Prof. Dr. Gencer Özcan: Türkiye Suriye’den çekilmek durumunda kalacak, çekilmesi de gerekiyor
Prof. Dr. Gencer Özcan, Türkiye-Suriye ilişkilerini, Erdoğan'ın ve Özgür Özel'in Esad ile görüşme taleplerini ve Rusya ve ABD'nin etkileriyle Türkiye'nin Ortadoğu'ya ilişkin dış politikalarını değerlendirdi.
Yaklaşık 13 yıldır gündemde olan Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir kırılma yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sıklıkla Suriye Lideri Beşar Esad’a görüşmek için davette bulunuyor. Ancak Suriye cephesinden yapılan açıklamalarda Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi öncelikli başlık olarak görülüyor. 2011’den bu yana Türkiye’nin Suriye’de çeşitli değişimler geçiren poetikasındaki bu dönüşüm ne anlama geliyor? Türkiye, Suriye’de kontrol ettiği topraklardan çekilecek mi? Rusya, bu süreçte nasıl bir role sahip? Beşar Esad, bunca yaşanandan sonra Türkiye’ye gelecek mi, yoksa üçüncü bir ülkede mi görüşme olacak? Ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Beşar Esad ile görüşeceğini ifade etmesini nasıl yorumlamak gerekiyor? Yaklaşan ABD seçimleri ve sonuçları ABD’nin Suriye politikasını nasıl etkileyecek? Bu soruları İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gencer Özcan’a sorduk.
Özcan’a göre Türkiye, Suriye’de kontrol ettiği topraklardan çekilmek durumunda kalacak çünkü Türkiye’nin burada yaslanabileceği bir demografik unsur olmadığı gibi, Türkiye’nin varlığına karşı olan gruplar var. Dahası Kıbrıs ile Suriye arasında bazı uzmanların kurduğu benzerlik de doğru değil, iki durum birbirinden çok farklı.
Türkiye’nin Suriye politikasına baktığımızda ciddi değişim ve kırılma noktaları olduğunu görüyoruz. 2011’e kadar Suriye açılımıyla vizelerin kaldırıldığı ilişkiler 2011’deki savaşla beraber “Katil Esed” söylemine evrildi. Nihayetinde geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan “Sayın Esed ile görüşürüm” cümlesini kullandı ve daha önce Esad ailesiyle yakın ilişkileri olduğunu ilk defa hatırlattı. Kısaca Türkiye’nin bu Suriye politikasında değişimi nasıl yorumlarsınız?
Öncelikle 12 yıldır süren bunalımda kırılma noktaları yaşandı ve bu kırılma anlarında Türkiye’nin önemli rol oynadığı görüldü. Türkiye ile Suriye arasında 2011’e kadar süren bir yakınlaşma mevcuttu. Öyle ki AK Parti 12 Haziran 2011 Seçimlerine, Erdoğan ile Esad’ın kol kola göründüğü fotoğrafın bulunduğu propaganda malzemeleri ile girdi. Olayların hızla gelişmesi karşısında AK Parti yönetimi de Suriye’de olayların Mısır ve Tunus’taki gibi sonuçlanacağı düşüncesi ile pozisyonunu değiştirdi. Aslında Türkiye seçimlerden önce Suriyeli muhaliflerle toplantılar yapmaya başlamıştı. Ancak seçimlerin ardından ilişkiler 8 Ağustos 2011’de Esad-Davutoğlu görüşmesi sonrasında hızla bozuldu. Türkiye’nin Suriye’de rejim değişikliği öngören politikası beş yılı aşkın bir süre, Rusya ve İran ile 20 Aralık 2016’da imzalanan Moskova Deklarasyonu’na kadar devam etti. Türkiye, Moskova Deklarasyonu'yla Esad rejiminin en yakın iki destekçisi Rusya ve İran ile bir anlaşma imzaladı. Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını, Suriye’nin iç işlerine karışılmamasını öngören bildirgeyle Türkiye rejim değişikliği politikasına son vermiş oldu. Sonrasında başlayan süreci tek bir başlık altında değerlendirmek, adlandırmak daha zor.
'TÜRKİYE’NİN DENETİMİ ALTINDAKİ BÖLGELERDE NE OLUP BİTTİĞİ KONUSUNDA SAĞLIKLI BİLGİMİZ YOK'
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasına artık birden fazla öncelik yön veriyor Bunlardan en çok dile getirileni PYD’nin Kuzey Suriye’de oluşturduğu otonom bölgenin kurumsallaşmasını, yaygınlaşmasını engelleyecek politikalar. Bir başka öncelik ise mültecilerin güven içinde yaşayacağı güvenli bölgelerin oluşturulması, ancak bu önceliklerin tutarlı olduğunu söylemek güç... Türkiye’nin denetimi altında bulunan bölgelerde neler olup bittiği konusunda sağlıklı bilgilerimiz yok. Ancak son olaylar bu bölgelerde güvenliğin kırılgan olduğunu gösterdi. Özellikle İdlib’deki durum Türkiye açısından tam bir açmaz görünümünde...
Suriyeliler, basına yansıdığı kadarıyla, değişik kanallardan Türkiye’nin buradaki askeri varlığına son vermesini ya da belli bir takvim uyarınca bu topraklardan çekilmesini istiyorlar. Bence Suriyelileri bu konuda anlamak, gerekiyor. Suriye, örneğin 1967’de başka nedenlerle kaybetmiş olduğu Golan Tepeleri’ni İsrail’den bir türlü geri alamıyor. Hal böyleyken ülkelerinin kuzeyindeki geniş bir bölgenin Türkiye tarafından ileride bir şekilde ilhak edileceği olasılığından endişe ediyorlar. Suriyeler, bu endişe yüzünden olsa gerek, normalleşmenin önkoşulu olarak Türkiye’nin denetlediği yerlerden çekilmesini istiyor. 2015’te Rusya’nın askeri müdahalesi öncesinde AK Parti yanlısı gazetelerde atılan “Emsal Kosova” ya da “82 Halep” türünden manşetleri hatırlayacak olursak Suriyelilerin endişelerinin yersiz olduğu söylenemez.
'TÜRKİYE BAŞINDA İTİBAREN SURİYE’DE BÜYÜK HESAP HATALARI YAPTI'
Peki Türkiye bu açmazlarla nasıl karşı karşıya kaldı?
Türkiye başından itibaren büyük hesap hataları yaptı. Bu hesap hatalarından bir bölümü Suriye’de rejimin gücüne ilişkindi. Rejimin çok güçsüz olduğu, zayıf toplumsal temeller dayandığı varsayımına dayanan politikalar sonuç vermedi. İkinci hesap hatası muhalefetin gücüne ilişkindi. Başta Müslüman Kardeşler olmak üzere, muhalefetin güçlü olduğunu ve küçük bir destekle rejimi yıkabileceği varsayıldı. Müslüman Kardeşler, AK Parti yönetiminin varsaydığı kadar güçlü değildi ve muhalif örgütler hiç bir zaman tek bir çatı altında toplanıp eşgüdüm içinde çalışmadılar. Üçüncü hesap hatası bence en önemlisiydi: Türkiye kendisinin Suriye’deki gelişmeleri yönlendirecek kadar güçlü olduğunu düşündü. Oysa Türkiye’nin gücünü sınırlayan sorunlar vardı. Bunlardan ilki Türkiye’nin güvenlik kurumları arasındaki uyumsuzluk ve çekişmelerdi. 2013’ün ikinci yarısından sonra, bir başka deyişle, Türkiye’deki güvenlik kurumları en fazla eşgüdüm içinde olmaları gereken bir dönemde, neredeyse birbiriyle çatışır hale geldiler. Bu durum 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle tepe noktasına ulaştı. Bir başka sorun ise Türkiye, Suriye konusunda müttefikleriyle ayrı düştü. Özellikle ABD ile Suriye’ye farklı merceklerden bakmaya başladı, giderek ters düştü ve sonunda Rusya ve İran ile aynı çizgiye çekilmek zorunda kaldı. Son olarak Suriye’de uzun erimli bir müdahalenin, geniş kapsamlı sınırötesi askeri harekatların Türkiye’nin ekonomisi üzerinde yaratacağı yükün ne kadar büyük olacağını görmek için ekonomist olmaya gerek yok. Suriye’deki askeri varlığımızın ve harcamalarımızın boyutları konusunda tahminler dışında bilgimiz yok. Ama büyük bir maliyet ile karşı karşıyayız. Özetle, hesap hatalarımız bizi büyük bir yanlışın içine sürükledi; şimdi o yanlıştan sıyrılmaya çalışıyoruz. Ben zararın neresinden dönülürse kârdır düşüncesindeyim. Dolayısıyla, bir an önce Suriye’de ve Ortadoğu’da yüzleştiğimiz gerçeklikle anlamlı bir ilişki kurmaya koyulmamız gerektiğine inanıyorum.
'ESAD TÜRKİYE’YE GELMEYECEKTİR, ZİRVE MOSKOVA VEYA KAHİRE’DE OLABİLİR'
Erdoğan hem Kazakistan hem Almanya dönüşü “Bizim Sayın Putin ile Beşar Esed’e bir davetimiz olabilir” dedi. Benzer çağrıyı ABD’de de tekrarladı. Bu çağrı üzerine Türkiye’de bir buluşma olasılığını nasıl değerlendirirsiniz?
Sorun şu ki bu konuda görüşmelerin hangi noktaya geldiğini bilmiyoruz. Ancak hala çok önemli bir durum var: TSK Suriye’de geniş bir bölgeyi kontrol altında tutuyor. Yani odanın ortasında büyük bir fil oturuyor. Bu sorun ortada dururken liderler zirvesi ne kadar işlevsel olur, kestiremiyorum. Bununla beraber bu görüşmelerin ikinci bir boyutu daha var: Sembolik boyutu var. Şöyle 11-12 yıldır fiilen bir vekalet savaşı içindesiniz, hatta ordularınız 2019-2020’de karşı karşıya gelmiş. Böylesi bir dönemden sonra iki ülkenin liderinin bir araya gelmesi sembolik olarak önemli. İki liderin bir araya gelmesi tıpkı Erdoğan-Sisi görüşmesi gibi sembolik bir etki yaratacak. İki liderin nerede ve kimin tarafından bir araya getirileceği meselesi önem kazanmış durumda. Özellikle Rusya, bölgede oyun kurucu olarak bu sembolik getiriyi kimseyle paylaşmak istemez. Ukrayna Savaşı sonrasında Rusya’nın diplomatik yalıtılmışlığını dikkate alırsak Putin böylesi bir PR fırsatını kimseye kaptırmayacaktır düşüncesindeyim. Böylelikle Putin kendini uluslararası kamuoyuna barış için çaba harcayan lider olarak göstermek fırsatı yakalayacaktır.
Bu durumda Esad Türkiye’ye gelmeyecektir diyebilir miyiz?
Bana kalırsa Beşar Esad’ın yıllarca ülkesine müdahale eden, gün itibariyle ülkesinin belli bir bölümünü işgal altında bulunduran ülkeye, Erdoğan’ın ayağına geleceğini sanmıyorum. Eğer gelirse çok şaşırtıcı olur. Çok zayıf bir ihtimal diye düşünüyorum. Yani mesela benzer bir durum, Sisi ile Erdoğan arasında yaşandığında taraflar ilk olarak 2022’de Katar’da Dünya Kupası’nda bir araya gelmişlerdi. Benzer bir süreç yaşanabilir ki aradaki sorunlar Mısır ile yaşanandan daha büyük. Ben o yüzden Esad’ın geleceğine dönük beklentiye “hayır” diyerek yanıt veriyorum.
