Rosa Luxemburg’un güncelliği
Rosa Luxemburg’un sosyalistler için bugün de önem taşıyan siyasal sorunlar konusundaki yazılarını içeren derleme kitapları Dipnot Yayınları tarafından yayımlandı.
Sevil Kurdoğlu
Dipnot Yayınları, Rosa Luxemburg’un 150. doğum yılı dolayısıyla Luxemburg’un çeşitli yazılarından oluşan 'Devrimin Güncelliği Lenin'le Tartışmalar Örgütlenme ve Demokrasi' ve 'Toplumsal Reform ya da Devrim Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar Teori ve Pratik' başlıklı kitaplarını yayımladı. Bu kitaplardaki yazılar Luxemburg’un Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) içindeki Bernstein ile tartışmasını, Lenin’e karşı ‘merkeziyetçilik’ eleştirisini, 1905 Rus Devrimi bağlamında kitle grevleri hakkındaki görüşlerini, Almanya’da militarizmin güçlenmeye başladığı 1910’da Kautsky ile teori ve pratik üzerine tartışmasını, Ekim Devrimi’ni takiben alınan kararlar üzerinden işçi sınıfı iktidarı ve demokrasi üzerinden Lenin ve Troçki eleştirisini ve nihayet 1. Dünya Savaşı’nda ‘anavatan savunması’ndan yana tavır alan SPD eleştirisini içermektedir. Okuyanların hemen fark edecekleri gibi Luxemburg’un dili, kullandığı kavramlar, diğer ülkelerde olup bitenlerle yakın ilişkisi ve bilgisi çoktan beri var olmayan bir dünyaya ilişkindir. Türkiye’de, hele de 1980 öncesi solun deneyiminin gelmeyenler için, daha da az bilinen bir dünya.
Rosa Luxemburg, bugün aslında öyle çok da uzak olmayan bir zamanda yaşamış, gelişmiş bir kapitalist ülkede yaşadığı ve siyaset yaptığı için geriye bıraktığı siyasi-entelektüel mirasla yakın ilişkiler kurabileceğimiz önemli bir figür. Rosa Luxemburg, uluslararası devrimci Marksist siyasetin öncü partisi sayılan Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) önderlerindendi. Kıta Avrupa’sındaki en gelişmiş kapitalist ülkede ve işçi sınıfı hareketinin en gelişmiş partisinde başta Kautsky (Engels’in 1895’teki ölümünden sonra Markszimin yaşayan en önemli teorisyeni olan) olmak üzere uluslararası saygınlıkları olan, söylemeye gerek yok ki çoğu erkek olan, Marksistlerle beraber çalıştı.
SPD ve diğer ülkelerdeki işçi sınıfı partileri olan Sosyal Demokrat partiler 2. Enternasyonal’in üyesiydiler ve toplumun sosyalist dönüşümünü, en azından teorik olarak, kaçınılmaz görüyorlardı. Pek çok dilin aynı anda konuşulduğu, pek çoğunun birbirinin dilini anladığı (özellikle Orta ve Doğu Avrupa’lılar), yayınlarını okuduğu, ulusal ve uluslararası kongre ve konferanslarda bir araya gelen, örgütsel sorumluluklar paylaşan ortak teorik-siyasi-kültürel-ahlaki kavramlar, araçlar ve hatta deneyimlere sahip olmak bakımından olağanüstü zengin bir devrimci topluluk.
Luxemburg, Rusya Polonyası’ndaki orta sınıf bir Yahudi ailenin çocuğuydu. Polonya, Rus, Avusturya-Macaristan ve Alman İmparatorlukları arasında üçe bölünmüştü. Rusya-Polonya’sında Rusça’dan başka dil konuşmak yasaktı. Luxemburg, çok iyi Rusça, evde Yiddiş konuşulduğu için Almanca ve tabii ki bütün yasaklamalara rağmen Lehçe konuşarak büyüdü. Rus İmparatorluğu’ndaki Yahudiler, hem Polonyalı hem de Yahudi oldukları için iki kere baskı altındaydılar. Yahudiler Polonyalıların sahip olduğu minimum sivil haklardan yoksun oldukları gibi devletin teşvik ettiği anti-semitik şiddet yaygındı.
