YAZARLAR

'Psikolojik esenliği bozan iklimse, ki öyle, onu değiştireceksiniz'

Prof. Dr. Nebi Sümer'in* söz ettiği siyasal, toplumsal iklim... İşsizlik, sosyal psikoloji alanında sık ele alınan konulardan sayılmıyor. Sümer'in, oranların bugünle yakın olduğu 2008 krizine ve işsizliğin psikolojik etkilerine odaklanan çalışması ise bugünü anlamlandırmanın yanında, bir de kıyas imkânı sağlıyor. Sümer, işsizlik ile işi kaybetme korkusunun yakınlığını, gençlere layık görülen “tokat”ı, biriken umutsuzluğu, kesif öfkeyi ve buradan nasıl çıkılabileceğini anlatıyor.

Bölüm IV

Nevin Solak ve Mehmet Harma ile hazırladığınız İşsiz Yaşam** adlı kitapta 2008 krizine odaklanmıştınız. O zaman vardığınız sonuçlar ışığında bugüne nasıl bakıyorsunuz? Bu yaşadığımız başka türlü bir işsizlik mi?

İşin önemli noktası olduğu için şuradan başlamak gerekli, Türkiye’de işgücüne katılım zaten çok düşük. İşgücüne katılım yüzde 50, istihdam yüzde 43. OECD ülkeleri arasında Güney Afrika’dan sonra Türkiye geliyor. Nüfusun yarıdan fazlasının tamamen ekonomi dışında olması asıl derdimiz. Geçmişle şu fark var, 1980'den bu yana genç işsizliği hiç bu kadar yüksek olmadı. Resmi rakamlara göre yüzde 26 ve müthiş bir cinsiyet farkı da var. 2017'den beri artarak işsizlik kadınlarda çok daha yüksek. Ne eğitimde, ne işte olan insanlar bakımından da yine dünyada en yüksek olan ülkeler arasındayız.

Araştırmanızda işsizliğin ve iş güvencesizliğinin psikolojik ve bundan kaynaklı fiziksel sorunlara asıl 30 yaş üzerinde yol açtığı sonucu çıkıyor. Sorunun yapısında da mı bir fark oluştu?

Genç işsizliğini psikolojide çalışan çok az maalesef. Tüm dünyada gençlik psikolojisinde kabul ettiğimiz yeni bir dönem var, “beliren yetişkinlik” diyoruz. Aslında 29 yaşına kadar keşif dönemi devam ediyor ve Avrupa'da bu yaşa kadar bu grubun yüzde 80'inin iş deneyimi oluyor. Türkiye'deki gibi bu süreçte çalışma hayatı olmayanlarda ise psikolojik sorunlar ve entegrasyon sorunları çok artıyor. Araştırmalara göre bu kritik dönemi tamamen işsiz geçirenlerde olumsuz psikolojik etki sonra iş bulsa dahi devam ediyor.

Ne tür etkiler bunlar?

Prof. Dr. Nebi Sümer

Psikolojik çatışmalar ve sorunlar gençlikte zaten görece daha yüksek. Kaygı bozukluğu, depresyon yaşanabiliyor, işsizlik bütün bunları çok daha artırıyor. Ön beyin lobu gelişimi 25 yaşına kadar devam eder. Bu yüzden gençlerde zaten dürtü kontrol ve düzenleme sorunları daha fazladır. Örneğin gece geç yatarlar, geç kalkarlar. Genç işsizlerde bu iyice sorun olmaya başlıyor, artık gün dönüyor, gün yapılandırılamaz hale geliyor. İkincisi, işin sağladığı kritik ikincil faydalardan mahrum kalıyorlar. Anlamlı faaliyetlerle meşgul olma, bir ortak amacın parçası olma, iş üzerinden sosyal çevre kurma gibi işe dayalı psikolojik ve sosyolojik avantajlarını kaybediyorlar. Arkadaşlık kursalar bile bunu daha çok işsizlerle ve işsizlik üzerinden yapmak zorunda kalıyorlar ki, bu da ciddi bir risk faktörü. Hepsi harmanlandığında benlik kavramının ve kimliğin kristalize olduğu bu dönemde değerlilik duygusu, öz saygı, yetkinlik inancı gibi anlamlı hayat sürme motivasyonunun temel kaynağı olan konularda kişinin yüzüne bir tokat vurulmuş oluyor. Yetkinlik, özerklik ve ilişki kurma, son psikolojik yaklaşımlara göre insanın üç temel ihtiyacı ve aslında bunlar iş tarafından sağlanıyor. Kabaca gençlerin üçte biri bundan mahrum şu anda. Aile desteği olmadığı durumda işsizliğin olumsuz etkisi daha da artıyor. Sosyal destek bakımından şanslı bir ülkeyiz, bu işsizliğin olumuz etkisini törpüleyen önemli unsurlardan biri. Düşünsenize bir gencin 30 yaşına kadar ailesinden maddi destek alması normal görünüyor.