CHP lideri Özgür Özel, “Yakın süreçte Esad ile görüşeceğim” ifadelerini kullandı. Bugüne kadar muhalefet Türkiye’nin Suriye politikasını eleştirse de Şam ile doğrudan temasta da bulunmuyordu. CHP liderinin Esad ile görüşme talebini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu benim anlamakta zorluk çektiğim bir durum. Gerçekten nasıl bakmak gerektiği konusunda değişik açılardan olayı değerlendirmeye çalıştığımda pek anlamlı bir yanıt bulamıyorum. Özgür Özel’in yanında çok kıymetli danışmanlar var, onlarla birlikte alınmış bir karar olsa gerektir diye düşünüyorum. Onların bu konudaki yaklaşımını öğrenmek isterim. Ancak ben böyle bir ziyareti, en azından şu anda, zamanlaması açısından yanlış buluyorum. Bu tür görüşmeler için elbette parti bir heyet gönderir, orada heyeti Esad kabul eder; ki bu daha önce olmuştu. Bunu anlayabilirim, fakat doğrudan doğruya parti liderinin oraya gitmesi konusunda emin değilim ki özellikle son seçimden sonra CHP, ana muhalefet partisi olarak, yerel seçimlerden birinci parti olarak çıktı... Bilemiyorum...
'CHP’NİN SURİYE İLE İLİŞKİLERİN NORMALLEŞMESİ İÇİN DAHA ETKİLİ BİR KAMUOYU ÇALIŞMASI YAPMASI GEREKİYOR'
Sayın Özel, ana muhalefet partisinin lideri olarak eskiden olduğundan daha önemli bir konumda. Böylesi bir konumda yapabileceği başka şeyler var. Bunlardan bir tanesi, Türkiye ile Suriye ilişiklerinin biran önce normalleştirilmesi, Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik ilişkilerin restorasyonu için içerde yoğun bir faaliyet yürütülmesi, kamuoyu oluşturularak hükümet üstünde baskı kurulması gerekiyor. Kuşkusuz Türkiye’nin üzerinde durulması gereken başka önemli sorunları var. Özgür Özel seçildiği günden bu yana son derece etkili bir muhalefet lideri profili ortaya koyuyor. Yani Özgür Özel yetersiz bir muhalefet sergiliyor gibi bir noktadan yola çıkmıyorum. Ama Suriye’nin gündeme geldiği bugünlerde CHP'nin Suriye ile ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda çok daha etkili bir kamuoyu çalışması, muhalefet çalışması yapması gerektiğine inanıyorum. Bunun yerine daha çok ses getireceği düşüncesiyle Esad’ın yanına gitmek, onu ziyaret etmek bana kalırsa doğru olmayan bir harekettir. Bu konuda umarım yanılırım. Bu adımlar, sonuçlar itibariyle değerlendirilmeli. Böyle bir ziyaret bugün yapılsa muhtemelen yarın Esad çok başarılı bir PR operasyonu yaptığını düşünecektir. Arap dünyasıyla ilişkilerini düzeltmiş, yerini sağlamlaştırmış görünen Esad’a uluslararası arenada prim kazandıracak yaklaşım içine girilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Bir de bu işin bir başka bir boyutu daha var: ABD. ABD, hala bugün Suriye’den çekileceğine dönük birtakım işaretler veriyor. Bazı etkili, yetkili kalemlerden ABD’nin Suriye politikasında değişikliğe gitmesi gerektiğine dönük ifadeler, PYD ile ilişkisini gözden geçirmesi gerektiğini söyleyen yazılar okuyoruz. Bu işaretler bize gelmekte olan değişimi anlatıyorsa, o zaman CHP’nin burada da dikkatli olması gerekiyor. Yani önümüzdeki günlerde dengeli bir şekilde hem Batılı müttefiklerimizle hem bu konuda işbirliği içinde bulunduğumuz Rusya ve İran başta olmak üzere tüm aktörlerle ters düşmeyecek bir politikanın içerisine girmeliyiz. Bu çerçeve içinde Özgür Özel’in Şam ziyaretinin, bugünkü koşullar altıda söylüyorum, çok iyi hesaplanmış bir ziyaret olmayacağını düşünüyorum.
'RUSYA SURİYE’DE OYUN KURUCU BİR AKTÖR AYNI ZAMANDA ARABULUCUDUR'
Suriye-Türkiye ilişkileri dendiğinde gözlerin çevrildiği iki aktör var: Rusya ve ABD. Rusya-Türkiye ilişkileri de dikkate alındığında sizce Rusya iki ülke arasındaki ilişkilerde sadece arabulucu mu yoksa oyun kurucu bir etkiye sahip mi?
