Robert'in 'Pervaneler'i ve Boğaziçi nefretinin edebi tarihi
Robert Kolej’in devamı olan Boğaziçi Üniversitesi, artık özel bir yabancı okul değil elli yıldır bir devlet üniversitesi olsa da kuruluşundan beri gerici, tutucu, kuşkucu ve saldırgan tavırlarla karşı karşıya kalmıştır. Her daim tekrarlanan “Boğaz’a karşı viski içip…” teranesi, Cemil Çiçek’in Ermeni Konferansı’nı iptal ettiren “Türk milletini sırtından vuranlar” ithamı akla gelecektir. Kayyum atanmasından sonra gösterilen direnişe karşılık olarak verilen tepkilerde bu tavırların izini görüyoruz.
Engin Kılıç
Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atanmasına yönelik tepkiler, bir yandan üniversitenin neredeyse bütün bileşenlerinden katılımcılarla büyüyen ve ciddi destek gören çok saygıdeğer bir direnişe dönüşürken, öte yandan bu üniversiteyi hedef alan, söz konusu atamanın boyutlarını çok aşan, nefret söylemi ve linç çağrılarıyla beslenen bir imha kampanyasına da yol açtı. Funda Cantek’in 15 Ocak’ta Gazete Duvar’da çıkan “Boğaziçi husumeti tarihinden bir yaprak: Müslüman mahallesindeki salyangoz” yazısı, milliyetçi mukaddesatçı cephenin bu üniversiteye yönelik alerjisinin kültürel tarihi üzerine düşünmenin gerekliliğini de hatırlattı ve benim aklıma özellikle bir romanı getirdi. Müfide Ferit Tek’in 1924 tarihli 'Pervaneler' romanını.
Çünkü bu romanın başkahramanı (daha doğrusu anti-kahramanı) Robert Kolej’dir desek yanlış olmaz. Kitap basitçe, Robert Kolej’in Türk gençlerini zenginliği ve gösterişiyle nasıl kendine çekip kültür ve milliyetlerinden uzaklaştırdığını ve manen yok ettiğini anlatır. Bu çerçevede, bu yüz yıllık roman, Robert Kolej örneği karşısında Türk sağının, bugünkü Boğaziçi tartışmalarında da bire bir yansımalarını gördüğümüz değerler repertuarını kristalize biçimde ortaya koyar.
Önce yazar hakkında bir iki noktanın altını çizelim. 'Pervaneler'de yabancı okullara giden kızların nasıl telef olacağını, dininden, milliyetinden, evlilikten soğutulacağını tasvir eden Müfide Ferit Tek’in kendisi de yabancı okullarda okumuş. Önce babasının görevi nedeniyle bulundukları Trablusgarp’ta, İtalyanların yönetimindeki St. Joseph Rahibe Okulu’nda, sonra Paris’te Versailles Lisesi’nde. Burada on beş yaşındayken Türk Ocağı’nın kurucularından ve Türk milliyetçiliğinin önde gelen isimlerinden (daha sonra Cumhuriyet döneminin ilk İçişleri Bakanı olacak) Ahmet Ferit Tek’le evlendirilmiş.
1918 tarihli ilk romanı 'Aydemir' de ırkçı Turancı bir roman. Etkili de olmuş. Şevket Süreyya Aydemir’in soyadını bu romanın aynı adlı kahramanından etkilenerek aldığını hatırlayalım. 'Aydemir'de yazar İskandinav mitolojisinin tanrılarından Odin’i de Türkleştirir. Buna göre Odin, “Karadeniz sahillerinden Fin iline akın etmiş bir Türk beyi”dir. Ayrıca şefkat medeniyetini kuran Buda da Türk’tür. (Kitabın yayınevi bu noktada romana mahcup bir dipnot ekleyip bunun zayıf bir iddia olduğunu belirtmiş).
