; kendisiyle, toplumuyla, kendisiyle barışmaya ihtiyacı var. Bu ülkenin vatandaşları savaş toplumu içinde yaşıyor, bize dayatılan savaş toplumudur. Bunu reddediyoruz. Bugün Kürt sorununu derinleştirenlerin, savaşı kamçı olarak halkların sırtından eksik etmeyenlerin anlamadıkları nokta şu; biz onların ektiği nefret tohumlarını biçmiyoruz. Fakat şu tarihsel hakikati anlamalarını bekliyoruz. Eğer Kürtler iyi değilse Türkler de iyi değildir; aynı şekilde Türkler iyi değilse Kürtler de iyi değildir. İyi olamaz. Tarihten aldığımız sayısız dersin izahı budur. Açıkçası biz bugün barış dedikçe iktidar aklının dayattığı şey şudur: "Savaşımızın ve bizim karşımızda diz çökün. Bize teslim olun, itaat edin." Biz de diyoruz ki biz ancak onurlu bir barış karşısında diz çökeriz. Ancak özgürlük karşısında diz çökeriz. Yaşamı belirleyen husus şüphesiz çabalarımızdır, döktüğümüz terdir. Bizler yaptıklarımızdan ibaretiz. Bu ülkede bu siyaset içerisinde yapılacak en önemli şey nedir diye sorulacak olursa gözümüz kapalı her zaman barış deriz ve barış demeye devam edeceğiz, sadece barış da değil onurlu bir barış diyoruz. Bizler savaşın yıkıcı gücünü, yaşamı nasıl alt üst ettiğini ve ahlaki olmadığını deneyimledik biliyoruz. En kötü barışın bile savaştan daha iyi olduğunu biliyoruz. Barışın savaştan daha zor olduğunu tabii ki biliyoruz. Bunun için açık ve net sesleniyoruz; illa bir şey için savaşacaksanız barış için savaşın.
SENİN HESABINI KİM YÖNETİYOR? Biz barışı, diyalog ve müzakereyi talep ederken, nefret iklimi yerine barış dilini savunurken; birileri savaş dilini, nefret dilini kullanmaya devam ediyor. Bu sabah bir tweet atıldı, İYİ Parti’den AKP’ye geçen Tamer Akkal isimli bir mahlukat, bir yaratık attı aslında. Çünkü attığı tweet'in insanlıkla, insanlık değerleriyle hiçbir ilgisi olamaz. Bir de şunu söylemiş utanmadan sıkılmadan, ikinci bir düzeltme yapmış “Hesaplar karıştı onu danışmanım attı, ben böyle düşünmüyorum” demiş. Bu nasıl bir şeydir ya? Senin hesabını kim yönetiyor? Kaç tane trol hesabın var, feyk hesaplar mı kullanıyorsunuz? Biz de sosyal medya kullanıyoruz herkes bilir. Eğer trol hesapların yoksa bu kadar aşağılık, adi, alçakça bir dili nasıl hesaplar karıştı diye siz çıkıp savunabiliyorsunuz? Biz buna karşı her türlü hukuk mücadelesini yürüteceğiz. Hukukun olmadığını söylediğimiz bir ortamda da bunu her zeminde yürütmeye devam edeceğiz. 7 bin 500 trol hesabının kapatıldığı bir ülkede, iktidar milletvekillerinin nasıl trollük yaptığını ve aslında kendilerinin de trol olduğunun itirafıdır bu. Trol olarak ek hesap açmanızın gereği yok. Zaten sizler birer trolsünüz. Nefret dili ve söylemi saldırılara zemin hazırlamaya devam ediyor. Geçen hafta Barış Atay’a İçişleri Bakanı hedef gösterdikten sonra bir saldırı oldu. Bir İçişleri Bakanı güvenlikten sorumlu en üst isim, bir milletvekilini attığı tweetle hedef gösterdi. Nefret dolu bir mesajdan sonra, sokak ortasında darp edildi.
HEDEF GÖSTERMENİN SONUÇLARINI ELÇİ VE DİNK'TEN BİLİYORUZ: Biz bu manzarayı gayet iyi biliyoruz; Hrant Dink’ten Tahir Elçi’den biliyoruz. Hedef gösterildikten sonra nasıl katledildiklerini biliyoruz. Aynı İçişleri Bakanı, 24 Haziran seçimlerinden sonra Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan’ı arayarak tehdit etme cüretini göstermiş bir bakandır. İşte nefret ikliminin sonuçları bunlardır. Bu, toplumsal kutuplaşmayı ve nefreti arttırmanın yoludur. Biz “Türkiye barışa ve demokrasiye muhtaç” derken onlar bu devleti çete devletine dönüştürmek istiyor. İşte biz buna karşı mücadele ediyoruz. Bu dil sokak çetelerini, mafyayı cesaretlendirmektir. Hiç kimsenin artık bu ülkede can güvenliği maalesef yoktur. Barış Atay’a yapılan saldırı şahsında hukuksuzluk, nefret, kutuplaştırma meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Meclis Başkanı Şentop bir açıklama yaptı, kınadı ama bu yetmez, buna karşı açık bir tutum bekliyoruz. Meclis iradesine, halk iradesine yapılan saldırıya karşı, vesayet sistemine karşı daha açık bir irade ve tutum beklediğimizi ifade etmek istiyorum.
UTANÇ DUVARI ÖRDÜRTMEYİZ: Geçen hafta Diyarbakır'da bir duvar yapılması gündemdeydi, bugün Ulaştırma Bakanı gelen tepkiler üzerine duvarın yapımının durdurulduğu söyledi. Buradan bir kez daha söylüyoruz, Diyarbakır’a utanç duvarını öremezsiniz, size ördürmeyiz. Amed halkı bu utanç duvarına karşı kesinlikle ayaktadır, bugün durduğunuzu açıklasanız da bunu tümüyle gündemden çıkardığını açıklamanızı bekliyoruz. Diyarbakır'ın dokusu ve toplumsal yapısıyla oynamaktan vazgeçin. Diyarbakır’da 10 cezaevi yapıldı şimdi bu yetmedi bir de Diyarbakır’ın tam ortasına bir duvar yapılması düşünülüyor. Bu bir işgal zihniyetidir. Bir şehri neden ikiye bölersiniz, bunu anlamak mümkün değil. Yaya güvenliği falan bahane. Madem yaya güvenliği diyorlar onlara şunu soruyoruz: 90 yıldır yaya güvenliği aklınıza gelmedi mi? Kent yararına olan şey duvar örüp üzerine dikenli teller mi koymaktır? Bunu kabul etmeyeceğiz. Bir an önce bu duvar yapımının da projesinin de derhal iptal edildiğini kamuoyuna açıklamanızı bekliyoruz.
KAÇIRILAN GENÇLERİMİZ İÇİN AÇIKLAMA YAPILMALI: Bu nefret iklimi ve kutuplaştırma hayatın her alanında devam ediyor. HDP Gençlik Meclisi üyeleri geçen hafta İstanbul’da gün ortasında 'biz polisiz' diyenler tarafından kaçırıldı. İşkence edildi. Sözde bir hukuk devletinde olmaması gereken asla tahayyül edilmemesi gereken bir kaçırma, darp ve işkence yaşandı. Bu konuda gençlere yönelik özel bir politika olduğunu biliyoruz, çünkü gençlerin iktidar partisine karşı en net muhalefeti koyduğu bütün anketlerde ortaya çıkıyor. Hangi mahallede Kürt, Alevi ve muhalif varsa uyuşturucu çeteleri orada bitiyor. Adana’da, Mersin’de, İstanbul’da, Antalya’da her yerde mahallelerde bu tür yöntemler seçiliyor. Bir hafta da 3 HDP’li genç kaçırıldı ve kendilerine polisiz diyen bu zatlar plastik kelepçe kullanıyor bağlıyor, darp ediyor ve onlara “Sizi ağabeylerimize götüreceğiz” diyorlar. Kim bunlar, MİT mi, istihbarat mı, derin güçler mi, JİTEM yeniden mi hortladı, kontrgerilla mı, bunun denetimi yok mu? Eğer gençler bu şekilde İstanbul’da kaçırılıyorsa gelecekleri ve aileleriyle tehdit ediliyorlarsa, bunun sorumlusu tabii ki iktidardır. Bu konuda derhal bir açıklama, bunu yapanların yargı önüne çıkarılması ve tutuklanmasını istiyoruz. Bu gençlere 90’lı yıllarda uygulanan yöntemler kullanılarak, tehdit edilerek aslında HDP’nin çalışmaları, Gençlik Meclisinin çalışmaları engellenmek isteniyor.
AVUKATLAR HEDEFLENİYOR: Dün adli yıl açılışı vardı. Adli yıl açılışında; Erdoğan şunu söyledi. Yine herkesin altına imza atacağı bir cümle kurdu; devlet parayla, orduyla, petrolle değil, adaletle yaşar dedi. Doğru, toplum adaletle yaşar. Peki, bundan sonra ne dedi? Avukatları teröristlikle suçladı, yaşamını yitiren Ebru Timtik’i ve onun çevresindeki, onun fotoğrafını asan baroyu, onunla dayanışma gösteren avukatları herkesi teröristlikle suçladı. Bu da yetmedi, avukatlar için ceza almadan, mevcut hukuk düzenine göre meslekten men edilemeyeceği kesin olan hukukçuların, meslekten men edileceği tartışmasını başlattı. Sadece Saray'a biat eden meslek örgütleri arzuluyorlar. Çoklu Baro Sistemi de bunlardan biriydi. Ama bunu tabii ki başaramayacaklar ve savunmanın biat etmeyeceğini en iyi bu iktidar ve yandaşları bilir. Şimdi adil yargılanma talebinde bulunan Ebru’yu terörist ilan edenler, utanmadan bir de bunun propagandasını yapıyorlar. Ebru, Yargıtay karar vermediği için, adil yargılanma talebi kabul edilmediği için yaşamını yitirdi. Açlık grevine giren avukatlar şahsında savunmaya saldırıyorlar. Şimdi bu konuda; açıkçası söylenecek o kadar çok şey var ki; Ankara Barosu’na yönelik saldırılar, İstanbul ve Diyarbakır barolarına yönelik saldırılar, yine MHP Genel Başkan Yardımcısı Fethi Yıldız’ın Çoklu barodan sonra bir avukatın gidip Bahçeli’den izin istemesi, işte onun emri ve müsadesiyle baro kuracağını söylemesi... Çoklu barodan ne amaçladıklarına ilişkin söylediklerimizin tek tek doğrulandığını da bütün Türkiye kamuoyuna ifade etmek istiyoruz. Nedir bu? Burada teslim alınmış bir savunma, adalet mücadelesi vermeyecek avukatlar hedefleniyor; ama avukatlar hiçbir zaman biat etmedi, etmeyecek; hukuku, insan haklarını, adaleti, adil yargılanmayı savunmaya devam edecek.
AYTAÇ ÜNSAL TAHLİYE EDİLMELİ: Bu vesileyle şu anda hâlâ ölüm orucunda olan Aytaç Ünsal'ın durumuna değinmek isterim. Aytaç Ünsal ile ilgili Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’nin heyet raporunda şu yazıldı: “Tedaviyi kabul etmediği için ve bağışıklık sistemi tamamen çöktüğü için artık tahliye edilmesi gerektiği". Evet Ebru Timtik, bu talep kabul edilmediği için öldü, Aytaç Ünsal’ı yaşatmalıyız. Bunun yolu, onun tahliye edilmesidir. Yargıtay tatil yapıyorsa dönsün. Çünkü bir insan hayatı tatilden daha önemlidir. Aytaç Ünsal ile ilgili Yargıtay’ı göreve davet ediyoruz adil yargılanmadıklarına hepimiz tanığız, bütün Türkiye tanıktır. Ve bu talebin karşılanması lazım. Dün Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na başvuru yapıldı, hemen bir an önce komisyon toplanıp bu konuda gerekli tutumu almalıdır. Bu konuda çok daha önemli bir gelişme de var. AİHM, Aytaç Ünsal ile ilgili verilen tedbir talepli başvuruyu reddetti, “tehlike yoktur” diye reddetti. AİHM, Ebru Timtik daha yeni defnedilmişken, ölüm ortadayken ve tedavi kabul edilmezken, tedavi yapılmazken Yargıtay karar vermemişken nasıl bu talebi reddedebiliyor? Bu, ölümü meşrulaştırmak ve Türkiye’deki hukuksuzluğa ortak olmak anlamına geliyor. AİHM’in bu tutumunu şiddetle reddediyoruz, kınıyoruz ve bir an önce AİHM’in kendisine gelmesini istiyoruz.
AİHM'E NASIL GÜVENECEĞİZ? AİHM demişken şunu da geçmek istemiyorum; AİHM Başkanı Türkiye’yi ziyarete geliyor, gelsin. Bu usuldür. Bu bir nezaket kuralı olabilir. Adalet Bakanlığı davet etmiş Türkiye’ye gelecek. Türkiye’ye gelmesi bir yana gidip İstanbul Üniversitesi’nden fahri doktora ünvanı alacakmış. Biz AİHM Başkanı’na açıkça şunu söylüyoruz; rejimin doktorası AİHM Başkanlığı ile bağdaşmaz, bu doktorayı reddedin. Önünüzde Türkiye ile ilgili çok ciddi başvurular var, yaşam hakkı talepleri var, adil yargılanma talepleri var, dokunulmazlık dosyaları var, işkence var. Siz bu dosyalarda karar verecek bir uluslararası bir mahkeme başkanı iken İstanbul Üniversitesi’nden fahri doktora alamazsınız. Bu sizin tarafsızlığınızı çok güçlü bir şekilde tartıştırır. Biz sizin kararlarınıza nasıl itibar ederiz? Daha dün Aytaç Ünsal’ın başvurusunu reddeden bir AİHM Başkanı bir de gelip fahri doktora alırsa biz önündeki dosyalarda adil karar verip vermeyeceğine nasıl güvenelim, güvenemeyiz.
HUKUK TİCARETİ YAPMAYIN: Ayrıca çok önemli bir nokta daha var, İstanbul Üniversitesi yüzlerce akademisyenin ihracına imza atmış bir üniversitedir. Aynı üniversite daha önce Kenan Evren’e de fahri doktora ünvanı vermiş, fazla söze gerek var mı? KHK’lerle ihraç meselesinin AİHM’e gelmesi an meselesidir, her an gidebilir. İşte bu sebeple yüzlerce öğretim görevlisini haksız bir şekilde ihraç ederek yoksulluğa ve işsizliğe mahkum eden bir üniversitenin fahri üyesi olmak bilmiyorum AİHM Başkanı için ne kadar övünç kaynağı? Yine bizim HDP’nin dokunulmazlık dosyalarına dair, Anayasa değişikliğinin AİHS’e aykırı olduğuna ilişkin başvurumuz 4,5 yıldır karara bağlanmadı. Bu ülkede en üst düzeyde, demokratik siyasete, legal bir partiye, partimize bir darbe yapıldı, AİHM Demirtaş dosyası dışında bu konuda henüz bir karar vermedi. Ayrıca Demirtaş dosyasında da karar verdikten sonra uygulanmadığı halde sahte deliller ve tutuklamalarla Yüksekdağ ve Demirtaş cezaevinde olduğu halde bakanlar komitesi harekete geçmedi, Türkiye’ye hiçbir yaptırım uygulamadı. Bu nedenle AİHM Türkiye ile hukuk ticareti yapmasın. Bunu kabul edemeyiz. Türkiye, Rusya’dan sonra en çok ihlal verilen ikinci ülke konumundadır. Bu konuda kesinlikle hangi pazarlıkların, hesapların döndüğünü bilmiyoruz ama bunu görüyoruz.
TUMA ÇELİK ÜZERİNDEN SALDIRI PLANLANIYOR: Diğer bir mesele Tuma Çelik ile ilgili. Bu konuda çok konuşmamayı tercih ettik bugüne kadar. Çünkü komisyon önünde. Hani soruşturması ve yargılaması devam edecek bir meselede konuşmamayı, daha doğrusu çok tartışmamayı, kadını korumak için müştekiyi, başvurucu kadını korumak için susmayı tercih ettik. Ancak AKP iktidarı bunu tam bir kara propagandaya, partimize yönelik bir saldırı aracı haline getirdi. Bizim Tuma Çelik ile ilgili ya da kim olursa olsun hangi partiden olursa olsun, yapılan iddialara ilişkin tutumumuz nettir, kesindir, tartışmasızdır. Biz bu konuda asla kadına yönelik şiddet ve istismar vakalarında ama ve fakat ile hareket etmeyiz. Tuma Çelik partimizin Merkez Disiplin Kurulu tarafından ihraç edilmiştir, partimizle hiçbir ilişkisi yoktur. Ama şu anda nasıl bir tablo var? Bizim tutumumuzun net, keskin, şeffaf, kararlı ve tavizsiz olması karşısında onlar partimize karşı her gün kendi yandaş medyalarından Tuma Çelik üzerinden partimize saldırıları planlamaktadır.
KADIN MÜCADELESİNİ EN SON ANLATACAK KURUM İKTİDAR: İçişleri Bakanı Musa Orhan’ı korurken şaşırmıyoruz; ama çıkıp Tuma Çelik üzerinden Musa Orhan’ı nasıl koruduğunu kamuoyuna ilan etmekten çekinmiyor. Bu iğrençlikler karşısında tüm kamuoyuna şunu söylüyoruz; sessiz kalmayın, eleştirilerinizi yapın, kadın düşmanlarını rahat bırakmayın. Her an enselerinde olacağız ve daha kararlı bir şekilde yürüyeceğiz. Ne oldu peki? Adalet ve Anayasa komisyonu önünde karma komisyon oluştu. Ben de Anayasa Komisyonu üyesiyim. Bu karma komisyon bir alt komisyon oluşturdu. Alt komisyonda dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağına karar verilecek. Tahmin edin, o alt komisyonundaki rapor, daha bize ulaşmadan basında çarşaf çarşaf yazıldı. Komisyon raporu normalde gizlidir, komisyon tutanakları kamuoyu ile paylaşılmaz. Şu anda bile dikkat ederseniz sizinle komisyon raporunu paylaşmıyorum. Müşteki kadını getirip tekrar komisyonda dinlemezlerdi. Zaten iç tüzük bu konuda emredici bir hüküm içeriyor; tanık dinlenmez diyor. Ama getirip dinlediler, dinledikleri yetmiyormuş gibi o ifadeleri haber bültenlerinde çarşaf çarşaf yayınladılar. Amaç ne? Amaç, HDP’ye saldırmak, HDP’nin bu mesele üzerinden itibarını zedelemek. Ama burada HDP’ye zarar veremezler. O zaman da söyledik; bu meselelerde kıyas olmaz, kıyas yapmayız ama bunu bize söylettiler. O meselede de bu meselede de Mehmet Ağar’ın oğlunun meselesinde de ilkeli tutarlı bir tutum gösterdik. Bu konuda vekillerimizin isminin raporda geçmesi, partimize saldırının bir aracı haline getirilmesi, komisyon raporunun dışarıya servis edilmesi, komisyonun iktidar aracı olarak kullanıldığını ispatlamıştır. Bu konuda gerekirse ilgili yasal yollara da başvurularda bulunacağız.
PANDEMİ SANKİ BİR TEK AKP'YE İŞLEMİYOR: Pandemi ile ilgili geldiğimiz aşama çok vahim. Hükümet şeffaflıktan uzak, kamuoyunu yanıltan açıklamalar yapmaya devam ediyor. Korona Virüs konusunda ilk günden bugüne kadar asla şeffaf olmadılar, asla halka gerçeği söylemediler, halkı korumadılar, halkı bu meseleden sorumlu tuttular. Sanki Covid-19’u toplum isteyerek kendisine bulaştırıyor, bulaş hızını artırıyor ve tedavi olmayayım diyor. Böyle bir sorumsuz iktidar anlayışı olabilir mi? Bu gündem, bu mesele devam ettiği müddetçe tartışılacak. Ayrımcılığı hayatın her alanında görüyoruz. Kamuya esnek çalışma getirdiler peki özel sektörde çalışanlar ne yapacak? Mesela; bugün bir konuşmada valilik personellerine izin vermiş, peki işçiler ne olacak? Şantiyelerde çalışanlar ne olacak, ücretsiz izin alamayanlar, yüksek risk grubunda olup çalışmak zorunda olanlar, siz basın mensupları nasıl bir güvenceye sahipsiniz? Hiç kimsenin bir güvencesi yok. Pandemiye ilişkin önlemler sanki bir tek Erdoğan'a ve partisine işlemiyor. Dün bizim 8 ilde yapacağımız barış zinciri eylemi yasaklandı, zincire izin verilmedi; ama Giresun’da halkı aşağılayarak, kafalarına çay atılarak bir miting düzenlendi. Kendileri uzaktaydı, onlara pandemi bulaşmadı ama selden kurtulanlar şimdi Covid-19 ile mücadele edecekler. Halkı değersiz görmenin dikkate almamanın resmidir Giresun resmi. O manzarayı izlerken büyük bir acı duymamak mümkün değil.
OSMAN ÇİLENTİ'YE YAPILAN VİCDANSIZLIK: Ve vatandaş evinde tedavi olmak zorunda kalıyor ya da olamıyor. Halka her gün sorumluluk hatırlatmaları yapılıyor. Biz nasıl tedbir alabiliriz, halk ile korona arasındaki tek tedbir elimizdeki maskelerdir. Başka nasıl tedbir alınabilir? İlk günden itibaren gevşek, tutarsız, sermayeye göz kırpan, turizm bölgelerini açan, AVM’leri açan, halkı korumayan, virüsle baş başa bırakan anlayış şu anki bulaşı hızının aynı zamanda sorumlusudur. Bu konuda bir örnek var kamuoyuna çok yansıdı. Çok can yakıcı bir örnek. Osman Çilenti; Siverek'te müftülüğün usulsüzlüklerini ortaya çıkardı. Öyle bir vicdansızlık ki, onu cezalandırmak için koronadan ölenlerin cenazesini yıkamak ile görevlendirildi, koruyucu kıyafet verilmedi kendisine ve virüs kaptı, yaşamını yitirdi.
HER ŞEY SERBEST GÖRÜŞ YASAK: Yani böyle bir tabloda “bizden olmayan herkese virüs bulaşabilir” mantığı var. Başka bir mantık da etkinlik yapamazsınız pandemi var. Halbuki ki 100 kişiysek 500 polis geliyor zaten pandemiyi kendileri yaygınlaştırıyor. Demokratik bir hakkın uygulanmasını engelliyor, bu bulaşı sebebiyle gözaltı serbest, tutuklama serbest, kayyım atamak serbest, turizm bölgelerinin açılması serbest ama kapalı görüşte ailelerin yakınlarıyla görüşmesi yasaklanıyor. Birer kişi ayda bir görüşebilir. Geçen hafta Edirne Cezaevi’nde önceki dönem Eş Genel Başkanımız Demirtaş'ın kızları ile görüşme yaptırılmadı. Yine Kandıra’daki arkadaşlarımızın Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel, Gülser Yıldırım ve birçok arkadaşımızın ailesinden birçok kişi ayda bir görüşebiliyor. Adalet Bakanlığı Covid-19 ile mücadelede sadece görüşleri yasaklamakla tedbir alıyor, ama Bitlis Cezaevinde pozitif ve negatif olan mahpuslar aynı koğuşta kalıyor. Bu konuda yapılan çok şey var, Türk Tabipler Birliği (TTB) ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) uyarıları dikkate alınmıyor. Şimdi her gün ölüm sayısını 3-4 artırılarak veriliyor. Bir ara 20 bandında tutuldu. Ama öyle bir aşamaya geldi ki toplantıya gelmeden önce Ankara’nın durumunu sordum, günde 2 bin pozitif vaka çıkıyor. Diyarbakır'da günde asgari 500 pozitif sonuç çıkıyor. Diğer illeri de tek tek aldık ama açıklanan rakamlar kıyısından bile yaklaşamıyor bu rakamlara. Bu rakamları gizleyerek halkı korumuyorsunuz, tam tersine tehlikeyi gizleyerek halkı ölüme yaklaştırıyorsunuz. Halk gerçekleri bilsin, tedbirler sosyal devlet ilkesi gereğince vatandaş sağlığı gözetilerek yapılsın. İktidarın bekası için halkın bu şekilde korumasız bırakılmasını kabul etmemiz mümkün değil. Pandemi ile mücadelede HDP olarak bizler de üzerimize düşen çalışmaları hızla devam ettireceğiz, bundan sonrada gerekli çalışmaları yürüteceğiz.
Rıza Türmen: AİHM Başkanı 'Bu ne biçim hukuk devleti' diyecek mi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Robert Ragnar Spano'nun ziyareti öncesinde eski AİHM yargıçlarından Rıza Türmen de, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda "AİHM’in yeni başkanı, Türkiye’deki insan hakları ihlallerini, keyfi ve siyasi tutuklamaları, yargı bağımsızlığı sorunlarını söz konusu edecek mi, AİHM kararlarının neden uygulanmadığını sorgulayarak 'Bu ne biçim hukuk devleti' diyecek mi?" sorusunu yöneltti. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu da Twitter'da Spano'nun ziyaretini işaret ederek "Dileriz ki ziyareti, AİHM’in Türkiye’de son 5 yıllık “tarafsızlık” sorununu ağırlaştırmaz; ileriye dönük olarak ihlalleri meşrulaştıracağına dair endişeleri haklı çıkarmaz" açıklamasını yaptı. (HABER MERKEZİ)