Aslında arabuluculuk ve oyun kuruculuk birbirini dışlamıyor. Rusya, ilk günden itibaren Esad’ın, Suriye’nin arkasında durdu. Türkiye ile Suudi Arabistan arasında Mart 2015’te imzalanan Riyad Anlaşması sonrasında meydana gelen gelişmeler Esad’ın denetimi kaybetmesi olasılığını ortaya çıkardığında, Eylül 2015’te doğrudan askeri müdahale başlattı. Nitekim 2015’in sonuna gelindiğinde Suriye bunalımının bütün parametreleri değişmişti. Türkiye’nin desteklediği gruplar, 2015’in sonu itibariyle tamamen Kuzey Suriye’den sökülüp atılmıştı.
Ki aynı dönemde Türkiye Rusya’ya ait bir jeti düşürmüştü?
Evet, herhalde bu uçağı düşürmek, Türkiye’nin 21. üzyılda aldığı en yanlış kararlardan biriydi. Beraberinde zincirleme reaksiyonlar getirdi. Biraz da bu olayın etkisiyle, öyle bir hata yapıldı ki bu hatanın sadece Türkiye-Rusya ilişkileri üstünde değil, ABD ilişkilerine de olumsuz etkisi oldu. Bu kararın sonucunda oluşan zincirleme tepkimeler Türkiye ile ABD ilişkilerini de içinden çıkılmaz bir bunalıma soktu.
'RUS JETİNİ DÜŞÜRMEK ÇOK BÜYÜK HATAYDI, HALA BEDELİNİ ÖDÜYORUZ'
Türkiye, kullanamadığımız ve muhtemelen hiçbir zaman kullanamayacağımız S-400’ler yüzünden bileşeni olduğu F-35 programından çıkartıldı. Türkiye, kendi düşüncesi, amaçları çerçevesinde son derece tutarsız bir noktaya savruldu. Bunların hepsinin altında uçak düşürme kararı vardı. Çok büyük bir hatadır, hala da bedelini ödemek zorunda kaldığımız bir hata olarak ortada duruyor. Bu hatadan sonra da Rusya, Suriye üstündeki oyun kurucu etkisini daha bariz şekilde gösterdi. Bu durum biraz Ukrayna Savaşıyla değişti, fakat Rusya’nın 7 Ekim Gazze savaşıyla beraber Ortadoğu’da sözü dinlenir ülke konumuna geldiğini tekrar görüyoruz. Rusya; burada oyun kurucudur, arabulucudur. Zaten minik krizler sırasında da arabuluculuk yapıyor. Üstelik Sadece Türkiye ile Suriye arasında değil, Türkiye ile PYD arasında da sorunlar çıktığında o sorunları yönetmek konusunda son derece etkili olabiliyor.
'SURİYE İLE KIBRIS ARASINDA BENZERLİK YOK, TÜRKİYE’NİN BURADA YASLANABİLECEĞİ DEMOGRAFİK BİR YAPI YOK'
Suriye’nin Türkiye’ye dönük yaklaşımında kilit önemde olan başlık, Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki askeri varlığı. Siz de odadaki fil olarak tarif ettiğiniz, iki taraf arasında görüşmeler başlarsa Türkiye Suriye’den çekilir mi?
Çekilmek durumunda kalacak, çekilmesi de gerekiyor. Her ne kadar bazı uzmanlar Kıbrıs benzetmesiyle Türkiye’nin buradan çekilmeyeceğini söylese de bence benzerlik yok... İlk olarak Türkiye’nin burada dayanabileceği bir demografik yapı yok, hani yüzde 10, yüzde 20’lik bir nüfus olsa... Türkmenler yoğun olarak Hatay’a yakın bölgelerde yaşıyor. Sınır boyunca bazı yerlerde varlar, ancak Türkiye’nin dayanabileceği, adına konuşabileceği demografik bir bütünlük yok. İkincisi, desteğin olmamasının yanında tam tersine Türkiye’yi bölgede görmek istemeyen gruplar var. Dolayısıyla bu Türkiye’nin bölgede istenmeyen unsurlar tarafından taciz edilmesi riskini artırıyor. Üçüncüsü, Türkiye’nin desteklediği gruplarla Türkiye arasındaki ilişkinin niteliği ve doğasındaki sınırlılık. Bu ilişki ve doğası, uzun süreli bir ilişkiye dayanak oluşturmuyor. Sonuç itibariyle buradaki insanlar, vekalet savaşı unsurları ve ücret karşılığında çalışıyorlar. Türkiye’den destek alıyorlar. Türkiye’den destek alamazlarsa burada tutunma ihtimalleri son derece düşük, çünkü arkalarında ne kadar halk desteği var bilmiyoruz. Yine Suriye içerisinde başta PYD olmak üzere bu gruplara karşı savaşabilecek yapılar, gruplar var. Dolasıyla Türkiye’nin burada uzun süreli tutunmasını sağlayacak yerel unsurlardan yoksun olduğunu, tam tersine, burada bulunmasına karşı çıkan unsurlarla karşı karşıya bulunduğunu düşünüyorum.
'TÜRKİYE’NİN ORADA AYRI BİR DEVLET KURUYORLAR RETORİĞİ İLERİDE GÖZDEN DÜŞECEK'
Bunun yanında durumun uluslararası ve bölgesel boyutu var. Türkiye’nin burada kalması, fiilen sınırların değişmesi anlamına geliyor. Ortadoğu sınırları başta olmak üzere bu sınırlarla ilgili yapay sınırlar, Sykes-Picot sınırları, kumda çizilmiş sınırlar gibi tarihsellikten yoksun açıklamalar yapılıyor. Oysa Ortadoğu’da sınırlar yüz yaşını geçti, oturdu ve pekişti. Uluslararası sistem, hem genel olarak hem de yerel olarak bu sınırların değişmesini istemiyor. Dolasıyla Türkiye bu topraklardan geri çekilmek zorunda kalacak.
Geriye göçmenler ve PYD meselesi kalıyor. PYD ya da PKK, sonuç itibariyle değişken ittifaklar izleyen bir örgüt. Zaten hem Moskova hem de Şam ile geçmişi eskilere giden ilişkileri var ve bu ilişkileri sürdürüyorlar. Yeni bir ilişki modeline geçecekler. Onun ne olacağını bize zaman gösterecek. Ama Türkiye’nin “orada bir ayrı devlet kuruluyor” retoriği bence etkili olamayacak. Zaten çok temelli, çok etkili bir retorik değil, ileride daha da gözden düşecek. Tüm bunları göz önüne aldığımız zaman belki bugünden yarına değil, ama kısa denebilecek bir sürede Türkiye’nin buradan çekileceğini ve çekilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’nin Suriye ile normalleşme sürecinde PYD seçimi da ayrıca önem taşıyor. Bu süreç normalleşme çabasını nasıl etkiler?
Bu konunun öncelik taşıdığını düşünmüyorum. Daha önce de bazı referandumlar, seçimler yapıldı. Bırakın PYD’yi, kontrol altında tuttuğu topraklar, zaman zaman açıkladığı yönergeler, ilişkide olduğu yapılar, bunların hepsine bakıyorum. Referandumu neden yaparsınız, bağımsızlık, özgürlük ya da başka bir şeyi oya sunarsınız. Bu referandum sadece siz ve sadece halk oyuna baş vurduğunuz halk ile ilişkili değildir, çevredeki politik öznelerin ne yapacağı daha önemlidir. Yoksa siz kendiniz çalar kendiniz oynarsınız, bir etkisi de olmaz. Bunun akla gelen yakın örneği 2017’de Kuzey Irak’ta yapılan referandumdu. Türkiye karşı çıktı, ABD yapmayın dedi, herkes yapmayın dedi. Onlar yaptılar. Ne oldu sonra? Hiçbir şey olmadı. PYD’nin varlık nedeni DAEŞ ile savaşmaktı. Şu anda da DAEŞ’i kontrol altında bulundurmak ve DAEŞ’li tutukluların bulunduğu kampların güvenlik ve denetimini sağlamak. ABD’nin koruması ve şemsiyesi altında, belirli bir uluslararası desteği alarak bir işlev yürütüyor. Bu destek ortadan kalktıktan sonra, ABD çekilirse PYD Rusya ve Suriye ile anlaşacaktır. Başka türlü de hayatta kalma şansı yok. O zaman başka parametreler başka politikaya yönelecektir.
'ABD’NİN SURİYE POLİTİKASININ SON KULLANMA TARİHİ YAKLAŞTI'
Kasım ayında ABD seçimleri var. ABD’nin güncel pozisyonu dikkate alındığında buradaki seçim küresel ve bölgesel politikaların da seyrine etki edecek nitelikte. Joe Biden’ın sağlık durumu ve anketler dikkate alındığında seçimi Donald Trump’ın kazanması güçlü bir ihtimal. ABD’nin seçimi Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilere nasıl yansır?
Geçmişte ne olduğuna bakarsak; Trump “Suriye’den çekiliyoruz” dedi. Gelen baskı sonucunda kararını değiştirdi. Artık ABD’de demokratlar arasında da çekilme yanlısı olan, “Bu politikayı artık sonlandıralım” diyenler var. Bunun yanında bir şekilde Türkiye-ABD ilişkilerinde normalleşme bekleniyor. F16 modernizasyon kitleri verildi. S-400 konusunda adım atıldığı takdirde ABD F-35 projesine Türkiye’nin geri dönebileceği sinyalini de verdi.
ABD’nin PYD’ye verdiği destek, bu normalleşme süreçlerinin en önemli başlıklardan biri olacak. Amerikalı bazı uzmanlar “Artık bu gölge oyununu bırakalım, yani biz orada PKK’yı destekliyoruz, PKK bizim de ülkemizde terörist organizasyon listemizde bulunan bir örgüt. Bu çifte standardı bırakalım” diyorlar. Bu tabii Suriye politikasında bir değişiklik anlamına gelebilir.
Sonuç itibariyle ABD’nin Ortadoğu’ya özellikle Suriye’ye bir ölçüde bütün bu olan bitenden sonra İsrail ve Gazze sorununa bir bıkkınlık içinde yaklaştığını görüyoruz. “Pivot to Asia” ile birlikte uzak doğuya yönelmeyle beraber ABD’nin öncelikler listesi değişmiş durumda. Suriye bunalımı burada bir kırılma yarattı. Gazze Savaşı bir kırılma yarattı. ABD’nin Suriye politikasının son kullanma tarihi yaklaştı diye düşünüyorum Burada bir noktanın altını çizmek istiyorum. ABD’nin Suriye’de sanki yüzbinlerce askeri var gibi algılanıyor. Öyle değil, burada muharip bir birlik yok, bulunanlar PYD’ye destek olmak için istihbarat, eğitim veren, koordinasyon sağlayan küçük ölçekli birlikler. Dolayısıyla ABD, Suriye’den 2011’de Irak’tan çekildiği gibi çekilmeyecek.
Gencer Özcan Kimdir?
Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, lisansüstü eğitimini ise Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamlayan Özcan, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde (1983-1999), Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde (1999-2009) çalıştı. 2009’dan bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışıyor. "Kuşku ile Komşuluk: Türkiye ile Rusya İlişkilerinde Değişen Dinamikler" kitabının derleyenleri arasında yer alan Gencer Özcan’ın, ulusal ve uluslararası pek çok yayını, kitap çalışması mevcuttur. Siyasal tarih, Türkiye dış politikası, Türkiye’nin Ortadoğu’ya dönük siyaseti, Türkiye’de ulusal güvenlik ve dış politikada karar alma süreçleri temel ilgi alanlarıdır.
Mühdan Sağlam Kimdir?
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.
'Ortadoğu’da Kürt meselesinin çözümü Türkiye'siz düşünülemez' 13 Kasım 2024
'Erdoğan Kürt Sorununu çözmeye değil stabilize etmeye çalışıyor' 04 Kasım 2024
Yapay zekanın açıldığı kapı: Nükleerin yeniden keşfi 30 Ekim 2024
Cumhuriyet'in 101. yılı: Demokrasi, laiklik, anayasa, eşit yurttaşlık 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI