Prof. Pala: Aşı hedefine ulaşana kadar günde 450 bin test yapılmalı

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala, aşı hedefine ulaşana kadar günde 450 bin test gerektiğini söyledi ve ekledi: “Eylül sonuna kadar 120 milyon doz BioNTech aşısı gelirse yıl sonu rahatlarız."

Google Haberlere Abone ol

 

ANKARA - Türkiye’de Covid–19 vakasının ilk tespit edildiği günden bu yana 14 ay geçti. 29 Nisan’da başlayan ve 17 gün süren kısmi kapanma sürecinin ardından vaka sayıları resmi rakamlara göre 20 Mayıs itibariyle 10 binin altına düştü. Uzmanlar salgının hâlâ kontrol altına alınamadığını, buna sebep olarak da ‘salgının kötü yönetilmesini’ gösteriyor.

Bursa Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala ile salgın yönetimini, dünden bugüne yapılan yönetim hatalarını, kontrollü normalleşme ile birlikte bizi nasıl bir sürecin beklediğini konuştuk.

Prof. Dr. Pala’ya göre salgının toplumda yayılımını ölçebilmek için günde en az 450 bin test yapılması gerekiyor. Salgını kontrol altına alabilmek için ise koruyuculuğu yüksek aşılara ihtiyaç var. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın açıkladığı eylül ayı sonuna kadar 120 milyon doz BioNTech aşısının geleceği haberinin umut verici olduğunu söyleyen Pala, “Bu miktarı sağlayabilecek olursak bu yılın dördüncü çeyreğinde biraz rahatlayacağımızı söylemek mümkün olabilir” dedi. Pala’nın sorularımıza yanıtları şöyle oldu:

Prof. Dr. Kayıhan Pala

'SAĞLIK BAKANLIĞI BEKLENEN PERFORMANSI GÖSTEREMEDİ'

Türkiye Covid–19 vakalarının en çok görüldüğü ülkeler arasında ilk sıralara yükseldikten sonra 17 günlük uzun bir kapanmaya girdi. Türkiye’de salgın yönetimi açısından bu noktaya nasıl gelindi?
Salgın yönetiminin 3 boyutu var: Birincisi olguları saptamak ve tedavi etmek, ikincisi salgının yayılmasını önlemek, üçüncü de aldığınız kontrol önlemlerinin etkisini değerlendirmek. Maalesef Türkiye’de Sağlık Bakanlığı, her üç aşamada da beklenen performansı göstermedi. Olguların saptanması için başlangıçta Dünya Sağlık Örgütü’nün çok test yapılması gerektiğine ilişkin tutumunu benimsemedi. Başlangıçta çok az laboratuvarın yetkilendirilmesi, başından bugüne kadar test politikasının ağırlıklı olarak semptom gösterenlerle sınırlı kalması, olguların saptanmasında çok başarılı sonucu karşımıza getirmedi. Bu süreçte Sağlık Bakanlığı saptadığı bütün doğrulanmış olguları bile toplumla çok sonradan kısmen paylaştı. Ben geçen yıl nisan ayında “açıklandığından daha fazla vaka var” dediğim için soruşturma geçirmiştim. Daha sonra Bakan Koca, açıkladıkları sayıdan çok daha fazla vaka olduğunu kabul etti ve 11 Aralık 2020’de o güne kadar açıklanmayan 1 milyondan fazla doğrulanmış vakayı bir günde açıklayarak dünya tarihine geçti.

'STRATEJİ SALGINI KONTROL ALTINA ALMAYA DEĞİL, HASTANELERİN KAPASİTESİNİ AŞMAMAK'

Sağlık Bakanlığı salgını kontrol altına almada hangi noktalarda eksik kaldı, salgın yönetim stratejisini ne üzerine kurdu?
Salgının kontrol altına alınabilmesi için hastalığın yayılmasının önlenmesi gerekirken Sağlık Bakanlığı stratejisini salgını kontrol altına almaya değil, salgını hastanelerde karşılayarak sağlık kuruluşlarının kapasitesini aşmamak üzerine kurdu. Burada da temel olarak 2 eksiklik karşımıza çıktı: Bunlardan biri bizim 'aktif sürveyans' sistemi dediğimiz insanlar sağlık kuruluşlarına başvurmadan da kimlerde virüsün olduğunu anlayabilecek bir gözetim sisteminin kurulmamış olmasıydı ki bugün bile hala kurulabilmiş değil.

