Roman sanat mıdır?

Henry James de Walter Besant gibi romanı kendi başına yaşayan ve okurla beraber anlam üreten bir canlı olarak görür. Bütün bunlar da romanın, daha genel anlamda kurmacanın önemini bizlere hatırlatır.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Walter Besant ve Henry James’in yazdığı iki metnin birleşiminden oluşan “Kurmaca Sanatı” adlı kitap geçtiğimiz günlerde Ketebe Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Bülent Ayyıldız’ın çevirdiği “Kurmaca Sanatı”, kurmacaya, dahası romana dair önemli sorular barındırıyor.

Kurmaca Sanatı,  Walter Besant, Henry James, Çevirmen: Bülent Ayyıldız, 112 syf., Ketebe Yayınevi, 2024.

Besant, 25 Nisan 1884’te Kraliyet Enstitüsü’nde verdiği bir konferansa dayanan ilk metinde kurmacanın toplumda yeterli değeri görmediğinden bahseder. Resim, müzik, heykel gibi pek çok sanat branşı el üstünde tutulurken kurmaca bunlardan aşağı bir düzeyde değerlendirilir. Halbuki bütün sanatsal branşlar biricik ve eşittir.

Besant bu algının nedenlerini sorguladığında, genel manada kurmacanın gayriciddi görüldüğünü belirtir. “Hocası ya da öğretmeni olmayan, okulu, koleji ya da akademisi olmayan, kabul edilmiş kuralları, ders kitapları olmayan ve hiçbir üniversitede öğretilmeyen”  bir “şey” nasıl sanat olarak değerlendirilebilir, öyle değil mi?

 

ROMAN GÖRÜNMEYENİ ANLATIR

Besant daha sonra, bu algıya göre; canı isterse herkesin oturup bir roman yazabileceğini, bunun için herhangi bir eğitime, bir birikime ihtiyaç olmadığını ve herkesin yapabileceği bir şeyin de sanat olarak değerlendirilemeyeceği fikrini masaya yatırır.

Sonra da kurmacanın belirli kuralları, yöntemleri olduğunu ve işe başlamadan bunların öğrenilmesi gerektiğini söyleyerek bu algıyı eleştirmeye başlar. Dil bilgisi, gerçeklikle kurulan uyum, kişisel deneyimlerin farkı, gözlem ve seçim, dramatik yapı, sıkı çalışma gibi bir sürü şeyden bahseder.

Bunların ardından da işi, kurmacanın diğer sanatlardan daha eski, daha derinlikli ve daha geniş bir kitleye hitap ettiğine kadar vardırır. Romancının işi insan olduğu için, romanın insana dair hemen her şeyi kapsadığını ileri sürer. Üstelik roman resim gibi, heykel gibi sadece “görüneni” sunmaz, bununla beraber “görünmeyeni”, manayı, asıl söylenen ve sorulan şeyi de içerdiği için çok yönlüdür.

ASIL İŞ YAZARDADIR

Beri yandan; kurmacanın çok doğurgan olduğunu da söyler Besant. “Bugüne kadar her şey anlatıldı, her türden karakter yaratıldı” algısına karşı çıkar. Bir tane obur karakter yaratıldıysa bir tane daha yaratılamaz diye bir şey olmadığını, bir aşk romanı yazıldıysa bir daha aşk romanı yazmanın tekrar olarak değerlendirilemeyeceğini belirtir.

Bütün bunların ardından da romancıya döner ve kurmacayı sanat olarak kabul ettirmek için esas anahtarın yazarın elinde bulunduğunu söyler. Yani değerli eserler yazmak için çok çalışmak gerektiğini söyler.

“Birinin zahmete girmeden, düşünmeden ya da sıkıntı çekmeden ürettiği şeyin okuyucuya herhangi bir zevk vereceğine inanması aşırı küstahlık değil midir?” diye sorar.

PARAYLA KİTAP BASTIRMAK

Metnin “EK” kısmındaysa yayıncılık meselesine girer Besant. Bazı yazarların kitaplarını bastırmak için yayıncılara para ödemelerini eleştirir. Bu çok anormaldir. Bir yazar binbir emek verip inşa ettiği kitabını yayıncıya verdiğinde, yayıncının buna karşılık ona telif ödemesi gerektiğini söyler.

Sonra eli yükseltir; yazdığınız şeyi ancak para ile bastırabiliyorsanız kötü bir şey yazmışsınız demektir, der ve sözlerini şöyle noktalar:

“Eseriniz kabul edilene kadar sebat edin ve asla, asla, ASLA bir romanı yayımlatmak için para ödemeyin.”

ROMANIN TEK DERDİ HAYAT VE İNSANDIR

Henry James’in kaleme aldığı ikinci metindeyse James, Besant’ın yaptığı konuşmaya binaen bir giriş yapar ve Besant’ın söylediklerine katkıda bulunmaya çalışarak şöyle der:

“İnsanların onu [romanı] ciddiye alması için önce kendini ciddiye almalıdır.”

Tabii ki bu “muzip” eserler kaleme alınmamalı, demek değildir. Aksi gibi, muzip eserleri bile ciddiyetle yazmak gerekir.

James’e göre bir romanın var olmasının tek nedeni onun hayatla kurduğu rekabet ilişkisidir. Yani romanın kendini “kabul ettirmek” için çabalaması ters bir etki yaratır ve onun kendini ciddiyetsiz ve aşağı gördüğü sonucunu doğurur. Romanın böyle bir kaygısı, böyle bir iddiası bile olmamalıdır. Onun tek derdi hayat ve insandır.

ROMAN KENDİ BAŞINA BİR CANLIDIR

Bunun nedeni de açıkça ortadadır. Roman her daim gerçeği arar, gerçeğe dair sorular sorar, çatışmalar yaratır. Yani bir romancının gerçekle kurduğu ilişkiyle bir tarihçinin gerçekle kurduğu ilişki arasında pek bir fark yoktur James’e göre.

Daha sonra eserlerin ne amaçla yazıldığına sıra gelir. Edebiyat ya eğlendirici ya öğretici olmalıdır, der James. Bu ayrımın silikleştiği, “öğretici olamayacak kadar anlamsız, eğlendirici olamayacak kadar ciddi” olunduğu durumlarda ise ciddi çelişkiler ortaya çıkar.

Elbette esas ayrım romanın iyi ya da kötü olmasıyla alakalıdır fakat “iyi romanın” kıstası görecelidir. Kimileri iyi romanı karakterlerin durumuyla ilişkilendirirken kimileri de mutlu sonla ilişkilendirebilir. James buna dair şöyle der:

“Birçok kişi için bir romanın sonu, iyi bir akşam yemeğinin sonu, tatlı ve buzlu yemek servisi gibidir ve kurmacadaki sanatçı hoş tatları yasaklayan işgüzar doktor olarak görülür.”

Son kertede James de tıpkı Besant gibi romanı olup bitmiş değil, kendi başına yaşayan ve okurla beraber anlam üreten bir canlı olarak görür. Bütün bunlar da romanın, daha genel anlamda kurmacanın önemini bizlere yeniden hatırlatır.