Rock'n roll asla ölmez

“Belki de beni kurtaracak olan, sensindir,” diyordu 'Wonderwall’un nakaratı. Düşününce, Oasis de zaten daha en başından, başlı başına bu sözler üzerine kurulmamış mıydı?

Google Haberlere Abone ol

Yaz bitiyor, yaklaşan sonbaharın kokusunu alabiliyorum. Bucket şapkam başımda, kulaklıklarım kulağımda, ellerim cebimde, Wonderwall dinleyerek sahilde yürüyorum. İşin aslı, X ve Y kuşağına mensup birçok kişi gibi ben de bugünlerde Oasis’le yatıp kalkıyorum.

Belki de ihtiyacımız olan tek şey buydu… Yani, birilerinin çıkıp da bize rock’n roll’un asla ölmeyeceğini söylemesi ve daha da iyisi, bir gün bir konserde hep bir ağızdan Wonderwall’un sözlerini haykırabileceğimiz umudunu vermesi. Düşünüyorum da, belki de bizi kurtaracak olan tek şey, Oasis’in birleşmesiydi.

Kurtarılmaya ihtiyacı olmadığını düşünenler bir yana, ben bazen şu yetişkinlik işinden istifa etmek ve 1990’lı yıllara ışınlanmak istiyorum galiba. Her şeyin acı verici derecede yoğun yaşandığı ergenlik yıllarıma.

BLUR MU OASIS Mİ?

Oraya dönmek istiyorum, arada sırada da olsa. Rock müziğin keşfedilmeyi bekleyen ve içinde yüzmeye can attığım bir okyanus olduğu, Beyoğlu’nun plakçılarında saatlerimi geçirdiğim, meşhur “Blur mu Oasis mi?” sorusuna kararsız bir gülümsemeyle “Oasis!” diye cevap verdiğim ve kıvırcık, kabarık saçlarım yüzünden bana hiç yakışmayan şu bucket şapkaları takmakta ısrar ettiğim yıllara…

O yılların arkadaşlıklarını da özlüyorum. Gerçekte rock’n roll benim için hiç ölmedi ama birlikte büyüdüğüm arkadaşlarımın, büyük şirketlerdeki işlerine gidip gelirken, yolda bir yerlerde o çok derinden bağlı oldukları rock’n roll ruhunu kaybetmemek için ne kadar büyük bir savaş verdiklerini de görebiliyorum.

Neden, bilmem ama beni etkiliyor bu durum. Ama tam da bu yüzden, Gallagher Kardeşler nihayet öpüşüp barıştığında, bir Oasis bileti alabilmek için saatlerce bilgisayar başında bekleyenlerin de yine onlar olmasına hiç şaşırmıyorum.

Hayatında satın aldığı ilk kaset geçtiğimiz günlerde 30. yılını kutlayan 'Definitely Maybe' olan bir arkadaşım bilet almayı başaramıyor ve onun yerine Kesmeşeker konserine gitmeye karar veriyor. Yani, mesele gerçekten de 1990’lar olmalı… Kim olduğunu hatırlamakla, kendini yeniden genç hissetmekle ilgili bir şeyler. Rock’n roll ruhunu hayatta tutmakla ilgili bir şeyler…

Bir diğer arkadaşım ise biletini almayı başarmış, çok yakında Manchester’a gidiyor. Ona benim için de tepinmesini söylüyorum, mutlaka tepineceğini söyleyerek cevap veriyor. Bense bunda belli belirsiz bir kurtuluş umudunu sezmeden edemiyorum. Çalıştığı şirketin kıskacına, özel hayatının sorumluluklarına ya da belki de sadece 40 yaşında olmaya küçük bir mola verebilecek olmanın mutluluğunu…

'BELKİ DE BENİ KURTARACAK OLAN, SENSİNDİR'

“Belki de beni kurtaracak olan, sensindir,” diyordu 'Wonderwall’un nakaratı. Düşününce, Oasis de zaten daha en başından, başlı başına bu sözler üzerine kurulmamış mıydı? Liam ve Noel Gallagher kardeşler İrlandalı göçmen bir ailenin çocuklarıydı. İngiltere’nin Manchester kentinde doğmuşlar; paylaşmak zorunda oldukları odalarında The Beatles dinleyerek, futbol izleyerek ve kavga ederek büyümüşlerdi. Tek istedikleri şey o evden, o odadan kurtulmaktı.

Noel yalnız ve hayalperest bir gençti. Evde tanık olduğu şiddet onu değiştirmiş, mutsuz kılmış, hatta ergenliği boyunca sık sık başını belaya sokmasına sebep olmuştu. Gallagher Kardeşler'in bir evi vardı elbette ancak gerçek bir yuvaları yoktu. Manchesterlı holiganlarla takılıyor, futbol maçlarında kavga çıkarıyor ve bir gelecekleri olmadığına inanıyorlardı. Ta ki anneleri günün birinde Noel’e bir gitar hediye etmeye karar verene dek…

Noel evinde kendi kendine gitar çalmayı öğrenirken, günün birinde İngiltere’nin gelmiş geçmiş en iyi şarkı yazarlarından biri olacağını biliyor muydu acaba? Belki de biliyordu çünkü o hiçbir zaman alçakgönüllü biri olmamıştı ve kendini o zamanlar bile büyük gitaristlerle kıyaslıyordu.

YA MÜZİK OLMASAYDI?

The Beatles’tan, The Kinks’ten, The Smiths’ten ilham alarak kendi şarkılarını yazmaya başladığında ise, “Manchester’da çürümemek için” ne yapması gerektiğini artık anlamış bulunuyordu. Onun kaderinde çok büyük bir rock yıldızı olmak yazıyordu. Onu kurtaran, rock’n roll olmuştu.

Peki ya ben? Beni kurtaran şey de müzik değil miydi? Müzik olmasaydı nerede olurdum? Dahası, müzik olmasaydı kim olurdum? Sanırım bunu düşünmek bile istemiyorum…

Deniz dalgalanmaya başlıyor. 'Wonderwall' bitiyor. Yaklaşan sonbaharın kokusunu içime çekiyorum ve bir Don McLean şarkısı açıyorum. Şahsen, 'American Pie’ın rock müzik hakkında yazılmış en güzel şarkılardan biri olduğunu düşünüyorum. O anda, hayatımda McLean’e daha fazla yer açmaya karar veriyorum.

"Rock’n roll’a inanıyor musun?" diye soruyor McLean, bu muhteşem şarkıda. “Müzik senin o fani ruhunu kurtarabilir mi?” Bunu duyunca kendi kendime gülümsüyorum. Çünkü cevabın ne olduğunu çok iyi biliyorum.

Bunu hep biliyordum.

Etiketler oasis wonderwall