Romantik gerçekçilik
Elinde bir şey parladı Maria Mercedes’in. Dedim ay sızıyordu içeri. Nagant marka bir tabancaydı bu. Şu kocaman mermileri olandan. Rom da vardır yanında dedim. Güldü.
Damdaki kamışların arasından, ay sızıyordu. Aslında üç sıra yapacaktık ama her gün erteliyorduk. ‘Manaña manaña*’ diyorduk. Her şeyi yarına bırakabilmek güzel bir şeydi. Bambular hazırdı, kaçmıyorlardı. Birbirimize söylemesek de dolunayın geçmesini bekliyorduk herhalde. Başka şeylerden konuşuyorduk. Ay kadar romantik değildi her şey, ne yazık. Kolombiya’dan paramiliterler sınırı geçip, komünlere saldırıyordu mesela. Toprak sahipleri kiralıyordu. Uzun namlulu silahları vardı ve bolca cinayet tecrübeleri. Katil ihracatı denilebilirdi buna. Sanki Venezuela’da yokmuş gibi. Fiyat kırıyorlardır mutlaka…
Yakın bir yerde büyük bir şelale vardı. Sesi geliyordu her gece, gündüz daha az neden bilmiyorum, galiba güneş kemiriyor sesi. Sesi gelmese de şelalenin ya da nehrin yakın olduğunu çok hissediyordum bu mevsimde. Sağ elimde bir parmağım çok sızlıyordu. Kosta Rika’da çıkmıştı, çok yıl önce. Bir nehrin içinde yürürken düşmüştüm. Elimde kamera vardı, küçük, onu kırmamak için uğraşırken çıktı. Sonra kendim parmağımı taktığımı düşündüm, Tazeyken daha kolay oynuyor. Hiç inmedi şişi ama.
Aylar sonra Zapatista komününde küçük kız gördü parmağımı. Mısır ekmeği yapıyorduk evde. Elle çevrilen, kıyma makinesi gibi bir şeyin içine, akşamdan ıslattığımız mısırları koyup, çekiyorduk. Kahve değirmeni gibi bir şeydi. Eski, elle çevrilen. Annesini çağırdı hemen. Bir Maya kadını, yaşlıca. Parmağıma baktı önce, sonra raftan rom şişesini aldı. Bana verecek diye düşündüm. Kendisi dikti şişeyi. Ağzındaki romu parmağıma fışkırttı. Operasyondan önce uyuşturmak için olmalıydı. İyi bir yöntemdi sanırım, çünkü onun dışında sadece mısır ekmeği vardı evde. Belki romu içsem daha iyiydi ama. Sonra parmağımı çıkartıp, tekrar taktı. Pek bağırmadım. Acımadığı için ya da romun etkisinden değildi. İtalyan kızlar vardı, mısır ekmeği yapıyorduk ve asker sayıyorduk birlikte.
Erkeklik salakça genellikle…
Sonra da mısır ekmeğini üstüne sardık. Dedim ya başka bir şey yoktu evde zaten. Kahve vardır ama mutlaka. İtalyan kızları söylemiştim.
Belki de iyi bir şeydi bu sızı. İnsana bir şeyleri hatırlatıyor. Ufak tefek işaretler verse yeterdi aslında, bu kadar da ısrar etmese. Dışarıdan bir ses geldi, kulak kesildik Maria Mercedes’le birlikte. Büyük kara gözleri vardı, uzun kara saçları. Şehir meydanında, seyyar tezgahı vardı. Seviche** satıyordu. Chavezci ve devrimciydi tabii ki. ‘Paramiliterler’ dedi. Baktık bir şey görünmüyordu. Ay cömertti ışıkta. Şelale sesi geliyordu sadece. Parmağım filan sızlamadı uzun süre. Savaş hali alıyor hemen beden. Bizden başka kimse yoktu komünde o gece. Telefon zaten çekmiyordu. Rom da bitmişti. Her şey üst üste geliyor, diye düşündüm.
Elinde bir şey parladı Maria Mercedes’in. Dedim ay sızıyordu içeri. Nagant marka bir tabancaydı bu. Şu kocaman mermileri olandan. Rom da vardır yanında dedim. Güldü. Çok güzel gülüyordu ve çiğ balık kokuyordu tabanca…
*Yarın yarın…
** Çiğ balık…