İkinci de filyasyon uygulaması. Sağlık Bakanı ilk doğrulanmış vakayı 11 Mart 2020’de açıkladı ama filyasyon ekiplerinin sahaya çıkması bundan 5 hafta sonrasına dek geldi. Bu arada salgın yayıldı, Bakanlığın verilerine göre R0 diye bilinen temel üreme sayısı 9 buçuk civarına çıktı ki, dünyada bu kadar yüksek bir temel üreme sayısı sadece Türkiye’de vardı. Özellikle birkaç aydır ülkemizde hangi varyantın egemen olduğuna ilişkin ciddi bir sorgulamanın yapılamamış olması nedeniyle de bazı vakaların atlandığı, bazılarında herhangi endişe verici varyant olduğunun bilinemediği bir süreç yaşandı. Dolayısıyla olguları saptamada yaşanan eksiklik, salgının yayılmasının önlenmesinde yönetsel eksiklikler, alınan önlemlerin etkinliğine ilişkin de şeffaflık olmaması bir araya geldiğinde Türkiye’de salgın iyi yönetilmedi.

'SALGIN TERMİNOLOJİSİNDE SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI DİYE BİR KAVRAM SÖZ KONUSU DEĞİL'

Hükümetin “tam kapanma” olarak nitelendirdiği 17 günlük süreçte biz tam kapanmanın gerekliliklerini sağladık mı? Çok tartışılan sokağa çıkma yasağı da tam kapanma gereklilikleri arasında mı? Tam kapanma nasıl olmalı?

Öncelikle biz bu sürece “kısmi kapanma” diyoruz. Ayrıca salgın terminolojisinde “sokağa çıkma yasağı” diye bir kavram söz konusu değil. Kapanmada iki temel amacımız var: Birincisi fiziksel uzaklığı sağlayarak virüsün bir kişiden diğerine geçmesini engellemeye çalışmak, ikincisi de mekânları kapatmak. Dolayısıyla “tam kapanma” dediğimiz zaman gerçekten çalışmak zorunda olan sektörler dışında hiçbir sektörün çalışmadığı, en az 14 günlük bir süreci anlıyoruz. Bu süreçte herhangi bir fabrika, herhangi bir turizm tesisi, herhangi bir başka tesisin açık olmaması gerekir. Bir de kapanma literatürüne göre seyahatlerin de ülkeler, iller ve hatta ilçeler arasında da mutlaka kısıtlanması gerekir. Şimdi bu hastalıkta çok iyi biliyoruz ki virüs açık havada çok az bulaşır. Özellikle açık ortamlarda 2 metre mesafe kalacak şekilde maske takılırsa ciddi bir risk oluşmuyor. Asıl risk kapalı mekânlarda. 17 günlük “tam kapanma” denen sürece bizim kısmi kapanma dememizin temel nedeni 16 milyondan fazla emekçinin çalışmak zorunda kaldığı bir dönemi karşımıza çıkarmış olmasıdır. 16 milyon kişinin her biri bir hane desek Türkiye’de yaklaşık 24 milyon hane var. Dolayısıyla gerçek bir tam kapanmasının sağlanamadığını anlıyoruz.

'Kısmi kapanma' sürecine girmeden vaka sayısı 60 binin üzerine çıktı. 17 günün ardından 20 Mayıs itibarıyla vaka sayısı resmi rakamlara göre 10 binin altına düştü. Sağlık Bakanlığı verilerindeki bu hızlı düşüş normal mi?