'Pervaneler'de söz konusu okul Robert Kolej olarak adlandırılmasa da referanslar çok açık. Romanda kolejin erkek kısmına Bebek Koleji, kız kısmına ise Bizans Koleji adı verilir ve bu ikincisi Heybeliada’da yüksek bir tepeye yerleştirilerek Rum Ortodoks Ruhban Okulu’na da gönderme yapılır. Bununla birlikte bugünkü Robert Kolej’deki Mermer Hol’ün (Marble Hall) ve futbol sahasının olduğu Plateau’nun adları geçer. Dolayısıyla okul, bugün Arnavutköy’deki Robert Kolej’dir.
Kolejin parlaklığıyla kendine çekip yaktığı “pervaneler”in başında Leman, Nesime ve Bahire gelir. Birkaç ilave mesaj için Leman ve Nesime’nin aileleri de işin içine katılır.
Leman’ın ağabeyi, tıp profesörü, milliyetçi Burhan, Fransız Claire ile evlidir ve mutsuzdur. Fransa’da öğrenciyken tanışıp evlendiği karısı, cahil, pespaye, kötücül biridir ve bu mutsuz bir evliliktir. Bu yanlış tercihin kurbanı da kimliksiz, kişiliksiz kalan çocuklar olur. Nesime ise Mevlevi şeyhinin kızıdır, onun abisi Sami de Andrée ile evlidir. Bu evlilik de aynı mesajı tersten verir. Andrée, basit Claire’in aksine, bir entelektüel ve sanatçıdır ve Türk kültürünü tanımak ve onun parçası olmak için büyük çaba gösterir ama başaramaz, çünkü böyle bir şey mümkün değildir. Vatansız kalıp kökünden koptuğu için hep hastadır.
Ama romanın asıl yazılış nedeni, Robert Kolej’in organize kötülüğünü gözler önüne sermektir. Daha romanın başında Leman’ın kabul edilemez davranışlar sergilediğini okuruz. Erkek öğrencilerin okuduğu Bebek Kolej’e gidip Rum ve Ermeni delikanlılarla tenis oynamakta, kürek çekmekte, dans etmektedir. Üstelik kiminle gider buraya? En yakın arkadaşı, İnekçiyan Efendi’nin kızı Haykanuş’la!
Bu noktada, romanda Ermenilere yönelik özel bir nefretin varlığının altını çizmek gerekir. Soykırım’dan bahis yoktur ama, Kolej’in (nedense başkalarını değil de) bazı Ermeni çocuklarını ücretsiz okutmasından, Ermenilerin de bu okulu benimsemesinden tiksintiyle bahsedilir. Ermeniler fiziksel olarak da çirkindirler. Ermeni kızlarının “bıyıklı ağızlarından” söz edilir ya da Haykanuş’un “uzun şempanze kollarını sallayarak” yürüyüşünden. Leman’ın bir dönem flört ettiği Mıgırdiçyan’ın suratı kıllı, vücudu kısa ve şişmandır. Yabancılarla evlenmiş olan Burhan ve Sami, Ermeni ve Rum kadınlarla evlenme düşüncesini şiddetle reddederler. Burhan, gençliğinde yabancı kadınla evlenme hatasını yapmıştır çünkü o zamanlar serbest fikirli, din farkına önem vermeyen, Rumları, Ermenileri kardeşlerimiz sayan bir zihniyet sahibidir. Şükür ki Balkan Harbi’nden sonra milliyetçi olmuş, “Bedbaht Türk’ten başka kalbinde kimseye yer” kalmamıştır.
Kolej’in “kötülüklerine” dönersek, “Profesör” Burhan’a göre zaten kızların okuması anlamsızdır. Leman için, “diploma alıp ne yapacak, evlenecek değil mi?” der. Cemil diplomasız da Leman’ı almaya razı ama Leman "evlenmek istemiyor, hayatını kazanacakmış. Serbest, hür insan olacakmış, erkekler gibi” diye isyan eder bu “akıl almaz” hayale.
