Prensesler de ağlar, sarayda bile!
Pablo Larrain imzalı "Spencer", Diana'nın haklı olup olmadığını anlatmak derdinde değil. Diana'yı bir prenses olarak tasvir etmektense, onun da etten kemikten bir insan olduğunu hatırlatıyor.
Daha önce "Ema", "Jackie", "Neruda" gibi filmlere imza atan Şilili sinemacı Pablo Larraín'in yönetmenliğini üstlendiği, oyuncu Kristen Stewart'ın Prenses Diana'ya hayat verdiği "Spencer", dün vizyona girdi. Film, Prenses Diana'nın kraliyete ve Prens Charles'a veda etmeye karar verdiği 1991 yılındaki kritik Noel tatiline odaklanıyor.
Diana'nın evlenmeden önceki soyadı olan Spencer'ı öne çıkarmayı amaçlayan film, Noel tatili sırasında Diana'nın sıkışmışlığını, boğuluşunu ve depresif ruh halini izleyicilere sunuyor. Film, açılış sekansında izleyiciye "Prenses Diana" yerine yalnızca kendi olan, sıradan bir Diana sunuyor. Diana, Noel tatili için bir araba dolusu koruma olmadan, tek başına ve 'isteksizce' saraya doğru gidiyor. Yol üzerinde bir korkuluk gören ve apar topar arabasından o korkuluğa yönelen Diana, korkuluğun üzerindeki yıpranmış ceketi, babasının olduğunu söyleyerek alıyor.
Diana arabasıyla saraya ulaştığında kamera onu kuşbakışı çekerek, gösterişli binalar ve bahçeler arasında ne denli küçük olduğunu gösteriyor. Kapıdan içeriği girdiği andan itibaren 'gelenekler' denilerek kurallara tabi tutulmaya başlanan Diana, adeta mikroskop altında incelenen bir böceğe dönüşüyor.
'SADECE EĞLENCE İÇİN'
Her anında, sürekli gözlem altında tutulan Diana, karşı çıktığı ve gereksiz olduğunu düşündüğü her geleneğe karşı 'röntgencilerinden' ve kurallara uymasını talep edenlerden hep aynı cevabı alıyor: "Sadece eğlence için". Diana, çocukları prens William ve Prens Harry'nin neden bazı şeyleri sıradan insanlar gibi yapmadıkları sorusuna da alaycı şekilde aynı cevabı veriyor: "Sadece eğlence için."
Gece mutfakta gizlice yemek yiyen Diana’nın yanına gelen ve kraliyet ailesinin ‘baş Diana denetçisi’ Alistair Gregory, Diana’ya gece gündüz demeden yine kuralları hatırlatıyor. Diana ise şikayetlerini 'yaygara koparmak' olarak gören ve ona sürekli izlendiğini hatırlatan Gregory’ye kendisinin mikroskop altında kanatları ve bacakları çekilen bir böcek gibi olduğunu söylüyor.
Sarayda kendisinden ve onu giydiren yardımcısı Maggie’den başka kimsesi olmayan Diana, perdelerini kapatmadığı, söylenenleri yapmadığı ve planlananlardan farklı kıyafetler giymesi nedeniyle 'cezalandırılıyor'. Yardımcısı değiştiriliyor, perdeleri tamamen kapatılarak dikiliyor. Her anının, yaşayacaklarının planlanmış olduğunu söyleyen Diana, kraliyette geçmiş ve şimdinin bir olduğunu, geleceğin ise olmadığını savunuyor; ‘an’, ‘geçmiş’te çoktan yaşanmış gibi...
'THE SHINING'İN KRALİYET VERSİYONU: 'SPENCER'
Diana, yeme bozukluğu yaşıyor. Bu nedenle film, yemek masasından aniden koridor sekansına geçiyor. Koridorda bir şeylerden kaçar gibi koşuşturan Diana, filmi dram havasından çıkararak gerilim havasına sokuyor. Larrain, Diana’nın sarayın koridorlarında stresli bir şekilde koşturmasından inci yeme anına kadar, belki de "The Shining"in kraliyet versiyonu denilebilecek bir gerilim filmi inşa ediyor. Ancak Diana’nın hayal kırıklığının farkına vardığı anlarının aktarıldığı filmde canavar, kraliyet ailesi üyeleri değil, Diana’ymış gibi düşünülüyor.
Pablo Larrain, duygusal anlamda alt üst olmuş ve acı çeken kadınların potrelerini seviyor. Natalie Portman’ın başrolünde yer alarak Jackie Kennedy’yi canlandırdığı 2016 yapımı "Jackie" filminde Jackie’nin ofisinde halıda yaşadıklarının ardından Diana’yı da benzer şekilde tuvaletin önünde adeta ‘kıvrandırtıyor’. "Spencer" da genel tema olarak "Jackie"nin ruhunda bir film.
'Anne Boleyn' kitabı da filmin başrollerinden biri. Diana odasına bırakılan kitapla birlikte, kurallara uymadığı takdirde Anne Boleyn’nin başına gelebileceklerinin kendisinin de başına gelebileceğini düşünüyor, kimi zaman Anne Boleyn’in kendisinden dinliyor. Ne yapıp edip tüm engelleri aşarak, küçüklüğünün geçtiği eve giden Diana, kamera önünde peri masalı olarak görülen kabustan uyanmak istiyor. Anne Boleyn’nin çağrısıyla hayatta kalmayı seçen Diana, korkuluğun üstünden aldığı ceketi giyerek ‘gelenek’ olarak görülen kraliyet eğlencesini bölüyor ve çocuklarını alıp gitmek istiyor. Kendi kıyafetlerini de korkuluğun üzerine geçiren Diana, çocuklarını alarak pop şarkıları eşliğinde, ‘istedikleri yemekleri yiyebilecekleri’ yerlere doğru uzaklaşıyor. Diana, yemek siparişi alınırken adı sorulunca da “Spencer” diyerek cevap veriyor. Çocuklarıyla doyasıya, istediği gibi fast food yiyebilen o ‘sıradan’ kadın hala Diana. Ama artık tümüyle kendisi...
Film, her ne kadar sonuna yaklaştıkça daha fazla temellense de gereğinden fazla uzun tutulmuş. Filmdeki karakter derinliği aceleye getirilmiş gibi görünüyor ancak “Alacakaranlık” serisiyle tanınmaya başlayan ve maalesef kariyerinde bir daha kapatamayacağı bir olmamışlık oluşturan Kristen Stewart, mükemmel olmaktan uzak ama taklitçi olmayan ve izlemeye değer bir Diana performansı sergiliyor. Diana’nın Stewart’la boy farkından aksan farkına dek bir sürü uzak noktası bulunuyor ama Stewart’ın her daim hüzün dolu bakışları depresif ve üzgün Diana rolüne oturmuş, hatta Oscar’a aday bile denilebilir.
Prenses Diana, kraliyet ailesine girmesinden saraydaki kuralların dışında bir yaşam sürmek istemesine, kraliyetten ayrılışından trajik ölümüne dek göz önünde olan figürlerden biri oldu. Hayatı birçok farklı yapıta konu olsa da Larrain'in “Spencer”ı bir kraliyet temasından çok Diana'nın dökemediği yaşlarla, söyleyemediği düşünceleriyle ve sarayda kendini kaybolmuş hissetmesiyle ilgili. Film, Diana'nın haklı olup olmadığını anlatmak derdinde değil, izleyicinin de bir taraf seçmesini istemiyor; Diana'yı bir prenses olarak tasvir etmektense onun içsel yaşamını izleyiciye yansıtarak onun da etten kemikten bir insan olduğunu hatırlatıyor.
Son olarak, kraliyet ailesinden ya da değil herkesin tek ihtiyacı olan bir mucize... Pop müzik ve belki biraz fast food!