Rakı içerken simyacı kadınları düşünmek
Onlar filozof taşını ararken damıtım yapmaya gereksinim duymasalardı ardından gelenleri tetiklemeyeceklerdi. Ardından gelenler alkolü tanımlamasaydı arak olmayacaktı. Arak olmasaydı rakı, rakı olmasaydı biz nice olacaktık?
Başlığa bakıp da ‘’rakı içen kadın’’ güzellemeleri okumak gibi bir beklentiniz varsa peşinen uyarayım bu ‘’dükkanda’’ öyle şeyler bulunmuyor. Hatta hiçbir yerde bulunmaması için kalem oynatılıyor karınca kararınca. Bu yazının meramı yüksek alkollü içki sınıfının doğmasına giden yolda kadınların etkisini hatırlamak. Çok ileri gidersem, rakıya uzanan yolun ilk patikasını açanlara bir selam çakmak.
Bugün antik çağlarda kullanılan kap kacaklardaki kalıntıların analizi sonucu biranın M.Ö 7000’lerde tüketildiğini biliyoruz. Göbeklitepe gibi keşifler bu tarihi daha eskilere götürüyor. Alet edevat ve kap kacağın ahşap ağırlıkta olduğu dönemlerden günümüze pek bir şey kalmadığını da göz önüne alırsak alkolün insanlık tarihinde bilinenden çok daha eski dönemlerde tüketildiğini söyleyebiliyoruz. Kanıtlar ve varsayımlar bizi şimdilik on bin yıl öncesine kadar götürüyor.
Birayla başlayan bu serüven şarapla ve sonrasında da yüksek alkollü içkilerle devam ediyor. Biranın serüveninde kadınlar üretici olarak öne çıkıyor. Gerek aile içi tüketimi gerekse de evden yapılan satışları kadınlar organize ediyor. Üretimi evde ekmek mayalamak gibi mutfak işleri arasında görüldüğünden dolayı kadınlar bira üzerinde hakimiyet kuruyor. Bu hakimiyet daha büyük ölçekli üretimin başladığı on beşinci yüzyıl sonrası hızlıca değişiyor ve giderek erkeklerin eline geçiyor. Yüksek alkol söz konusu olduğundaysa imbiğin tasarımını iyileştiren ve deneylerinde çok sık kullanan kimyacıların Hipokrat’ı olarak bilinen Cabir Bin Hayyan referans verilir çoğunlukla. 800’lü yıllarda yaşamış Hayyan alkolü damıtmakla hatta ismini vermekle birlikte alkolün içki olarak kullanılması 1200’lü yıllara tekabül ediyor. Genel hatlarıyla hikaye böyle anlatılır. Oysa bilim son derece anlamlı bir şekilde gereksinimler üzerinden gelişmiştir. Önce bir şeye gereksinim duyarsınız sonrasında buluşunuz başka bir gereksinimi tetikler ve onun peşinden gidersiniz. Ortaya da koridorlarında sadece dolaşmanın bile sarhoş edici etkisiyle bilim tarihi çıkar.
Simya da gereksinimler üzerine gelişmiş bir uğraş alanıdır. Jenerik olarak söylenegeldiği gibi soy olmayan metallerden soy metal elde edecek filozof taşını ve insan ömrünü sonsuzlaştıracak yaşam iksirini bulmanın peşinde koşanların zanaatıdır kısaca. Simyacıların yaptığı çalışmalar günümüzdeki anlamıyla bilimsel çalışmalar olmasa da ilk kimyacılara esin kaynağı olduğunu ve buralarda üretilen bilgiden yararlanıldığını, hatta günümüzde de kullanıldığını derkenar etmek gerek. Hayyan ve ardılları imbiği geliştirirken elbette öncülleri olan simyacıların yaydığı ışık altında çalıştılar. İtalyanların alkollü içkileri geliştirirken onlardan faydalandıkları gibi. İşte tam da bu noktada sahneye hikayelerini anlatacağım kadınlar giriyor. Bugün kimya laboratuvarlarında kullanılan kroze, balon joje, havan, spatula gibi pek çok aletin mutfak eşyasını andırmasının altında simyacıların bu aletleri mutfaklardan devşirmeleri yatıyor aslında. Haliyle kadın, mutfak, yemek, simya ve oradan kimya yani bilim sıralaması yapmak hoş bir çıkarım oluyor bencileyin.
TAPPUTİ BELATEKALLİM
Cabir Bin Hayyan kimyacıların Hipokrat’ı diye anılırken aslında Tapputi Belatekallim de ilk kimyager, kimyacıların anası olarak anılır. M.Ö 1200’ler civarında Babil’de yaşamış Tapputi hakkında çok fazla bilgiye sahip olmasak da sarayın parfümericisi olduğu bilinmektedir. O tarihlerde parfümler sadece kozmetik amaçlı değil tıbbi ve dini amaçlı da kullanılıyordu. Dolayısıyla bu bilgiye sahip olanlar toplumsal sınıfların en üstlerinde yer alıyorlardı ki kendisine de ‘’evinin reisi’’ anlamına gelen Belatekallim unvanı yakıştırılmıştı. Tapputi’den günümüze çivi yazısıyla yazılmış bir tabletteki reçetesinin kalmış olması tek avuntumuz. Parfüm ve kozmetik üretimi için kullandığı çiçeklerden, bitkilerden çıkardığı eterik yağlarla bize damıtım işinin uzandığı tarih hakkında ciddi bir ipucu veriyor. Bu amaçla kullanılan cihazlardan bugün bir iz kalmasa da damıtık içkilerin üretilmesine giden yolun ilk taşının Tapputi anamız tarafından döşendiğini söylemek yanlış olmaz.
YAHUDİ MARIA
M.S 300’lü yıllarda yaşamış ve simya uğraşısının sistematik kurucusu sayılan Zosimoz, yazılarında ve yirmi sekiz ciltlik simya ansiklopedisinde pek çok kez öncülü olan Maria’ya atıfta bulunmuştur. Bazı simyacılar tarafından Hz. Musa’nın kız kardeşi Miriam’a benzetildiği için Yahudi Maria diye anılır. M.S. 200’lerde yaşadığı düşünülen İskenderiyeli Maria anlaşıldığı kadarıyla maharetli bir deneyciydi. Çeşitli türlerde fırınlar, ısıtma ve damıtma aygıtları geliştirmişti. Bugün benmari adıyla kullanılan su banyolarına Fransızlar başlangıçta Maria banyosu (Bain Maria) demişler ve kelime giderek benmariye dönüşmüş.
Maria ayrıca kaynama sıcaklıklarının farkından yararlanarak sıvılar için o döneme göre oldukça kullanışlı bir aygıt geliştirmiş ve buna tribikos (üç alıcılı) adını vermiştir. Kendisi de imbik atası sayılabilecek cihaz geliştiren Zosimos’a göre ilk imbik Maria tarafından geliştirilmiştir.
Maria’nın birinci yüz yıldan günümüze kadar uzanan etkisi karşısında gerçekten şapka çıkarmamak mümkün değil. Bu yazı çerçevesinde son olarak Kleopatra’ya değinmeden geçmek olmaz.
KLEOPATRA
Meşhur simyacı Zosimos’un refere ettiği bir diğer kadın da Kleopatra idi. Mısır Kraliçesi olan Kleopatra ile karıştırılsa da simyacı Kleopatra, 988 tarihi Kitab al Fihrist’te hürmetle anılır. M.S 300’lerde yaşamış Kleopatra, filozof taşının sırrına erişmiş kadınlar arasında sayılırdı. Yaptığı dibikos (iki alıcılı) cihaz da bazı kaynaklarda ilk imbik olarak zikredilir. Aynı zamanda çağının filozofu da sayılan Kleopatra’nın metallerin dönüşümü üzerine yazdıkları sonradan psikoloji alanında da metaforlara dönüşmüş durumdadır. Kleopatra ve Filozoflar Diyaloğu simyacılardan kalan eserler arasında en derinliklilerden birisidir.
Kendini yiyen yılan çizimi üzerinden başlangıç ve son üzerine kurduğu cümleler ve ‘’eğer hepsine sahip değilseniz hepsi hiçtir’’ gibi çıkarımlarının günümüzde bile karşılık bulduğu bu kadını ve diğerlerini düşünürüm zaman zaman rakı içerken. Zira onlar filozof taşını ararken damıtım yapmaya gereksinim duymasalardı ardından gelenleri tetiklemeyeceklerdi. Ardından gelenler alkolü tanımlamasaydı arak olmayacaktı. Arak olmasaydı rakı, rakı olmasaydı biz nice olacaktık?
Grand Korçi Kimdir?
Grand Korçi İstanbul’da dünyaya geldi, haliyle birtakım okullarda okudu ve kimya mühendisi oldu. Akademiden kopmamak ve askerlik vecibesini ertelemek için iki ayrı yüksek lisans yaparak bir süre hem mühendislik yaptı hem de keyif çattı. O dönemlerde fotoğraf ve sinemaya olan ilgisi nedeniyle mühendisliği bıraktı ama bu alanlarda tutunamayarak eğitimini aldığı mesleğine geri döndü. Haliyle birtakım işlerde çalıştı. Alkollü içki sektörüne yönelik gerçekleştirdiği çalışmalar sırasında ve sonrasında alkolün üretimi, kültürü ve tarihine yönelik ilgisi giderek arttı. Hobileri arasında golf, modern dans, yoga hiçbir zaman yer almadı ancak ‘’kişisel gelişim yolculuğunu’’ bir çilingir müdavimi olarak sürdürüyor. Halihazırda bu çilingirlerde yeşerip hayata geçen işlerine cilingirsohbetleri.com adresinde yer veriyor.
Bodrum’un yaz kış açık mekanı: Mezemore 18 Ağustos 2024
Foçalı Selki’lerin diyarından iki mekan: Fokai ve Letafet 30 Haziran 2024
Küçükkuyu’nun lezzet durağı: Yengeç Restoran 02 Haziran 2024
Üsküdar’da bir mahalle meyhanesi: Şadırvan 07 Nisan 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI