Polonya polisiyeleri: Geçmişle kapanmayan hesap
Yönünü artık Amerikan siyasi çizgisine çeviren Polonya’da hem Amerikan askerî üslerinin yenileri yapılıyor hem de Netflix ofisi açılıyor. Projelerin temel motivasyonunu sosyalist dönemi bir baskı dönemi olarak resmederek sadece olumsuz bir tablo içinde imgeleyen yeni dönemin film ve dizileri; bu liberal özgürlük ortamında sözgelimi henüz kürtaj karşıtı yasalardan ötürü ölen kadınlara odaklı hikâyeleri anlatmaya başlamadı.
Polonya sineması, 20. yüzyılın ikinci yarısında öne çıkan ulusal sinemalardan biriydi. Andrzej Wajda, Krzysztof Kieślowski, Krzysztof Zanussi ve Roman Polanski gibi uluslararası üne sahip yönetmenleriyle ve meşhur Lodz Yüksek Sinema Okulu’yla adından söz ettiren özgün bir ülke sinemasıydı. Üstelik Amerika’ya göç eden Janusz Kamiński ve Andrzej Sekuła gibi görüntü yönetmenleriyle de çok sayıda başarılı Hollywood filminin görüntü yönetimi Polonyalılara emanet edilmişti.
2000 sonrasında ise genç yönetmen Pawel Pawlikowski’nin başarılarıyla adından söz ettirdi Polonya sineması. Pawlikowski’nin Oscar alan "Ida" ve "Soğuk Savaş" filmleri, Polonya sinemasının takip edilmesi gereken bir sinema olduğunu hatırlatıyordu.
Son yıllarda ise Polonya sineması yeni bir uç verdi. Artık polisiye yapımlar için de önemi bir merkez haline geldi. Özellikle Netflix’in Polonya’ya yatırım yapmasıyla birlikte çoğalan dizi ve filmler bu kaotik bir tarihi olan ve Almanlar ile Ruslar arasında sıkışmış halde adeta bir tampon bölge gibi görülen ülkenin artık ulusal tarihinden beslenerek oluşturduğu yeni nesil polisiye yapımlarla kendini yenileyen bir sineması oluştu.
POLONYA'NIN SANCILI TARİHİ
Polonya’nın oldukça sancılı bir tarihi var. İsveç’in, Almanya'nın ve Rusya’nın sürekli işgal ettiği bir coğrafyada bulunan Polonya, 2. Dünya Savaşı’nı da önemli kayıplarla atlatmıştı. Özellikle 1940’da 22 bin milliyetçi, farklı rütbelerden asker ve aydınlardan oluşan vatandaşının Katyn Ormanı Katliamı’nda Sovyet kuvvetlerince yok edilmesi toplumun en önemli travmalarından birini oluşturdu. Üstelik 2. Dünya Savaşı sonrasında yer aldığı Sovyet bloğunda hep aykırı çocuk olan Polonya, Katolik, muhafazakâr toplumun önemli bir kısmının Sovyet idealarıyla barışık olmayan halinden ötürü, sistem çöktükten sonra geçmişle muhasebe etmeye en çok gönüllü olan ülke olmuştu. Günümüzde Amerikan güdümünde bir görünümle ABD üslerine ev sahipliği yapan ve Katolik reflekslerle kürtajı devlet yasalarıyla yasaklayabilen bir yapıya sahip.
POLİSİYELERDE TEKRARLANAN SOSYALİST DÖNEM ELEŞTİRİSİ
Bu politik arka plan, çoğunlukla polisiye yapımların belkemiğini oluşturuyor. Netflix’in ilk Polonya yapımı projesi 2018’te yapılmıştı. "1983" yapımı dizide geçmişle muhasebeye odaklanan bir polisiye kurgu izleyenlerini bekliyordu.
Dizide "1983"te bir terör saldırısı durdurularak Doğu Bloğu’nun yıkılmasına engel olunmasının etkileri üstünde duruluyor. Arka planda ise ortaya çıkmamış sırların izi sürülüyor. Geçmişle muhasebe eksenli bir diziyle Polonya’ya giriş yapan Netflix’in ilk projesinde; sosyalist dönemi karamsar ve yozlaşmış bürokratlarla resmederken yeni dönem özgürlüğün simgesi olarak sunulur.
2018 yapımı 5 bölümlük "The Mire" dizisinde de odak 1980’lerdir. 1980’li yıllarda Polonya’nın kaotik bir kasabasında iki cinayet haberi duyurulur. Ölen kişiler arasında bir hayat kadını, bir de Gençlik Birliği başkanı bulunmaktadır. Cinayetlerin takibi, geçmiş katliamların da gömülü olduğu kırsaldaki ormanı işaret ediyordur. "The Mire 97" isimli 2021’deki 2. sezonunda da yine ormanda bulunan bir cesedin izi sürülecektir ve yine orman üzerinden 2. Dünya Savaşı dönemi hatırlatılır.