Bütün veriler şeffaf olarak açılanmadan bu konuda kapsamlı bir değerlendirme yapmak zor. Sağlık Bakanlığı illere göre vaka durumunu açıklamaya başladı ama yaş gruplarına, cinsiyete, mesleğe, eşlik eden hastalıklara göre ne durumda olduğunu bilmiyoruz. Bir de Türkiye’de toplam bin kişi başına yapılan test sayılarını hesaplayabiliyoruz ama illere göre yapılan test sayısını bilmiyoruz. Örneğin nüfusu en fazla olan ilk 10 ilden Şanlıurfa’da 100 bin kişi başına düşen olgu sayısı çok azken, İstanbul’da çok yüksek. Acaba Şanlıurfa’da bu kadar düşük olmasının nedeni nedir? Dolayısıyla bazı verileri kaşımızda görmeden kapsamlı bir analiz yapmak mümkün değil. Ancak bu önlemler alınmaya başlandığı tarihte salgın eğrisi aşağıya doğru düşmeye başlamıştı. Çünkü salgın eğrisi yükselir, bir tepe noktası yapar ve düşmeye başlar. O düşme sırasında bazı kısmi kapanmalar da yaşanınca her ikisinin de etkisi ve yapılan test sayısının da azalmasıyla günlük vaka sayılarında bir azalma karşımıza çıktı. Açık söylemek gerekirse bu azalmanın ne ölçüde bir azalmaya işaret ettiğini çok sayıda test yapmadan, temaslıları taramadan, risk gruplarını taramadan söyleyebilmek çok mümkün görünmüyor. Zaten Dünya Sağlık Örgütü’nün “endişe verici varyantlar” listesine aldığı varyantlar Türkiye’de tespit edildi. Bu konuda da ne durumda olduğumuzu bilmiyoruz.

'TÜRKİYE 4 BİN VARYANT ANALİZİ YAPARKEN, İNGİLTERE’DE BU SAYI 450 BİN'

Türkiye’de varyant analizleri yapılmıyor mu?
Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de çok az sayıda varyant analizi yapıyor. Yani Türkiye’de bugüne kadar yapılan ve dünyadaki bildirim sistemlerine kayıtları girmiş olan genetik analiz sayısı 4 binin altında. İngiltere’de bu rakam 450 binin üzerinde. Dolayısıyla biz hastalardaki SARS Covid üzerinde çok az sayıda genetik analiz yapabildiğimiz için hangi endişe verici varyantın ülkemizde olduğunu bile şu anda çok net göremiyoruz. Böyle olunca da hastalığın ne ölçüde yayıldığını, önümüzdeki günlerde de ne ölçüde yayılacağını görmemiz de zorlaşıyor.

'SALGININ BOYUTUNU ANLAMAK İÇİN GÜNDE 450 BİN PCR TESTİ YAPMAK GEREKİYOR'

Türkiye’de yapılan test sayısının da yetersiz olduğunu söylediniz. Vaka sayılarındaki bu düşüş test sayılarındaki azalmaya mı bağlı. Aynı zamanda toplumdaki gerçek olgu sayısını öğrenebilmek için yapılması gereken test sayısı ne kadar olmalı?
Test sayısında uluslararası bir standart var. Bir ülkenin ne durumda olduğunu anlayabilmek için günde 1000 kişi başına 5 civarında olması gerekir. Yani bu Türkiye için günde 450 bin test demek. Türkiye bu rakamı hiçbir zaman yakalayamadı. Hatta bu 17 günlük kısmı kapanma sürecinde bu rakam 200 binlere kadar geriledi. Şimdi 200 bin civarına gerilemiş test sayısıyla 300 binin üzerindeki test sayısı karşılaştırıldığında elbette doğrulanmış vaka sayılarında farklılık karşımıza çıkabilir. Test sayısını 180 binin altına düşürürseniz zaten hastalığın ne durumda olduğunu anlama şansınız olmaz ki Türkiye bir dönem 180 binin altında test yaparak da virüsü anlamamızı zorlaştırdı. Dolayısıyla test sayısının azalmasının da vaka sayısındaki azlığı karşımıza getirmede bir etmen olduğunu söyleyebiliriz. Ancak tek başına etkiledi demek mümkün değil. Burada bizim hem semptom gösteren olgulara, hem temaslılarına, hem de sağlık çalışanı, kolluk kuvveti gibi risk altındaki gruplara belli aralıklarla tarama testi yapmamız gerekir. Mesela İngiltere’de her yurttaşın haftada iki kez eczaneye gidip ücretsiz olarak alabildiği testleri yapıp, o testlerde pozitiflik varsa sağlık kuruluşlarına başvurarak gerektiğinde izolasyona alındığını da vurgulayalım. Ama Türkiye bu yöntemi tercih etmedi.

