Popüler olan politik, gündelik olan da tarihseldir
Tayfun Hoca, gündelik hayatımız içerisinde her yönden üzerimize yağan olay, olgu ve deneyimler sağanağını manidar bir eksen etrafında toparlar, her birini bir bütünlük içerisinde yerli yerine oturtur. Birbirinden kopuk ve ilgisiz duran hayat parçacıkları, onun düzenlemesinden sonra yeni bir ışık altında anlaşılır olur.
Popüler kültür bizde fazlasıyla politize olmuş bir alan. Burada en basitinden bir toplumsal kaygı belirtisi, en sıradanından bir duyarlılık hissi görmek, bu yüzden hepimizi heyacanlandırmaya yetiyor.
“Kızılcık Şerbeti” mesela...
Tema, karakter ve hikâye açısından toplumun sert gerçekliğinden devşirilmiş bir dizi bu. Ve doğal olarak da politize olmuş popüler kültür ortamında epeyce ilgi görüyor. Dizinin, kültürel kimlik meselemizdeki hâl ve gidişinden memnun olmayan bir hissiyatla yapıldığı çok açık. Nitekim bu da “seyirciye geçebildi” ki (artık kendi inançlarıyla siyasal iktidarın söylem ve uygulamaları arasında makûl bir bağ kurmakta zorlanan) küskün dindarlarla, (kendini siyasal yenilgi içinde hisseden) karamsar laikleri popüler bir formatta buluşturma başarısını gösterebildi. İnsanları ayrışmalara, kutuplaşmalara doğru değil ortaklıklara, çoğulculuğa, bir aradalığa doğru yönlendiriyor. Anlamaktan, anlayıştan o denli yoksun bir toplum olmalıyız ki bu da bize pek dokunaklı bir iş gibi geliyor. Bu yüzden çok izliyor, çok konuşuyoruz onu. Daha dün yayınlanan bir haberde, Google’ın 2023 yılında Türkiye’de en çok aranan diziler listesinde “Kızılcık Şerbeti” üçüncü sırada görünüyordu.
Dizinin sahibi Gold Film, bu ilgiyi değerlendirip bir benzerini yaptı. İsmi, “Kızıl Goncalar”. 18 Aralık akşamı Fox Tv’de başlayacak olan dizi, kanalın internet sitesinde şu cümlelerle tanıtılıyor: “Kızıl Goncalar, seküler bir Atatürkçü olan Levent (Özcan Deniz) ve mutaassıp bir tarikatın içinde yaşayan Meryem’in (Özgü Namal) kaderlerinin kesişmesini konu alırken, inanç ve fikir ayrılıklarına rağmen evlat söz konusu olduğunda anneliğin/babalığın birleştirici gücüne dikkat çekiyor.”
“Ömer”, “Kızılcık Şerbeti” derken, şimdi de “Kızıl Goncalar”... Demek ki popüler kültürümüz uzunca bir süre daha, politika alanında çözülmesi gereken ama çözülemeyen bir meselenin telafi edildiği bir alan olma özelliğini koruyacak, öyle görünüyor.
Popüler kültürün politikayı bu şekilde ikame edişi onun siyasete kaba bir eklenti olarak monte edilmesinden çok, kendi iç işleyişinden kaynaklanıyor. Bunun iyi anlaşılması, iyi kavranması gerekiyor. Ama elbette, her şeyden önce iyi anlatılması gerekiyor. “Popüler olan politiktir” sözünü belleğimize kazıyan sevgili Tayfun Atay, bu iş için en doğru adreslerden biri.
Uzun yıllardır bu konuda emek harcayan Tayfun Hoca, Oğlak Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Hayalllerimizin Seyir Defteri” ile bize poplüler kültürü anlatmaya devam ediyor.
Türkiye’de 80’lerde Ünsal Oskay ile başlayan sürekli ve tutarlı bir popüler kültür eleştirisi çizgisi, 2000’lerin başından itibaren Tayfun Atay’la takip edilebilmektedir. Herbiri onun editörlüğünde çıkan ve yazılarıyla katkı sunduğu, Milliyet gazetesinin Popüler Kültür eki (2003-2004), Picus Yayınları’nın popüler kültür dergisi Panzehir (2004-2005) ile 2010 ortalarından itibaren sırasıyla Cumhuriyet, T24 ve Pencere gazetelerinin Pazar ekleri, hem Ünsal Oskay geleneği ve çizgisini kendi tarzında sürdürmüş, hem de popüler kültür eleştirisinin geniş kitlelerin ilgisine sunulmasında önemli rol oynamıştır. Yayınladığı son kitap da, 2000’li yılların başından günümüze uzanan bu yirmi küsür yıllık süreçte Türkiye’de popüler kültür bağlamında kaleme aldığı ağırlıklı olarak çok izlenmiş, çok konuşulmuş sinema ve dizi filmler üzerine denemelerinden bir seçki, daha doğrusu, bizim “gündüz düşlerimiz” olan film ve diziler üzerine eleştirel kayıtlarını içeren bir “defter” sunuyor.