Bir yandan topyekûn yoksullaşma bu sosyal destek ağını da zorlamıyor mu? Her tür dayanışma artık daha zor. Mesela tarımı bitiren ekonomi politikalarının uzantısı, böyle bir zamanda gence ailesinden ulaşacak erzak kolisini dahi kesiyor belki?

Buna çok değinmek lazım. Tarım çökmeye başlamıştı ama son on yılda neredeyse bitti. Kendi memleketimden de biliyorum, Ürgüplüyüm. Çoğu insan bağına bile bakmıyor artık; o kadar masraflı ki, gider iki kilo alırım diyor. Kendileri üretmediklerinden gönderecekleri bir şey de yok. Ama yine de aile paylaşım sistemi bizde devam ediyor, haneye gelen sadece kazananların değil, bütün ailenin parası oluyor. Büyük ekonomik krizlerde işsizlik çok arttığında, mesela Arjantin'de, Amerika'da olmuştu, yağmalar yaşanmıştı. Bunu bizdeki krizlerde göremezsiniz, bir şekilde sosyal destek sistemi işsizlerin dibe vurmasını önlüyor. Bu sosyokültürel bir avantajımız.

'MUHALİF KESİMDE DEPRESYON YATKINLIĞI DÜZEYİ DAHA YÜKSEK'

Bu döneme özgü olarak yitirilen eşitlik duygusundan söz edebilir miyiz? İşsiz olanlar aynı esnada birilerinin çok kolay iş bulduğunu, zenginleşebildiğini görüyor. Gençlerin hükümete yakın ağlara girmeden iş bulamayacaklarına inandığı, diplomanın anlamını yitirdiği bir toplumun bireylerdeki psikolojik tezahürü ne olur?

Prekaryalaşma zaten bir sorundu, Covid'le birlikte güvencesizlik ve yeni iş düzeni, dediğiniz gibi dezavantajı olanı daha da aşağı iter hale geldi. Sistem işinizin var olması üzerine kurulmuş; işinizin, sosyal güvencenizin olması gerekiyor. Dolayısıyla bu imkânlardan mahrum olan işsizler tamamen toplum dışına itiliyor. Bu söylediğiniz, işsizliğin yüksek olduğu ülkelerde otoriter sistemlerin varlığında daha da pekişiyor. Brezilya buna örnektir, Güney Afrika, Hindistan kısmen bunu yaşıyor. Gelir dağılımındaki eşitsizlik burada önemli. Bunun sosyolojik boyutları var, aynı zamanda hem fiziksel hem de yüksek psikolojik sorunlara yol açıyor: Uyku sorunları, kalp rahatsızlıkları, diş ağrıları gibi. Alkol ve madde kullanımı da işsizlikle birlikte artıyor. Çok çalışılmış konulardır, böyle dönemlerde intiharlar artar, ayrıca suç oranları da yükselir. Önemli bir nokta da etkisinin uzun dönemli olması. Uzun süre işsizlik yaşayan biri işe girdiğinde de işsizliğin etkilerini yaşamaya devam edebiliyor, kaygılar taşınıyor. Bir ekonomik kriz ya da iş yerinde bir sorun olduğunda ilk atılan kişi ben olacağım diye düşünmeye başlıyor.

Araştırmanızda dozları farklı olsa da işsizlik ile iş güvencesizliğinin psikolojik etkilerinin çok yakın olduğu sonucu çıkıyor, ki bu meseleyi daha da karanlıklaştırıyor. Son dönemde yüksek enflasyon ve genel yoksullaşma, çok yaygın biçimde işsizlikle işi birbirine yakınlaştırdı. Çalışsa dahi geçinemeyenler, çalışsa dahi açlık sınırında yaşayanlar daha kalabalık artık. İşin hedef olmaktan çıkması işsizliğin etkilerini nasıl değiştiriyor?

Dört kişilik ailenin açlık sınırı ortada. Yeni piyasa düzeni de yol açtı bütün bunlara. Evden çalışma, uzaktan çalışma, esnek çalışma derken iş tanımları değişti. İş güvencesizliğinin psikolojik etkileri hiç görünmüyor, çünkü işi olduğunda devletin ya da toplumun kişiye ilgisi yok. İşini kaybetme korkusu yaşayanlarda işsizlik kadar yüksek olmasa da olumsuz fiziksel ve psikolojik etki çok net görülüyor. Covid tabii her şeyi daha da derinleştirdi. Çoğu güvencesiz olan enformel işlerde çalışanların bu süreçte iş kaybetme oranı çok yüksek. Ayrıca son iki yılda özellikle gençlerde yurtdışına gitme arzusu çok arttı. Bu da tipik bir umutsuzluk göstergesi. KONDA'nın Mayıs ayındaki barometresi için Bekir Bey'le (Ağırdır) çalıştım. Psikolojik esenlik konusunda Türkiye verisi topladık, inanamadık. İşsizlerde, mesela muhalif kesimde, örneğin Kürtlerde depresyon yatkınlığı düzeyi daha yüksek. AKP'yi destekleyenlerde normal sınırların çok üzerinde. Genel olarak halkın esenliği çok kötü durumda. GALLUP'un duygu derecesine göre 2020'de dünyanın en az gülen ya da gülümseyen ülkesiyiz.

Destekledikleri iktidarın yaşadıklarındaki payını görmek, görüp bastırmak ya da meşrulaştırmak AKP seçmeninin psikolojisini nasıl etkiliyor?

Politik psikoloji alanında çok popüler olan Sistemi Meşrulaştırma Teorisi'ne göre, sistemi meşrulaştırmanın palyatif, görece rahatlatıcı bir etkisi var. Bu kişilerin beyanına dayanan anketlerde, kamuoyu araştırmalarında iki şekilde görülebiliyor. Bazıları, özellikle muhalifler dertlerini daha keskin söyleyerek, ihtiyacını abartarak, bir nevi yardım çığlığı oluşturuyorlar. Diğer yandan hükümeti destekleyen de kol kırılır yen içinde kalır diye de bakabilir, sorunları olduğundan daha az algılama eğilimi olabilir. AKP'yi destekleyenlerin bile nerdeyse dörtte birinin, muhalefet partilerini destekleyenlerin de yaklaşık yüzde 40-50 arasında psikolojik esenliğin düşük olması ciddi bir alarm. Türkiye'nin özellikle son yıllarda psikolojik sorunlarının, genel depresyon yatkınlığının çok arttığı görülüyor. 2020'den sonraki keskin artışta Covid'in de ciddi etkisi var.

'ÖNCE DEĞERLİLİK DUYGUSU ZARAR GÖRÜYOR'

Depresyon, neden tedaviye erişim öncelikleri üzerinden sınıfsallaşatırılıyor? İşçilerin, alt gelir grubundakilerin depresyon yaşamayacağına dair, hatta bazen bu sınıfı da içeren bir algı olabiliyor. Depresyon, gelir seviyesi yüksek olanların yaşayabileceği, yerine göre onların icat ettiği, bu sınıfa özdeş bir mesele olarak tanımlanmıyor mu genel olarak?

Depresyon konusunda aslında yanlış anlaşılan bir şey var. Bahsettiğimiz tam depresyon değil, Türkçesini bulamıyoruz, aslı psikolojik esenlik düşüklüğü. Çünkü klinik depresyon tanısıyla, yatkınlık tanısı farklıdır. Klinik depresyon tanısının dünya ortalaması en fazla yüzde 4-5 civarındadır. Türkiye'de 4,5-5'tir, kadınlarda biraz yüksek, erkeklerde biraz düşük. Depresyon yatkınlığı olarak yorumlanan psikolojik esenliğin, yani iyi olma halinin düşük olmasının dünyadaki oranı yüzde 18-20. Türkiye'de bu biraz daha yüksek. Bu depresyon değil, gerçekte bir olumsuz duygu ve kötü hissetme halidir. Yani pozitif duygunun çok düşük, negatif duygunun çok yüksek olması demektir. Herkes bundan muzdarip. Yüksek öfke, kızgınlık, gördüğümüz asabiyet hep bundan. Bu tedavi gerektirir mi? Hayır. Türkiye'de psikolojinin bana göre yaptığı bir hata var, sivrisinekleri öldürerek bataklığı temizlemeye çalışmak. Biz bu insanları tek tek terapiye mi göndereceğiz? Psikolojik esenliği bozan iklimse, ki öyle, onu değiştireceksiniz. Sosyal politika, sosyal ve ekonomik destek çok önemli. İngiltere sorun yaşadıklarında dezavantajlı olanlara ücretsiz psikososyal destek veriyor. Genel bir sosyal faktörden ortaya çıkan bir sorun varsa, buna yönelik program düzenlemek gerekir. Ama bu yok. Psikologlarda da böyle bir bilinç yok maalesef. Para kazanma sevdasıyla bazı psikolojik hizmetler neredeyse zengin insanların boşanma, evlenme, aşk sorunları ve buralardan çıkan depresyona yönelik klinik hizmeti haline geldi. Zaten bunların dışında umutsuzluğu, çaresizliği olan oralara gitmiyor, gidemiyor. Buna uygun destek üretilmesi gerekir. Bireysel psikolojik hizmet yanında toplum temelli psikolojik hizmetin yaygınlaşması gerekir. Hâlâ sosyal sermayeyle, sosyal destekle Türkiye bunu kapatmaya çalışıyor.

Kriz, işsizlik riski, buna eklenen mesela pandemi gibi sorunlar insanların hayatlarında razı gelecekleri koşulların, sömürünün çıtasını değiştiriyor. Bu belki bu çağda yaşamanın temel meselesi, belki bir yıl önce o koşullarda o maaşı kabul etmezdi, şefinden duyduğu o lafı yutmazdı, gece 11'de gelen o maili cevaplamazdı. Bunu bu çıplaklıkla görerek sineye çekmek, bu zorunluluk hissi benlikte neye yol açıyor?

Kesinlikle öyle, bu kısmı çok önemli. Önce değerlilik duygusu zarar görüyor. İkincisi, iş vermek bir lütufmuş gibi görünüyor. Halk da böyle hissediyor, “iş buldun ya” diyor. İşsizliği iş beğenmemek olarak değerlendirmek çok yaygın. O zaman maaş artışı istemek, hak istemek neredeyse ayıp haline geliyor. Doğal olarak hak arama, özerklik, örgütlenme, bunların hepsi bozuluyor. Yüksek işsizlik sonucunda insanlar korktuğu için sendikalaşma çok geriliyor. Ve tüm bunlar genel olarak insanî gelişimi olumsuz etkiliyor. Çok boyutlu bir konu. Olayların nedenlerine ilişkin yapılan atıflar önemli. Kişi işsizliği kendine atfediyorsa daha çok psikolojik sorun yaşıyor. Bendeki bir eksiklik yüzünden bulamıyorum, diye düşünüyor, yetkinlik duygusu zedeleniyor. Çarpık algılar yüzünden toplum da biraz bu duyguyu veriyor. İşsizliği dışarı atfedenler, sistem yüzünden diyenler, öfkeli oluyor doğal olarak, ama psikolojik açıdan daha sağlıklılar. Gerçekten de işsizlik ve ekonomi, özünde politik bir mesele, insanlar da politik bir cevap vermiş oluyor. Orada da sorun şu, Türkiye gibi ülkelerde diğer sorunlarla iç içe geçtiği için marjinalleşmeye gidebilir, bu sefer ters etki yapabilir. Politik olarak bilinçlenmiş bir toplum sorunlarını çözebilir ancak; barış içerisinde, bunun demokrasi eksikliğinden kaynaklandığını anlayarak olabilir bu, marjinalleşerek değil.

'EN TEHLİKELİSİ ÇÖZÜM ÖNERMEDEN KORKUTMAK'

İşsizlik kitleselleştiğinde, tek tek bireylerde meseleyi geniş çerçevede politik olarak görme becerisi artıyor mu, yoksa tersine bu kitlesellik, belki evrelere yayılabilecek panik duygusunu daha erkene mi alıyor?

Bu çok güzel bir soru, tam cevabını bilemiyorum doğrusu. Spekülasyonlarım şöyle, bir sorun çok yaygınlaştığında insanlar bunu “normatif” olarak, yani normalmiş gibi algılanmaya başlıyor. Örneğin üniversite mezunu kadınların yüzde 50’si iş dışında kaldığında, artık bunu anormal bir durum olarak algılamamaya başlıyoruz. Bu kanıksama halinde toplumun ayrımcı, tipik önyargılı görüşlerini içselleştirme riski artabilir, normalize olabilir. Avantajlı yanından bakıldığında ise kitlesel işsizliği bireysel nedenlerle açıklamak zorlaşıyor. Bu benden değil dışarıdan kaynaklanıyor diye düşünmek kolaylaştığı için, kişilerin kendilerini suçlamanın yersiz olduğunu anlaması kolaylaşabilir. Bunu çok iyi söylediniz, en azından Türkiye'de 2009'daki bakışımızın çok değiştiğini ben görebiliyorum. İşsizliğin zamana yayılmasının ve kitleselleşmesinin çok sayıda psikolojik sonucu var. Ancak hayatta kalmak öncelikli olduğundan çok uzun süre işsiz kalanlar psikolojik etkiyi ilk yıllardaki kadar derin yaşamazlar. Bir anlamda uyum etkisi. Adapte olmak işlevsel olabilir. Örneğin Covid'in yarattığı risk algısından biliyoruz bunu. Her gün Covid olurum kaygısı yaşarsanız çok panik olursunuz. Normalde gerçek risk arttığı halde bunu daha azmış gibi görmeye başlamak evrimsel olarak daha uyumlu bir şey. Motoru hep yüksek devirde çalıştırırsanız, yakarsınız, basit olarak böyle anlatayım. Geçen yıl Nisan'da günde on kişi ölürken insanlar kaldırım değiştiriyordu hatırlayın. Bir sene sonra bunun kırk katı vaka sayısında kaygı o seviyede değil. İşsizliğin psikolojik etkisi zaman içinde azalıyor ya da normalize oluyor olabilir, çünkü bu kadar artan bir işsizlikte daha da kitlesel bir psikolojik etki görmemiz lazımdı. Örneğin, son on yılda genç işsizliği iki buçuk kat artmışken kliniklere başvuru oranında o kadar artış yok. Eğer veriler doğru tutuluyorsa, her şeye rağmen intiharlarda da dramatik bir artış görünmüyor. Sosyal medyada vakaların görünürlüğü artıyor olabilir.

2009 araştırmanızda kadınlara dair iki çarpıcı sonuç var. Birincisi, kadınların erkeklere kıyasla iş güvencesizliğine bağlı psikolojik sorunları daha fazla yaşaması. Yani işi olsa da kadınları kaygılandıracak sebep mevcut, hatta etkisi işsizliğe çok yakın. İkincisi de eş durumundan yansıyan psikolojik sorunları da kendileri işsizmiş kadar yaşamaları...

Çifte yük halen devam ediyor. Bir kere bir iş yerinde biri çıkarılacaksa önce kadınlar gidiyor. Üst, orta yönetimi erkekler işgal ettiği için, oradan iş çıkarma her zaman daha az olur. Erkek işten çıkarıldığında bunu aileye çok daha fazla yansıtıyor, kadının işsizliği toplum tarafından da ölüm kalım meselesi gibi görülmüyor. Eve ekmek getiren erkek, çocuk bakan kadın kalıbı hâlâ devam ediyor. Evli kadınlarda çocuk sahibi olduktan sonra işe dönme oranı da gittikçe azalıyor. Bunların hepsinin maliyeti kadına. TÜİK rakamlarına göre 11 milyon ev kadını var.

Siz kendi alanınızdan önümüzü nasıl görüyorsunuz?

Bütün anketlerde işsizlik ve ekonomik sıkıntı öncelikli sosyal sorunlar olarak ilk sıralarda. TÜİK işsizlik ölçütlerini değiştirerek rakamları az göstermeye çalışsa da mızrak çuvala sığmaz, etkisi günlük yaşamda görünür. Bu etki çok artarsa kendi çıkış yolunu bulacağını düşünüyorum. Bunun faturası ilk seçimde hükümete kesilebilir, bu potansiyel var. Bunun birkaç sübabı var: Örneğin kamuda çalışan çok yüksek, 5,5 milyon memur var Türkiye'de. Sabit özel sektör var. Yani işsiz kalabileceklerin büyük kısmı çıkarıldı aslında. Daha ne kadar çıkarılabilir bilemiyorum. İşsizliğe ve istihdam kaybına çare bulanlar Türkiye'yi değiştirebilir. En tehlikelisi çözüm önermeden korkutmak, çaresizlik yaratmak. Her şey çok felaket, derken bir çözüm de sunmadığınızda insanların derdini arttırıyorsunuz aslında. Onun için ben her yönüyle bakıyorum, çözümlerin de olduğu söylüyorum. Genç işsizliğinde İtalya, İspanya, Yunanistan bizden kötü durumda. Ama neden bizim kadar sorun yaşamıyorlar? İyi bir sosyal destek politikası izledikleri için. Bunlar bize bir yandan da AB'ye girememenin maliyeti. İlk sorudan başlamak lazım: İstihdam neden bu kadar düşük? 80'de, 90'da da böyleydi, sorunlar daha derinleşti. Üretemeyen, çalışamayan toplumun dertleri konuştuklarımız.

* Sabancı Üniversitesi
** Koç Üniversitesi Yayınları

**

Resmi iş gücü istatistikleri gerçek hayattan gittikçe daha fazla koparken, işsizlik sorununun kaynaklarına, derinliğine, sonuçlarına ve bugünlere mahsus yanlarına biraz daha yakından bakmaya niyetlenen sekiz bölümlük bir yazı dizinden bir parça okudunuz.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.