Ardından Leman, Jack Peterson adlı bir Amerikalı subaya âşık olur. Ağabeyinin bu flörte tepkisi, “Leman, keşke ölseydin. Senin için daha hayırlı olurdu” olur. Ağabeyinin uyarılarına kulak asmayıp onunla birlikte Amerika’ya gider. Ondan gelen tek mektuptan Peterson’un söylediği gibi zengin bir çiftçinin oğlu değil ipsiz sapsız bir serseri olduğu öğrenilir ve kendisinden bir daha haber alınamaz.
Nesime ise tekkede büyümüş olsa da tekkedeki diğer kadınlar gibi ev kadını olmak istemez. Ne ister peki? Anlatıcının şu sözleri Nesime’ye yönelik bir eleştiri olarak okunmak üzere yazılmıştır: “Hayatını kazanmak istiyor. Şeref, belki de şöhret bulmak istiyor.”
Burhan ve Sami, gidişatı görüp kardeşlerini okuldan almak isterlerse de başaramazlar. Nesime, müdirenin “ayartmasıyla” üniversite okumak arzusuna kapılır. Romanın sonunda Hıristiyan, hatta misyoner olacağı imasıyla Amerika’ya kaçar.
Romanın ön plandaki üçüncü “pervane”si Bahire’dir ve Bahire karakterinin işlevi, kolejin nasıl kızların cinsel yönelimini “bozduğudur”. Jimnastik yapan, tangoda erkek rolü üstlenen, evlenmemeye yemin etmiş, saçı kesik, ensesi tıraşlı bir kızdır Bahire. Babası onu evlendirmek istediğinde, kendisinin ne erkek ne kadın olduğunu, ille bir cinsiyet seçmek gerekirse erkeğe yakın olduğunu söyler. Bunlara ilaveten söylediği feminist sözler evden kovulmasına yol açar.
Bütün bu felaketler Robert Kolej’in eseridir. Kolej, kızları Amerikan terbiyesi, misyonerlik, feminizm, spor ve eğlence gibi yollarla baştan çıkarmakta, dinlerinden ve Türklüklerinden uzaklaştırmakta, evlenmekten soğutmaktadır. En çok eleştirilen özellik de öğretmenlerin “kızıl feminist” olmalarıdır. Öğrencilere de bunu aşılarlar. Örneğin müdire forumda Leman’a kesik saçlar hakkındaki görüşlerini sorar. Leman kadında kısa saçı güzel bulmadığını söyleyince şiddetle eleştirilir, bunun kadını küçültmek olduğu belirtilir. Aynı soruya Haykanuş kadının saça değil zekâ ve ilme ihtiyacı olduğu cevabını verince büyük alkış alır. Elbette bu pasajlar anlatıcının uzun tiradlarıyla eleştirilir.
Yazar romanın bir anlamda önermesini daha ikna edici olacağı umuduyla, Andrée’ye bir muhafazakârlık manifestosu şeklinde söyletir: “Sakin ve mesut olmak isterseniz, memleketinizin kaideleri ve yaşayacağınız hayatın tarzı haricine çıkmayınız. … Ben hatta kızlarınızın yabancı terbiye almalarını bile makul görmüyorum.” Burhan’ın asistanı Cemil’e tavsiyesi de resmi tamamlar: “Irkına yabancı kadınla evlenme, yabancı etkisine kapılmış kızla da evlenme. Annene benzer, sessiz, hanım hanımcık, uslu, akıllı bir kızcağız al.”
'Pervaneler’de Müfide Ferit Tek, Robert Kolej’in (ama özellikle onun kız bölümü denebilecek Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nin) varlığından duyduğu rahatsızlığı, anti-feminist, homofobik, ırkçı, şoven ve muhafazakâr bir yaklaşımla ortaya koyar. Roman yazarın eşinin İçişleri Bakanı olduğu dönemde, 1924’te Matbaa-i Amire (sonradan Devlet Matbaası) tarafından yayımlanır ve birçok kere yeniden basılır.
Robert Kolej’e nefret dolu yaklaşımın sergilendiği tek eser de bu değildir. Mizancı Murat’ın 1891 tarihli 'Turfanda mı Yoksa Turfa mı?' adlı romanında İslam Birliği hayalleri içinde İstanbul’a gelen başkahraman Mansur, Rumeli Hisarı’na hâkim bir tepede Robert Kolej’i görünce, bunun “Fatih Hazretleri’nin ulu namını takdis için inşa olunmuş bir milli şükran eseri” olduğuna hükmeder, ancak o eserin “Amerikalı misyonerlerin tesis ve idare ettikleri Robert Kolej mektebi” olduğu söylendiğinde ise büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve yüreğinde bir ıstırap hisseder. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1914 tarihli 'Cadı'sında da Robert Kolej istilacı bir güç olarak görülür, yine Hisar’ın tepesindeki konumu eleştirilir ve bunun bir silahsız fetih olduğu ortaya konur. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Mütareke dönemini ele aldığı 1928 tarihli 'Sodom ve Gomore' adlı romanında da Robert Kolej bir ahlaki çöküntü kaynağı olarak payına düşeni alır. Romanda Robert Kolej’in bir hocası evlilik dışı ilişkileri över. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ndeki “budala, kaba bir Ermeni kızı” âlemin eğlencesi, Amerikan subaylarının flörtüdür. Kolej’de öğrenci olan Nermin ise şehvet duygularını özgürce tatmin edememekten muzdariptir: “’Beni keşfedecek adama kayıtsız, şartsız teslim olacağım!’ diyordu. Halbuki, nice zamandır, ne Kollej'e gelip giden Amerikalı deniz zabitleri arasından, ne kendisinin girip çıktığı monden çevrelerdeki yabancılar arasından bir tanesi dönüp de bu frenk incirini soymak zahmetine girişmiyordu. Gerçi, bol bol koklanıyordu, okşanıyordu, öpülüp emiliyordu, fakat on altı yaşından beri bir olgun kadın yaratılışı taşıyan Nermin için bu kadarı manasız birer oyundan ibaretti.” Bu listeyi çok uzatmak mümkün.
Robert Kolej’in devamı olan Boğaziçi Üniversitesi de, artık özel bir yabancı okul değil elli yıldır bir devlet üniversitesi olsa da, kuruluşundan beri buna benzer gerici, tutucu, kuşkucu ve saldırgan tavırlarla karşı karşıya kalmıştır. Her daim tekrarlanan “Boğaz’a karşı viski içip…” teranesi, Cemil Çiçek’in Ermeni Konferansı’nı iptal ettiren “Türk milletini sırtından vuranlar” ithamı hemen akla gelecektir. Kayyum atanmasından sonra gösterilen direnişe karşılık olarak verilen tepkilerde bu tavırların izini görüyoruz. Bu patırtı içinde, Türkiye’nin en iyi birkaç üniversitesinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nin, benim gibi fabrika işçisi çocukları da dâhil olmak üzere, toplumun her sınıf ve kesiminden öğrenci ve hocaları barındıran, köklü bir geleneği olan, kendine özgü çoğulcu ve demokratik bir kültürü yaşatan, akademik başarılarıyla öne çıkan, dünyaya açık bir eğitim kurumu olduğu unutturulmaya çalışılıyor.
Boğaziçi’ne kayyum atanmasını izleyen gelişmeler sonucu şahit olduğumuz “lezbiyen mezbiyen” söylemi, LGBTİ+ öğrencilerin özellikle hedef alınması, feminizm nefreti, elitizm ithamı, kökü dışarıdalık iddiası, tekil, arızi bir saldırının tezahürleri değil. Bu kuşatma, Müfide Ferit Tek’in (ki bugün yaşasaydı kendisine muhtemelen adıyla değil “Ahmet Ferit Tek’in karısı” diye hitap edilirdi.) 'Pervaneler’inden yansıyan ve on yıllardır devam eden reaksiyoner husumetin ve mevcut yönetimin en karakteristik özelliklerinden biri olan anti-entelektüalizmin en tayin edici dayatmalarından biri olarak görülmelidir.