2020 yapımı başka bir Polonya polisiyesinde bu kez orman imgesi doğrudan isimden başlar. Dizinin ismi de "Orman"dır. Bu yapımda 1994’te orman kampına katılan gençlerin bazıları kaybolur ve onlarda bir daha haber alınamaz. Yıllar sonra kamptaki gençlerden biri savcı olarak karşımıza çıkıp önüne gelen bir davada ormandaki kayıpların izini bulacaktır.
Netflix için çekilen Polonya filmlerinde de geçmişle muhasebe ve tarihi olaylar temel beslenme kaynağını oluşturuyor. 2021 yapımı "Sümbül Operasyonu" filminde dönem yine 1980’lerdir. Eşcinsel cinayetlerin işlendiği bu dönemde polisin bu cinayetlerin izini yeterince güçlü takip etmediğini düşünen biseksüel bir polis memuru bireysel olarak yöneticilerine itiraz ederek cinayetlerin izini sürecektir.
Aynı yıl çekilen "Sonbahar Kızı" filminde ise dönem bu kez 1960’lar Polonyası’dır. Oyuncu ve şarkıcı olan Kalina Jedrusik’ın çalkantılı hayatı resmedilirken haç kolyesiyle TV’ye çıktığı için dini simgelerin belirgince sergilenmesinin önüne geçmek isteyen devlet yetkilileri onun devlet kanalına çıkmasını yasaklarlar. Bu yasakla birlikte devlet bürokratı bir hayranının onu elde etmek için bürokratik gücünü kullanmasını izleriz. Kalina Jedrusik ise kocası ve sevgilisiyle ikili bir hayat sürerken artık devlet yetkilileri ve özel yaşamıyla ilgili de yeni dengeler tutturması gerekir.
"Kaçış Kralı" filmi de sosyalist dönemde geçen bir hırsız güzellemesi. 70’lerden başlayarak bir hırsızlık suç örgütü kuran ve yakalansa da sürekli kaçmayı başaran Zdzisław Najmrodzki’nin hayatını anlatan film, devlete karşı halkın hayran olduğu bir hırsız panoraması çizer. Zdzisław Najmrodzki’nin gerçek yaşamını deforme ederek onu kahraman mitinin içine sokmaya çalışır. Gerçekte sosyalist dönemde yakalanıp cezasını çekerken 1994’te sosyalist dönem sonrasında cumhurbaşkanı tarafından affedilen hırsız, 1 yıl geçmeden yine çalınmış bir arabada hız yaparken kontrolü kaybedip hayatını kaybetmişti. Kazada arkadaşının 14 ve 12 yaşındaki 2 çocuğu da ölür ama filmde çocukların ölümü gösterilmez. Anti kahraman sosyalist, dönemin hırsızı olduğu için kahraman imgesiyle resmedilerek gerçek sonu filmde deforme edilerek sunulur.
Yönünü artık Amerikan siyasi çizgisine çeviren Polonya’da hem Amerikan askerî üslerinin yenileri yapılıyor hem de Netflix ofisi açılıyor. Projelerin temel motivasyonunu sosyalist dönemi bir baskı dönemi olarak resmederek sadece olumsuz bir tablo içinde imgeleyen yeni dönemin film ve dizileri; bu liberal özgürlük ortamında sözgelimi henüz kürtaj karşıtı yasalardan ötürü ölen kadınlara odaklı hikâyeleri anlatmaya başlamadı. Umarım devletin Katolik sınırlarını zorlayan projelere de imza atarlar. Zira çökeli 30 yıl olmuş sahipsiz sistemle yüzleşme macerası giderek saplantılı bir tekrara dönüşerek Polonya’nın günümüzdeki dini baskılarla oluşmuş kısıtlayıcı atmosferine kör ve sağır olmayı mecbur kılıyor.
Rıza Oylum Kimdir?
1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, RadikalGenç, Birgün, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı, Sendika.org, ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri ve İran Sineması kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihâzırda bir vakıf üniversitesinde sinema tarihi dersleri veriyor. Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.
'Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri': Israrla Kürtçesiz 02 Ekim 2024
'Dışavurumcu' İran sineması: Festivale film çekmek 07 Eylül 2024
Tuncay Akça’nın bilinmeyen başrolü: Bebek 21 Ağustos 2024
İktidardan muhalefete sürdürülemeyen film festivalleri 16 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI