Real kazanınca biz de kazanmış sayılıyor muyuz?
Futbol öyle tuhaf bir hal aldı ki uzun yıllar faşist bir diktatörün gölgesiyle anılmış bir kulüp, oyunu sonradan görmelerin elinden kurtaran kahramana dönüşebiliyor…
Real Madrid’in Çarşamba akşamı Şampiyonlar Ligi yarıfinal rövanşında Manchester City’yi 90. dakikadan sonra attığı gollerle eleyerek finale yükselmesi inanılmazdı. Üstelik grup aşamasından sonraki üç eleme turunun hepsini benzer geri dönüşlerle kazanmışlardı. Ancak olayın dikkat çekici bir boyutu daha vardı: Üç Realzede’nin hepsi petrol-doğalgazla çalışıyordu ve hepsinin kulübesinde hesapsız paranın simgesi oyuncular oturuyordu…
PARİS SIKINTISI
Başarı kulübe ve duruma göre tanım değiştiren bir kavram. Paris Saint-Germain “şanlı tarihiyle” övünebilecek bir takım değil. Ama 2011’de Katar hanedanı tarafından satın alınmadan önce sadece iki lig şampiyonluğu bulunan kulüp on yıl içinde ulusal zaferleri küçümser oldu.
Aslında PSG hiçbir zaman Paris’e yakışan bir kulüp olmadı. Modern Avrupa’nın başkenti, neredeyse bütün uluslararası futbol turnuvalarının fikir babalarını çıkaran şehrin ilk kalıcı ve iddialı kulübünün 1970 yılında kurulması başlı başına tuhaftı. Yola geç çıkmanın dezavantajları, taraftar kitlesinin bazen ırkçılığa varan, döneme göre her yana savrulan havailiğiyle birleşince PSG saygın ve organik bir kulüp olamadı. 1990’larda Avrupa kupalarında üst üste beş yarıfinal, Fransız televizyon devi Canal+’e ait olmanın getirdiği bir başarıydı ve kalıcı olmadı. Neticede PSG, Marsilya ile rekabet haricinde dünya futbol kültüründe merkezi bir yer edinemedi.
Sonra Katar’dan Nasıl el-Halifi diye biri geldi ve yıldızlar akmaya başladı. Fransa liginin cazibe eksikliği Paris’in ışıltısı ve Avrupa’da zafer parolasıyla kapatılmaya çalışıldı. Başlarda dengeli tutulmaya çalışılan kadro, Şampiyonlar Ligi kupası gelmedikçe şişirildi. Real Madrid’e karşı rövanş maçını 3-1 kaybeden PSG’de İspanyollarla üç kez Şampiyonlar Ligi kazanmış Keylor Navas yedek kaleciydi; son yıllarda Liverpool orta sahasının kilit unsurlarından olan Wijnaldum kulübede unutulmuştu.
Neyse ki futbol yığma kadrolara başarı garantisi vermiyor. Üstelik bir yerden sonra herkes sıkılıyor. Real’e kaybedilen tur sonrası PSG taraftarı ikiye bölündü. Öfke ortak, motivasyon farklıydı: Kimisi kulübün milyarderlerin oyuncağı haline gelmesinden ve kimliksizlikten yakınıyor, bazılarıysa kabahati Messi, Neymar, Mbappé gibi yıldızların sorumsuzluğunda buluyordu. Neticede eşi görülmemiş bir şey yaşandı ve PSG Fransa Ligi şampiyonluğunu garantilediği maçın sonunda taraftarlarca ıslıklandı. Kulüp yönetilemez bir yer olmaya doğru gidiyor. Katarlıların ise bunu ne kadar umursadığı belirsiz. El-Halifi aynı zamanda dünyanın en büyük yayıncılarından BeIN Sports’un sahibi; üstelik sonbaharda Dünya Kupası, stadyum inşaatlarında binlerce işçinin hayatını kaybettiği Katar’da oynanacak. Amaç hasıl oldu.
CHELSEA SAVAŞI
Real PSG’yi eledikten sonra karşısına “sportswashing” (spor üzerinden kara para ve itibar aklama) yönteminin erbabı geldi. Abramoviç öncesi bir lig şampiyonluğu ve iki Kupa Galipleri Kupası bulunan Chelsea 19 yılda yaptıklarıyla yeni futbol düzeninin öncüsüydü. Abramoviç İngiliz futbol kültürünün getirdiği ağırlığın da etkisiyle makul davranmış ve cömert harcamalarını şımarık yıldızlara değil teknik direktöre ve onun istediği oyunculara yönlendirmişti. Mourinho ile beraber atılan temeller sonuç vermiş, Maviler geçen sezonki Şampiyonlar Ligi zaferiyle birlikte Kupa 1’i ikinci kez kaldırarak Avrupa’nın elitleri arasındaki yerini sağlamlaştırmıştı.
Ama gol kapattıkları köşeden geldi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’ya açtığı savaş sadece kendisini değil Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ülkedeki yok pahasına özelleştirme tufanından nasiplenen oligarkları da Batı’nın hedefi haline getirdi. Yirmi yıl önce Başbakan Tony Blair önderliğinde oligarklara “gel gel” yapan İngiltere, rüzgârın terse dönmesiyle bir anda liberal demokrasisini hatırlayıp Putin’le bağlantılı zenginlere yaptırımlar uyguladı. 2 Mart günü Chelsea resmi bir açıklama yaparak Abramoviç’e kulüpten el çektirileceğini duyurdu. Maviler çeyrek finalde Real Madrid karşısına bu belirsizlik ortamında çıktı.
Sahada – PSG’den gelen – Thomas Tuchel’in sağlam taktik planına rağmen Benzema’ya engel olunamayınca kupayı üst üste kazanma hayali suya düştü. Paris’tekine benzer bir israf örneği Chelsea’de de vardı. Sene başında Inter’den 113 milyon Euro bonservisle transfer edilen Lukaku iki Real Madrid maçında toplam 26 dakika oyunda kaldı. Kulüpteki ikinci döneminde de huzur bulamayan Belçikalının sezon sonu İtalya’ya dönebileceği konuşuluyor.
PEP’İN DERDİ
Üç enerjizade arasında en büyük dramı yaşayan ise Manchester City oldu. 2008 yılında Birleşik Arap Emirlikleri hanedanına ait Abu Dhabi Group tarafından satın alınan kulüp, ezeli rakip United’ın efsanesi Alex Ferguson’ın taktığı “gürültücü komşu” lakabından sıyrılmak için hızlı davranmış, Chelsea’nin izinden giderek kaliteli teknik direktörler ve akıllıca transferler üzerinden ilerlemişti. Belli bir seviyeye ulaştıktan sonra ortam en büyüklerle çalışmak için hazır hale geldi. Pep Guardiola altı yıl önce başa geçtiğinde hedef hem Ada’nın hem de Kıta’nın en büyüğü olmaktı.
Epey de yaklaştılar. Guardiola yeni yapı kurmadaki maharetini göstererek City’yi muhtemelen dünyanın en iyi takımı yaptı ve karşılığını üç Premier Lig zaferiyle aldı. Dördüncüsü de yolda olabilir. Ancak Şampiyonlar Ligi yıllar geçtikçe hem Pep hem de kulüp için saplantı haline geldi ve bu stres kritik anlarda gün yüzüne çıktı. Bazen Guardiola’nın beklenmedik yanlış kararları, bazen takımda lider oyuncu eksikliği, bazense şanssızlık City’yi Avrupa’nın zirvesinden etti.
Onların kulübesi de boş değildi. Sezon başında Aston Villa’dan 100 milyon pounda transfer edilen Jack Grealish yarıfinal eşleşmesinde uzatma devreleri dahil toplam 42 dakika oynadı. Pep’in Grealish transferini çok istemesi için neden yoktu; ancak “100 milyonluk ilk İngiliz” etiketi ve oyuncunun parlatılan imajı, gösterişe meraklı Arap sahipler için kaçırılmayacak bir fırsattı ve ederinden en az üç kat fazla ödenerek alındı. Şu anda takımda bir yeri olup olmadığı tartışmalı.
KURTULDUK MU?
Futbol öyle tuhaf bir hal aldı ki, uzun yıllar faşist bir diktatörün gölgesiyle anılmış bir kulüp, oyunu sonradan görmelerin elinden kurtaran kahramana dönüşebiliyor. PSG kurulduğunda altı Şampiyon Kulüpler Kupası bulunan, Chelsea ile City’nin toplam Premier Lig şampiyonluğu kadar Kupa 1’i olan Real’in kazandığı zaferlerin gelenekçi yüzlerde yarattığı tebessüm buradan geliyor.
Ama bu garip hikâye burada ve mutlu sonla bitmiyor. Neden mi? Birincisi, Real açıklanması zor geri dönüşlerle bu senelik başarıya ulaşmış olsa da bahsettiğimiz takımlardan ikisi (Chelsea-City) geçen yıl aynı turnuvada final oynamıştı ve seneye aynısını yeniden yapabilirler. Yani günümüz futbolunda başarı satın alınabiliyor. Sadece biraz zaman ve doğru bir yönetim istiyor.
İkincisi, Real Madrid yaptıklarıyla kendisinin doğru, rakiplerinin yanlış yolda olduğunu göstererek dünyaya ders vermiş değil. Aksine onlar da City ve Chelsea gibi olmak istiyor. Bugünlerde kulübünün geleneğiyle övünen Real Başkanı Florentino Pérez, Avrupa Süper Ligi’nin en büyük avukatı ve futbolu daha pazarlanabilir kılmak için maç sürelerini kısaltmayı da içeren bir sürü garabet önerinin sahibi. ASL ateşi şimdilik sönmüş gibi, fakat Premier Lig dışındaki elitler maddi rekabetten geri kalmamak için benzer hamleleri sürdürecek.
Ama sırada büyük final var. Neyse ki bu seferki rakip liman işçilerinin takımı Liverpool. Daha açık söylemek gerekirse, Boston Red Sox ve Pittsburgh Penguins’in de sahibi olan Amerikan şirketi Fenway Sports Group’un takımı Liverpool. Buyurun buradan yakın…