Prof. Dr. Rıfat Okçabol’dan 40 yıllık YÖK’ün hikâyesi
Prof. Dr. Rıfat Okçabol’un 12 Eylül darbesini yapanlar tarafından kurulan YÖK’ün 40. yılı dolayısıyla yazdığı 'YÖK, YÖK Başkanları ve Üniversiteleri' kitabı Ütopya Yayınevi tarafından yayımlandı.
Nurettin Öztatar
Üniversiteler ve Türkiye’deki üniversite sistemi, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana tartışmalara neden olan en önemli konuların başında geliyor. Üniversite adeta “resmi söylemin” üretilmesi misyonuyla donatılarak, özgür bilim yapılmasının engellendiği kurumlar olarak düşünülegeldi. Resmi söylemin dışında bulguların ortaya çıktığı araştırmalar engellendi, bu araştırmaları yapan bilim insanları cezalandırıldı. 1930’lu yıllardan bugüne üniversiteler tasfiyelerle anılan kurumlar olarak varlığını sürdürdü. Her darbe dönemi, bilim insanlarının tasfiyelerinin yoğunlaştığı süreçler olarak gelişti. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesinin ardından YÖK’ün kuruluşuyla başlayan tasfiyeler, üniversitelerde bilimsel bilgi üretebilmeyi adeta “kahramanlık” yapmayı gerektirecek kadar zorlaştırdı.
YÖK 1981’den itibaren üniversiteleri bütünüyle kontrol altına alarak, her türlü bilimsel çalışmayı resmi onaylarla yapılabilecek bir “eyleme” dönüştürdü. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'yla, darbecilerin hoşuna gitmeyen bilim insanları bir çırpıda üniversitelerden uzaklaştırıldı. Üniversiteler bütünüyle ehlileştirilmeye çalışıldı. 90’lı yıllara kadar akademik çalışmalar, büyük oranda sadece dışsal bir kontrole değil aynı zamanda akademisyenlerin kendi çalışmalarını bile otokontrole, hatta sansüre tabi tuttuğu bir ortamda yapılabildi. 90’lı yıllara gelindiğinde 1402’lik bilim insanlarının bir kısmının davalar yoluyla üniversitelere dönmesi, yeniden bilimsel çalışmalarda bir canlanmaya olanak sağladı.
Ancak bilimsel çalışmalar ve bilim insanları üzerindeki iktidar baskısı hiçbir dönem ortadan kalkmadı. İsmail Beşikci’den Onur Hamzaoğlu'na bilimsel çalışmalarının sonuçlarını açıklayanlar sürekli cezalara maruz kaldı. Son olarak barış isteyen bilim insanlarının başına neler geldiğini hep birlikte gördük. Barış olsun diye devlete seslenen bilim insanları, hiçbir hukuk kuralına ihtiyaç duyulmadan Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde kararnameleriyle üniversitelerden atıldı. Cezaevine girenler oldu. Hatta geçimlerini sağlamak için çalışmaları da yasaklandı.
40 YILDA NELER OLDU?
Prof. Dr. Rıfat Okçabol’un üniversitelerin zapturapt altına alınması amacıyla 12 Eylül darbesini yapanlar tarafından kurulan YÖK’ün 40. yılı dolayısıyla yazdığı, bütün bu süreci anlatan kitap çıktı. Okçabol’un 40 yıllık sürecin ayrıntılı bir değerlendirmesini yaptığı kitap, '12 Eylül Darbesi'nin Ürünü YÖK’ün Kırkıncı Yılında' üst başlığıyla “YÖK, YÖK Başkanları ve Üniversiteleri” başlığıyla Ütopya Yayınevi tarafından basıldı.
Prof. Dr. Okçabol kitabında, 6 Kasım 1981 yılında kurulan YÖK’ün ilk başkanından son başkanına; bütün başkanların icraatlarını ele aldı. “Kırk yıllık YÖK tarihinde, genelde YÖK, başkanlarına ve üniversiteler de YÖK’e göre hareket etmişlerdir. Adalet ve Kalkınma Partisi YÖK’te 2008’de kadrolaştıktan sonra ise YÖK başkanları ve üniversiteler AKP Genel Başkanı’nın beklentilerine göre hareket etmeye başlamıştır” diyen Okçabol, son on yılda Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananların da üniversitenin AKP’lileştirilmesi girişimi olarak değerlendiriyor.
10 bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde 1980 öncesi yükseköğretimin durumunu ele alınıyor. “Tarihsel Süreçte Yükseköğretim (1980 Öncesi)” başlıklı bölümde, Türkiye’nin yükseköğretim konusunda öne çıkan evrensel değerleri düşünecek ortamı bile yakalayamadığına dikkat çekiliyor.
“12 Eylül Darbesi ve Yükseköğretim Kurulu” başlıklı ikinci bölümde, sistemin altyapısı, yasal düzenlemeler ve YÖK’ün kuruluşu değerlendiriliyor. Prof. Dr. Okçabol, YÖK’ün kuruluş nedenleriyle 12 Eylül darbesinin gerçekleştirilmesinin nedenleri arasında birebir ilişki olduğuna dikkat çekiyor.
YÖK’ÜN BAŞKANLARI NELER YAPTI?
Kitabın üçüncü bölümünden itibaren YÖK’ün ilk başkanı olan İhsan Doğramacı’dan başlayarak Yekta Saraç’a kadar, YÖK’te başkanlık yapanların faaliyetleri ele alınıyor.
Prof. Dr. Ali İhsan Doğramacı, Mehmet Sağlam, Kemal Gürüz, Erdoğan Teziç, Yusuf Ziya Özcan, Gökhan Çetinsaya ve Yekta Saraç dönemlerini ayrı ayrı ele alan yazar, “Kırkıncı Yılında YÖK ve Yükseköğretim sistemimiz” başlıklı son bölümde de değerlendirmelerini okurlarla paylaşıyor.
“Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde Amerika’nın oğlanlarının başarısının devamı için, o ülkenin Amerikancı, anti demokratik, piyasacı ve gerici iktidarlarla yönetilmesi ve eğitim sisteminin de 'fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür' öğrenci yetiştirmemesi gerekmektedir. Çünkü bu nitelikte yetişen insanların eleştirmesi, sorgulaması ile halk egemenliğine, barışa ve insan haklarına sahip çıkması olasılığı çok yüksektir” diyen Okçabol, Amerika’nın çıkarlarının korunması ve iktidarların toplumlarını sömürmesinin ise “dininin ve kininin davacısı” olacak öğrenci yetiştirilmesiyle kolaylaştığına dikkat çekiyor.
YÖK’ün karar ve uygulamalarının ‘At sahibine göre kişner’ ya da ‘Balık baştan kokar’ atasözlerinin ne denli geçerli olduğunu gösterdiğini vurgulayan Okçabol, “Oysa YÖK ve üniversiteler toplumundur, iktidarı yönetenlere ait kurumlar değildir. Dolayısıyla, Türkiye’nin geleceği, iktidarın değil toplumun yararına işlev görecek yükseköğretim sistemine işlerlik kazandırılmasına bağlıdır” diyor.
Prof. Dr. Rıfat Okçabol kitabında, bir taraftan üniversitelerin gelişimini-gerilemesini ele alırken, diğer taraftan da bilimsel çalışmaların özgürce yapılabileceği bir üniversite sisteminin kurulabilmesinin olanaklarını tartışıyor.