YAZARLAR

Rejimin 'demokrasi şöleni' tersine çevrilebilir mi?

Rejimin şölenini tersine çevirecek maddi güç, bu kısa sürede değişim arzusunun yarattığı umudu, korku duvarının ötesine geçecek biçimde takviye etmekten geçiyor. Korku yayanların karşısında, değişim arzusunun ardında duran değil, bu defa önüne geçecek bir kampanyayla bir yol bulunabilir. Korku tarafına geçecek, ona göz kırpacak olunursa, sadece bir seçim kaybetmekle kalmayacağız.

Seçimle demokrasi gelir mi tartışmasının ilk turunu kapattık. Toplumdaki değişim arzusu çok güçlüydü, görünürdü, meydana çıkmıştı. Cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci tura kalması bunun sonucuydu. Kemal Kılıçdaroğlu bu değişim arzusunun ardına geçti, ardında yürüttüğü kampanya, kullandığı dil, yarattığı birliktelik az buz değil. Seçimleri ikinci tura bıraktı. Unutulmaması gerek, bu dilin ayırt edici yönü, gücünü aldığı yer, Türkiye’de nefes almaya olan ihtiyaçtı. 21 yıldır azarlayan, iten, kakan, kendine borçlu kılmadığı hiç kimseyle dost olmayan, dostlarını kayıran, suçlarını cezasız bırakan, ödüllendiren, kayırdığı dostlarıyla millet olan ve iktidarının bütün nimetlerini borçlandırdıklarına yağdıran bir iktidara karşı; azarlamayacağını, yönetimi denetime açacağını, eleştiriyi mümkün kılacağını, imkanları adil biçimde paylaşacağını anlatmaya çalışan bir siyasi söylem kullanıldı. Muhalefet cumhurbaşkanı adayının bütün kampanyası sırasında eksik kaldığı şey fizik güçtü. Seçim öncesine ait çok sembolik bir fotoğraf, yirminin üzerinde kanalda aynı anda yayımlanan Erdoğan’ın programından alındı. Seçim kurallarını gireceği seçime ilişkin yaptığı analizlere göre belirleyen, seçimin yönetiminde yer alacak kamu görevlilerinin amirleri olan bakanların rejim partilerinin milletvekili adayları olarak çalıştığı, seçimin idaresinde görevli yargıçların nasıl belirlendiğine ilişkin kuralını değiştiren bir rejimin demokrasi şölenindeydik. Kısaca devlet aygıtı ve mevcut iktidar partileri arasındaki bütünleşme karşısında fizik olarak eksik bir değişim arzusuna dayanan muhalefet kampanyasından bahsetmek mümkün. Rejimin kullandığı fizik güç, aşırı sağcı bir manipülasyon kampanyası ile birleştiğinde belki de siyasi geleceğimiz bakımından en korkutucu iki duygu karşı karşıya geldi: Korku ve umut. Montaj videolarla, doğrudan cumhurbaşkanı tarafından, yarışta aday olan kamu görevlisi bakanlarca, fizik güçle örgütlenen korku ilk aşamada umudu yendi.

Dinsel zorbalığın yarattığı korku ile yönetme araçlarının en güçlü eleştirmenlerden Spinoza’nın yüzyıllar önce işaret ettiği iki güçlü duygu bunlar. Korku ve umut. Her ikisi de insanları oradan oraya savurabilecek siyasal duygular. Biri kederle diğeri neşeyle yoğruluyor. Biri var olma direncimizi azaltıyor, diğeri artırıyor. Korku, seçim sürecinde ve ikinci turun hemen başında çok kolay yaygınlaştırılan bir virüs gibi, umudun da içine sokuluverdi. Bugün, ikinci tura giderken değişim arzusunun taşıyıcılarının üzerine çöken ağırlığın sebebi bu. Parti adayı bakanın dediği gibi, üzerimizde tepinecek bir rejimin konsolide olma ihtimali güçlü bir olasılık olarak karşımızda. Şimdi değişim umudunun ardına düşen Kılıçdaroğlu bakımından iki seçenek var: Bir tür ur faşizm içinde büyütülen korkuya teslim mi olacak, ırkçı dalgaya yer mi açacak; yoksa bu defa değişim arzusunun ardında değil, önüne geçecek bir politika mı oluşturacak? En önemlisi bu ikisi arasında bir tercihte bulunmamasının yaratabileceği politikasızlığın korkuyu besleyeceğinin farkında mı?

Rejimi onaylatmaya dönük, kuralları önceden belirlenmiş, iktidarın bir fizik güç olarak kullandığı propaganda araçları ve zor gücüyle desteklenen bir kampanyayla yaratılan demokrasi şöleni, demokratik bir rejim içinde gerçekleşmiyor. Olağan koşullarda temsili demokrasinin en önemli aracı olan seçimlerin; toplanma hakkının, dernek kurma hakkının, basın özgürlüğünün, sendika hakkının, sosyal güvencelerin, yargı bağımsızlığının, adil sosyal politika araçlarının olmadığı bir rejimde demokrasiyi tasfiye edecek bir şölene dönüşeceğinin çok fazla örneği var. Bunun yirminci yüzyılın ilk yarısındaki tarihsel örneklerini saymaya gerek yok; artık güncel örneklerinin sergilendiği bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın her kıtasında benzerlerimiz var, biz bize benzemiyoruz. Kendi tarihsel geleneğimizden daha çok bugünün Macaristanına, Rusyasına, Azerbaycanına benziyoruz. Erdoğan, Erbakan ya da Menderes’ten ziyade Orban’a, Bolsonora’ya, Putin’e öykünüyor. Daha doğrusu, hepsi birbirine öykünen yöntemler kullanıyorlar.

Peki rejimin şölenini demokrasi lehine çevirme imkanı yok mu?

Bu soruya umutsuz cevap vermeyeceğim. Çünkü umudum, hayatta kalma isteğim ve deneyimim var. Fakat umudumu beslemem için bir fizik güce, benzerlerimle bir araya gelme, fikirlerimizi bir fizik güce çevirmeye ihtiyacımız var. Örneğin seçimlere hile karıştı mı karışmadı mı sorusunun ötesine geçerek, onu engelleyecek bir fizik güce olan inanca, bu meselenin politikleştirilmesine ihtiyacım var. Örneğin, ırkçılığı besleyen korkuları değil, onurlu bir hayat kurmayı sağlayacak güvenceleri sağlayacak bir mücadeleye ihtiyacım var. Tepemde verilecek teknokratik kararlarla yönetilecek bir ekonomik düzene değil, üretenlerin katıldığı ve denetlediği demokratik bir ekonomik yönetim vaadinin gerçekleşeceği zeminlerde bir araya gelmeye ihtiyacım var. Milyonlarca yurttaşımdan, apartmandaki komşumdan, işyerindeki arkadaşımdan korkmaya değil, güvenle tartışacağım bir kamusal hayatta bir araya gelmeye ihtiyacım var. Rejimin şölenini tersine çevirecek maddi güç, bu kısa sürede değişim arzusunun yarattığı umudu, korku duvarının ötesine geçecek biçimde takviye etmekten geçiyor. Korku yayanların karşısında, değişim arzusunun ardında duran değil, bu defa önüne geçecek bir kampanyayla bir yol bulunabilir. Korku tarafına geçecek, ona göz kırpacak olunursa, sadece bir seçim kaybetmekle kalmayacağız.

Fakat bundan sonrası için ve her koşulda asıl olan, halkın fiziksel gücünü, var olma direncini artıracak siyasal öznelerin inşasıdır.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.