Tayfun Atay, bir antropolog. Üniversitede, (kanımca erkenden) emekli oluncaya kadar bu alanda çalıştı, eğitti, öğretti. Kitap da zaten, kendi deyimiyle, akademik dünyada yürüttüğü antropolojik çalışma, eğitim ve öğretim faaliyetini popüler kültürle ilişkisel ve etkileşimsel şekilde sürdürme yöneliminin bir ürünü. Kitaba aldığı yazılarda, dizi ve filmleri, yine kendi deyimiyle, “antropolojik alan araştırması çıktısı olan etnografik metinlere benzer mahiyette” bir “okuma”ya tâbi tutuyor. İçerik bakımdan temsil gücü yüksek diziler ve filmler hakkında yazılmış olması ölçütüyle yaptığı seçki, doğal olarak, yirmi küsür yıllık süreçte Türkiye’de deneyimlenen insan, toplum ve kültür gerçekliğini, yirmi küsür yıllık süreçte Türkiye’de yaşanan toplumdaki ve kültürdeki değişmeyi anlamamızı sağlıyor.
Kültürel meselelerin gerçekte çözülmesi gereken alanda, poltikada çözülebilmesi için bu “anlama” edimi büyük önem arz ediyor. İtalyan felsefeci ve Marksist teorisyen Galvano Della Volpe (1895-1968), kitle içinde yürütülecek politikada ikna etmeyi değil anlamayı birinci sıraya koymuştu. Onun 1950’li yıllarda geliştirdiği, sisteme “ideoloji”yle değil “bilim”le karşı çıkılacağının altını çizen anlayış, (başta proletarya olmak üzere elbette) insanları örgütlemekten ziyade hangi koşullarda olduklarını araştırmaya yönelik sosyalbilimsel bakışı politikaya dahil etmişti. Jürgen Habermas, bu çizgiyi Almanya’da sürdürdü; Pierre Bourdieu de Fransa’da. Tayfun Atay da Türkiye’de antropoloji ile yapıyor aynısını.
Üstelik akademik modaya hiç aldırış etmeden yapıyor; dizilerin ve filmlerin içeriğinin gerçek dünyayla ilişkisine değil de o içerikte kurgulanmış anlama, o anlamın içsel yapısına odaklanmak yerine, dizilerin ve filmlerin kültürel temsil niteliğine değer vererek, “gerçek hayatın içindeki belli toplumsal gruplara dair, o gruplara yönelik yaygın tutuma dair ya da o gruplara ilişkin kurguyu üretenlerin tutumuna dair verileri açığa çıkarma”yı tercih ediyor. Bu şekilde, insan, toplum ve kültür gerçekliğimizin, toplumdaki ve kültürdeki değişmenin, ekonomik, teknolojik, demografik, politik ve ideolojik nedenlerini de tartışmaya dahil ediyor. Toplumsal dünyamızı onun temsilleri üzerinden bu şekilde anlamaya ve bize de anlatmaya çalışıyor. O yüzden, Tayfun Hoca’nın yazdıkları konu bakımından çekici, referans bakımından zengin, bilgi bakımından yoğun, okuma zevki bakımından da sürükleyici metinlerdir.
Bilimde toplumsal dünyayı anlamaya dair bilginin güzergahı, faillerin (popüler kültür ürünlerini üretenlerin ve tüketenlerin) fiilinde ortaya çıkan açık olgulardan, bu fiillere neden olan ilişkilere doğru gider. Fakat, “özne”sinin “toplum” olduğu bir “fiil”’i tasavvur etmek ne kadar da zordur aslında. Bu denli büyük, karmaşık, heterojen bir öznenin fiili ne olabilir?
Fiilin gözlenebileceği alan, popüler kültürün de icra alanı olan, gündelik yaşamdır. Ve gündelik yaşam akışkandır; geçersizleşebilir. Tayfun Hoca’nın gözlem gücü kalıcı olanı geçici olan içinde konumlandırmasındadır ve önemli olan da budur zaten. Gündelik yaşam, tarihi bir üründür. Gündelik yaşama ilişkin her konunun tarihi bir bütünlük içinde ele alınması gerekir. Tayfun Hoca, gündelik hayatımız içerisinde her yönden, politikadan, kültürden, ideolojiden, kamusal yaşamdan, özel yaşamdan üzerimize yağan olay, olgu ve deneyimler sağanağını manidar bir eksen etrafında toparlar, her birini bir bütünlük içerisinde yerli yerine oturtur. Birbirinden kopuk ve ilgisiz duran hayat parçacıkları, onun düzenlemesinden sonra yeni bir ışık altında anlaşılır olur. Onun tek bir yazısı, dünyadaki bütün işlerin ortaya çıktığı düzeni çok iyi anladığını görmek için yeterlidir.
“Dünyaya bakış” denen şeydir bu.
Evet, bu işlemde ele gelen en kıymetli şey, onun dünyaya bakışıdır. Bu bakış, toplumun halihazırdaki kapalı dünya imajını aşar. O yüzden hep bir enginlik duygusuyla yazar Tayfun Hoca; insan hayatının hudutlarını sezmek ve görebilmek için ihtiyaç duyulan bir enginlik duygusuyla.
“Hayallerimizin Seyir Defteri”, bu yüzden, bizim o hayalleri gördüğümüz sıradan günlerimizin sınırlarını aşan zengin notlar içeriyor.