Roboski: 'Kürtlere karşı suçlarda kimse cezalandırılmıyor'

Roboski'de 34 köylünün TSK saldırısında ölmesinin 10'uncu yılında katliamı ve sonrasındaki süreci değerlendiren akademisyen Dr. Ayhan Işık, 'Kürtlere karşı suçlarda kimse cezalandırılmıyor' dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde 28 Aralık 2011 günü 19’u çocuk 34 köylünün Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait savaş uçaklarının bombalaması sonucu öldürülmesinin üzerinden 10 yıl geçti.

Evrensel'den Serpil İlgün'ün sorularını yanıtlayan akademisyen Dr. Ayhan Işık, "Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana gelen süreci baz alırsak Kürtlere karşı işlenen suçlar söz konusu olduğunda kimse cezalandırılmıyor. Devlet içindeki idari ve askeri bürokrasinin hepsinde bu algı yerleşmiştir. Mahkemede, 'Devletin bekası, devlet çıkarı, devletin güvenliği derim, kendimi kurtarırım' anlayışı hakim! Devletin askeri ve idari bürokrasisinde böyle bir hafıza oluşmuş. Roboskî Katliamı da neticede sorgulanmayan bir şüpheyle bir emir komuta zinciri sonucu gerçekleşiyor" dedi.

Röportajın bir kısmı şöyle:

Roboskî’de 34 insanın üzerine bomba yağdırılması için “Terörist olduklarından şüphe duyulması” yetmişti. Şüphe, müphem, belirsiz bir sıfat. Böyle olduğu halde grubun bombalanması kararının verilmesi ne anlatıyor?

Oradaki şüphe ile oluşturulan tehdit ve sonrasında gerçekleşen katliam, Kürt’ün ölümünün doğallaştırılmasından geliyor. Roboskî’de 34 insanın öldürülmesi “Teröristler geliyordu, o şüpheyle bombaladık” olarak açıklanmıştı, devletin en fazla övündüğü kurumlarından biri istihbarat kurumu. Böylesi bir durumda istihbarattan bilgi alınmıyor ya da bilgi alınmasına rağmen bu eylem gerçekleşiyorsa, şöyle bir durum var burada; Kürt’ün ölümünün normalleşmesi! Burada kaçakçı olarak adlandırılan ticaret yapan gençlerin ya da militanların olmasının bir önemi yok. Bunu bir asırlık devlet siyaseti gösteriyor. Devlet nezdinde Kürt’ün ölümünün normalleştirilmesi, Roboskî gibi bir katliamın gerçekleşmesi ve yine çok rahat bir şekilde faillerin cezasız bırakılmasına sebebiyet verebiliyor. 

Şüphe açıklaması, “Sınırdan tehdit algıladık” izahı, Roboskî Katliamı’nın meşrulaştırılmasında da işlev görebildi. Devlet şiddetinin uygulanmasında imal edilen tehdit algısı, Roboskî özelinde nasıl işledi?

Şüphe dediğimiz şey hukukta kanıtlanması gereken durumdur, bir kanıt değildir ve şüpheden dolayı bir ceza verilmez. Roboskî’de kesin bir bulgu yok ama “Kalabalık bir grup var, bunlar gerilla olabilir biz saldıralım!” Böyle bir mantıkla hareket ediliyor.

Tehdit algısı çok önemli bir konu. Devlet kurumları bu gerekçeyle yasa dışı silahlı gruplar kurup kullanıyor. Az önce Kürt’ün ölümünün normalleşmesi derken bunu ifade etmeye çalıştım. Sadece herhangi bir siyasal ayaklanma değil, bir toplumun varlığı, 1915’te nasıl Ermeni toplumunun varlığı genç İttihatçılar için tehditse ve ortadan kaldırılması gereken bir kategoriyse, cumhuriyetin başından itibaren Kürt’ün varlığı da öyle. Belki 1915 gibi bir siyaset izlenmedi, zamana yayılan bir katliam ve asimilasyon süreciyle devlet elitleri Kürt nüfusun Türkleştirilebileceğini düşündüler. Devlet hem Türkleştirmek istediklerine hem de buna direnenlere karşı şiddet uyguladı. Devlet hafızası, devlet aklı böylesi bir tarihsel arka planla çalışıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana gelen süreci baz alırsak Kürtlere karşı işlenen suçlar söz konusu olduğunda kimse cezalandırılmıyor. Devlet içindeki idari ve askeri bürokrasinin hepsinde bu algı yerleşmiştir. Mahkemede, “Devletin bekası, devlet çıkarı, devletin güvenliği derim, kendimi kurtarırım” anlayışı hakim! Devletin askeri ve idari bürokrasisinde böyle bir hafıza oluşmuş. Roboskî Katliamı da neticede sorgulanmayan bir şüpheyle bir emir komuta zinciri sonucu gerçekleşiyor.

2011 yılı haziranında AKP’nin yüzde 49 oy aldığı bir seçim yaşanıyor, yeni anayasa müzakereleri yapılıyor, AB ile ilişkiler yükselme eğilimine giriyor, yılın ilk yarısında AKP iktidarının Kürt sorununda “açılım” hamlesi geliyor ancak yaz sonunda yeniden çatışmalı süreç başlıyor. Çok kaba özetlenen 2011’deki bu siyasi atmosferde Roboskî’yi ortaya çıkaran esas izlek için nereye bakmalı?

Aslında 2008’lerden itibaren Türkiye’de enteresan dönüşümler olmaya başladı. Bir taraftan Ergenekon soruşturmaları, diğer taraftan PKK ile devlet arasında Oslo görüşmeleri başladı. 2009’da ilk KCK operasyonları yapıldı, 2010’da balyoz davası açıldı. 2008-2011 arası için, devlet içerisindeki farklı grupların Kürtler üzerinden birbirlerine mesaj verdikleri bir dönem diyebiliriz. Bir taraftan bahsettiğiniz Kürt meselesinde açılım, Oslo görüşmeleri yapılırken, diğer taraftan devlet içinde daha önce çeşitli eylemlerde bulunmuş ve devletin gücünü kendi grup çıkarları için kullanan Ergenekon, Balyoz, derin devlet, adına ne diyeceksek bir grubun davaları var. 2008 sonrası devlet içinde karşılıklı bir satranç süreci başlıyor ve Kürtler burada kurbanlaştırılıyor. Birbirleriyle çatışma içinde olsalar da tüm grupların ortak pozisyonu Antikürt pozisyonu. Sonradan “Roboskî’yi Gülenciler yaptı” dendi, bir ara “Ergenekoncular yaptı”, bir ara “Hükümet talimatı verdi” dediler. Herkes birbirini suçladı ama ortada bir katliam var ve bunu yapan devletin ordusu, devletin kurumları. Emir komuta zinciri içinde yürüdüğü için bu baştan sona rahatlıkla tespit edilebilir fakat bu sorumluluğu birbirine atma, muhatap bırakmama, muhatapsızlık hali Roboskî gibi bir katliamı tamamen cezasızlık çemberi içinde bırakarak görünmez kıldı. (HABER MERKEZİ)

RÖPORTAJIN TAMAMI