'TÜRKİYE’DE KORUYUCULUĞU YÜKSEK AŞILARA İHTİYAÇ VAR'

Türkiye’de aşılama da yetersiz kaldı. Sağlık Bakanı, son yaptığı açıklamada 4 ayda 120 milyon doz aşının tedarik edileceğini söyledi. Bunun mümkün olması halinde toplumsal bağışıklık ne zaman sağlanır?
BioNTech aşısından satın alındığı ve sonbahara kadar getirileceği haberi umut verici bir gelişme. Ancak şu ana kadar Sağlık Bakanı'nın aşı için verdiği tarihlerin hiçbirisi tutmadı. Türkiye’de koruyuculuğu yüksek aşılara ihtiyaç var. O yüzden BioNTech’in çok fazla sayıda ülkemize gelecek olması önemli. Çünkü Sinovac aşısının koruyuculuğu yüzde 60 civarında. Yani toplumun yüzde yüzü aşılansa dahi istenilen yüzde 70’lik toplumsal bağışıklık oranını bu aşıyla yakalamanız mümkün değil. Bu yüzden de virüsün dolaşımda kalma süreci devam edecektir. Türkiye’nin rahat bir nefes alabilmesi için yapılması gereken koruyuculuğu yüksek aşılardan kısa sürede mümkünse önümüzdeki iki- üç ay içinde sağlanıp, toplumun geniş kesimlerine yapılarak virüsün dolaşımda kolaylıkla hareket edebilmesinin önüne geçmek olmalıdır.

'SİNOVAC İKİNCİ DOZDAN SONRA 8–9 AY ANTİKOR ÜRETMEYE DEVAM EDİYOR'

Özellikle Sinovac aşılarında ikinci dozdan sonraki süreçte koruyuculuk oranları tartışılıyor. İlk grupta aşı olan grubun 3. doz aşıları ne zaman olmaları gerekiyor?
Sağlık çalışanları ocak ayının ikinci haftasında ilk dozlarını, şubat atının ikinci haftasında ikinci dozlarını oldular. İkinci dozlar olduktan sonra aşının ne kadar koruduğuna veya koruyacağına ilişkin Türkiye’den bir araştırma yok. Maalesef ben Sağlık Bakanlığı'nı bu konuda anlamakta zorlanıyorum. Bu konuyla ilgili Şili’de yayınlanan çok yeni bir çalışma, Sinovac aşısının iki doz yapıldıktan sonraki 8–9 ay sonra bile koruyucu düzeyde antikor ürettiğini gösteriyor. Dolayısıyla ben şu anda sağlık çalışanlarına veya ilk aşı yapılanlara üçüncü doz tartışmasını erken buluyorum. Şu anda bizim toplumun aşı olmayan kesimlerine aşı yapmayı tartışmamız lazım.

'BIONTECH'DEN 120 MİLYON DOZ AŞI GELİRSE YILIN DÖRDÜNCÜ ÇEYREĞİNDE NEFES ALABİLİRİZ'

Kontrollü normalleşme süreci nasıl yürütülmeli? Önümüzdeki sürece bakıldığında ne zaman “rahat bir nefes” alabileceğiz?
Açık alanda hizmet sunulabilecek bütün işletmeleri belli kurallar dâhilinde açmayı planlayabiliriz. İvedi şekilde bütün eğitim emekçileri aşılanmalı ve okullar açılmalı. Türkiye’nin bundan sonraki süreçte rahat bir nefes alabilmesi için kapanma önlemleriyle yol alması mümkün değil. Pandemide 14 ayı geride bıraktık bir “tam kapanma” yaşayamadık. Bizim şu an aşıyla toplumsal düzeyi koruyacak bir hedefi benimsememiz gerekiyor. Elimizdeki veriler toplumun yüzde 60’ının koruyuculuğu yüksek aşılarla aşılanması halinde rahat bir nefes alabileceğini gösteriyor. Eylül ayı sonuna kadar toplam 120 milyon doz BioNTech aşısını sağlayabilecek olursak bu yılın dördüncü çeyreğinde biraz rahatlayacağımızı söylemek mümkün olabilir. O zamana kadar salgının boyutunu anlamamız, kontrol altında tutmamız lazım.