Zürih Üniversitesi’ndeki doktorasını tamamladıktan sonra Berlin’e yerleşen Luxemburg’un ilk büyük polemiği Edward Bernstein ile oldu. Kapitalizmin reformlar yoluyla çalışan sınıfların refahını ve toplumsal istikrarı sağlayabileceğini savunan Bernstein, Sosyal Demokrasi’nin bir nihai hedef olarak iktidarın ele geçirilmesinden vazgeçmesini istiyordu. 'Sosyal Reform ve Devrim'de Luxemburg, Marksizmin kapitalizm analizinden kalkarak, kapitalizmin istikrar sağlamasının ve çalışan sınıfların refahını artırmasının mümkün olmadığını, onun doğasında daha fazla kar etmek ve daha fazla üretmek olduğunu ve periyodik krizlerin kaçınılmaz olduğunu anlattı. Dolayısıyla, işçi sınıfı, sınıf mücadelesi yoluyla burjuvazi karşısındaki konumunu/gücünü daima ilerletmeli ve nihayet üretimi toplumsallaştırmalıydı. Bundan vazgeçmek Sosyal Demokrasi’den vazgeçmekle eş anlamlıydı.
Luxemburg, 1904’te editörünün Kautsky olduğu Neue Zeit’da Menşeviklerin isteği üzerine 'Rus Sosyal Demokrasisinin Örgütsel Sorunları' başlıklı uzun bir yazı kaleme alır. Yazı RSDİP’nin 2. kongresinde ortaya çıkan ayrılığın temel sebebi olarak görülen, Lenin’in önerdiği merkeziyetçilik üzerinedir. Luxemburg, Lenin’in önerdiği gibi bir merkeziyetçiliğin ‘bir yandan’ devrimcileri kendilerini çevreleyen devrimci ortamdan/faaliyetten ‘katı bir biçimde’ kopartacağını, ‘diğer yandan da’ merkezi yetkenin yerel örgütlerdeki ‘her türlü yaşam belirtisine’ müdahale edeceğidir. Halbuki Luxemburg’a göre, “Sosyal demokrat hareket, sınıflı toplumların tarihinde, her yönüyle ve bütün gelişmesiyle kitlenin örgütlenmesine ve bağımsız doğrudan eylemine dayanan ilk harekettir.”
Lenin’in demokratik hakların olmadığı Çarlık Rusyası’nda örgütü korumak saikiyle önerdiği merkeziyetçiliğin Rus işçi sınıfının bağımsız ve kendiliğinden hareketini/insiyatifini yok edeceğinden endişe etmektedir. Aslında eleştirisinin doğrudan konusu olmamakla beraber aklındaki olumsuz örnek, koşulların tamamen farklı olmasına rağmen, SPD’dir. Almanya’da tam tersine açık ve güçlü işçi sınıfı örgütleri -sendikalar ve parti- olmasına rağmen, bir yandan parlamenter mücadeleye verilen önem ve onun yararının önceliklerini gözetme diğer yandan güçlü merkezlerinin tutuculuğu yüzünden kendiliğinden eylemin, yaratıcılığın ve insiyatifin önüne geçilmektedir. Luxemburg’un Lenin’i eleştirdiği bu önemli yazının üzerinden çok geçmeden Rusya’da 1905 Devrimi patlar.
Rosa Luxemburg 1905 Devrimi’ni büyük bir heyecanla karşıladı ve yerinde izlemek, içinde olmak üzere Petersburg’a gitti. SDPKiL’in (Polonya ve Litvanya Krallığı Sosyal Demokrasisi) önder üyelerinden birisi ve SPD’nin Rus İmparatorluğu ve içindeki çeşitli ülkelerin/halkların Sosyal Demokrat partileri üzerine uzmanıydı. Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar adlı broşürde devrim hakkında birinci elden edindiği gözlemleri, çıkardığı sonuçları Lenin ile uzun tartışmalar yaptığı Finlandiya’da 1906 yazında yazar.
Rus işçi sınıfının cesaretini, insiyatifini, fedakarlığını, örgütlenme becerisini büyük bir heyecanla karşılayan Luxemburg’a göre bu tarihsel deneyim küçük grupların planlı komplo eylemleri ile kitle hareketlerinin yaratılabileceğini düşünen anarşistlere, sendikal mücadelenin kitlelerin biricik gerçek eylemi olduğunu savunan sendikalistlere ve kitle eylemlerinin planlanabileceğini, ‘takvimdeki bir sayfaya’ konulabileceğini düşünen sendika bürokrasisine bir cevap olduğu fikrindedir. “Rus Devrimi, sınıf mücadelesi tarihinde ilk defa kitle grevi fikrini muhteşem bir biçimde hayata geçirdi ve genel grev düşüncesini bile olgunlaştırdı ve böylelikle işçi hareketinin gelişmesinde çığır açtı. Dolayısıyla, Rus Devrimi bize bir şey öğrettiyse eğer o da her şeyden önce şudur: Kitle grevi yapay olarak ‘üretilen’, rastgele ‘kararlaştırılan’ ya da ‘propogandası yapılan’ bir şey değildir; o, tarihsel açıdan kaçınılmaz olan toplumsal koşullardan kaynaklanan, verili bir anda ortaya çıkan tarihsel bir fenomendir.”
Kitle grevlerinin kendiliğindenliğini ve bunun işçi sınıfının hem yaratıcılığında hem de kendisi için sınıf olmaktaki tarihsel önemine kuvvetle vurgu yapan Luxemburg, Sosyal Demokrasi’nin rolüne de vurgu yapmayı, madalyonun diğer yüzünü görmeyi ihmal etmez. “Hareketin bir sonraki adımı tamamıyla rastlantısal, hatta önemsizdir; ortaya çıkışı ilkeldir; ancak hareketin başarısında Sosyal Demokrasi’nin yıllardır sürdürdüğü ajitasyonun meyveleri görülmektedir; genel grev boyunca Sosyal Demokrat ajitatörler hareketin başında olmuşlar, onu yönetmişler.” Çok büyük bir coğrafi alanı, çok sayıda işkolunu kapsayan grevlerde sendikal ve siyasi taleplerin iç içe geçtiğine, birbirlerinden keskin sınırlarla ayırt edilemeyeceklerine de işaret eden Luxemburg, kitle grevlerinin Rusya’da iki antagonist sınıfın kafa kafaya gelmesinin tarihsel bir anı olduğunun çok iyi farkındadır.
ROSA LUXEMBURG'UN TEORİK FARKLILIKLARI
Rus Devrimi deneyimi Luxemburg’un SPD yönetimi ile olan teorik farklılıklarını hızlandırmıştır. 1910 yılının başında Kautsky, Luxemburg’un “Sonraki Adım?” başlıklı makalesini Neue Zeit’da yayımlamayı reddeder. Nedeni, Luxemburg’un, artan militarist harcamalar ve emperyalist yayılmacılık karşısında, ‘cumhuriyet’ talebini öne sürmesi ve olası bir genel grevden bahsetmesidir. Kautsky, Luxemburg’un “parti programında olmadığı” halde cumhuriyet talebini öne sürmesi yüzünden makaleyi geri çevirdiğini söyler. Luxemburg ise, “Cumhuriyet ile ilgili kısmı çıkarmayı (elbette istemeyerek ama uysallıkla) kabul ettiğim halde, yoldaş Kautsky sonunda genel grev ile ilgili makalemin tamamını geri gönderdi.”
Devrimci sosyalizmin o yıllara göre çok gerilemiş olduğu bugün bile anlaşılması imkansız olan cumhuriyet talebinin reddi, SPD’nin parlamenter mücadeleyi zora sokmamayı politikasının en önemli kıstası haline getirdiğinin ve 1. Dünya Savaşı başladığında olacakların bir habercisidir. Parlamenter sistemin tepesindeki monarşi, gericilik, baskı ve militarizmi körükleyen, devletin karakterini belirleyen gerici bir kurumdur. Devleti demokratikleştirmek için Sosyal Demokrasi’nin cumhuriyet talebini savunmasını öne süren Luxemburg’a karşı başta Kautsky olmak üzere SPD aristokrasisini karşısına alır. Onlar, monarşi ile burjuvazi arasındaki mutabakat içerisinde parlamenter faaliyetlerini sürdürmek, gemiyi sallamak istememektedirler.
1. Dünya Savaşı’na karşı alınan tutum uluslararası sosyalist harekette sonuçlarını bugün bile yaşadığımız dünya tarihsel bir sarsıcı dönüşüme neden olur. Bilinen haliyle 2. Enternasyonal çöker, partilerin içindeki ayrılıklar keskinleşir, partiler bölünür ve hatta Almanya’daki gibi SPD’nin de içinde olduğu hükümet Spartakistleri imhaya girişir. Rosa Luxemburg’un öldürülmeden önceki en önemli tartışma ve sosyalist yazına katkılarından biri, Ekim Devrimi üzerine 1918’de Lenin ve Troçki ile giriştiği tartışmanın yer aldığı Rus Devrimi yazısıdır.
'BÜTÜN İKTİDAR SOVYETLERE!'
Luxemburg Ekim Devrimi’ni ‘vatan savunması’na karşı çıktığı için atıldığı hapishanede karşılar. Rus Devrimi adlı broşürü Kasım 1918’de serbest kalınca tamamlayabilir. Broşür ölümünden sonra 1922’de yayımlanır. İktidarın, Rusya’nın geriliğinden ötürü, parlamenter demokrasiyi sağlayacak liberal burjuvaziyle bir ittifaka devredilmesini savunanlara karşı çıkan ve devrimi sonuna kadar götürmekte direnen Bolşevikleri destekleyen Luxemburg, sosyalist devrime karşı çıkanları Kautsky’yi takip etmekle ve onun, “kuramsal olarak, sosyalist devrimin ulusal, yani her çağdaş devletin kendi iç sorunu olduğunu söyleyen özgün ‘Marksist’ buluşun[un] yolunu izlemekle” eleştirir. “Ekim Devrimi’nin yazgısının bütünüyle uluslararası olaylara bağımlı”yken, “Alman proletaryasının tarihsel görevlerini yerine getirmedeki olgunluktan ne kadar uzak olduğunu,” söyler. “Bolşeviklerin siyasetlerini tamamen dünya proletaryasının devrimine dayandırmaları, siyasal uzak görüşlülüklerinin, ilkelere bağlı kalmanın ve cesur siyasetlerinin en parlak kanıtıdır.” Ancak, çok ağır dünya koşullarında ortaya çıkan bu devrimde yapılanların “mükemmelliğin doruğu olduğunu ileri sürmek delilik olurdu.” Toprak dağıtımına, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına da karşı çıkmakla beraber, Luxemburg’un Ekim Devrimi’ne yönelik en önemli eleştirisi halk yığınlarının demokratik karar alma mekanizmalarına nasıl katılacakları üzerinedir.
“Bütün iktidar Sovyetlere!” kararını savunan Luxemburg, Alman Sosyal Demokrasisi’ndeki gibi ‘halkın çoğunluğunu kazanmak’ saplantısına kapılmadıkları için Bolşevikleri över ve “Ancak devrimlerin gerçek diyalektiği bu parlamenter köstebek bilgeliğini tersine çevirmektedir: Yol, çoğunluk sağlanıp da devrimci taktiklere değil, devrimci taktiklerden çoğunluğa gider.” Ekim’i takiben Kurucu Meclis’in feshedilmesinin arkasından, ‘‘O zaman geriye, yenilenen, daha ileriye gitmiş olan Rusya’yı temsil edecek bir meclis “toplamaktan başka çare kalmıyordu.”
Ancak, Troçki’nin Kurucu Meclis’in yetersizliğinden kalkarak genel seçimle ortaya çıkacak herhangi bir temsili kurumu, “demokratik kurumların hantal mekanizması”ndan dolayı eleştiriyor ve bunun emekçi kitlelerin devrimci mücadele içinde edindikleri birikimi ve gelişmeyi yakalayamayacağı tesbitini yapıyor. Luxemburg buna şiddetle karşı çıkıyor, “... demokrasinin böylesine yok edilmesi, iyileştirilmeye çalışılan hastalıktan beterdir; çünkü toplumsal kurumların doğuştan gelen bütün yetersizliklerini tek başına düzeltebilecek olan o canlı kaynağı, en geniş halk kitlelerinin etkin, kararlı, enerjik siyasal yaşamını tıkamaktadır.”
Buradan ‘seçme hakkına’ geçen Luxemburg, Sovyet hükümetinin düzenlediği bu hakka nasıl bir önemin verildiğinin açık olmadığını söyleyerek, Lenin ve Troçki’nin ‘demokratik kurumlara’ yaptıkları eleştiriden, genel seçimlerle oluşturulacak ‘halk temsilciliklerini’ ilke olarak reddettikleri ve sadece Sovyetlere dayanmak istedikleri sonucuna varmaktadır, haklı olarak.
Luxemburg oy hakkını şöyle tanımlıyor: “Her oy hakkı, her siyasal hak gibi, ‘adalet’ ya da burjuva demokrasisinin benzer deneyimlerinin bir tür soyut şemaları ile değil, uyarlandığı toplumsal ve ekonomik ilişkiler ile ölçülür.” Bu tanım oldukça muğlak: sosyalist bir demokraside/toplumda oy hakkının ‘uyarlandığı toplumsal ve ekonomik ilişkiler’ nelerdir?
Ben buradan toplumsal eşitliği yani, ortaklaşa karar verilen toplumsal/kollektif hedefler/ sorumluluklar karşısında eşit olmayı anlıyorum, yani her yetişkin bireyin yeteneği, becerisi, bilgisi çerçevesinde çalışması, üretici olması. Bu yaşamı sürdürmek/iyileştirmek için gerekli kullanım değerleri ve hizmet üretmek anlamına gelir. Bu üreticilerin temsili meclisleri bütün kararların verildiği yer olmalıdır ve zaten tanım hemen herkesi kapsayacağını gösterir. Böylece politika, sadece politika yapmak, yani büyük çoğunluk adına kararlar alanların işi olmaktan çıkacağı gibi profesyonel politikacılar katmanının da ortadan kalkmasını sağlayacaktır. Parlamentolar gibi büyük kaynakları yutan, halkın gerçek yaşamıyla doğrudan hiçbir ilişkisi olmayan, ‘hantal’, bürokratik yapıların da ortadan kalkmalarını sağlar.
Sovyet hükümetinin seçme hakkını sadece ‘emeği ile geçinenlere’ tanımış olmasını, Rusya’da çalışmak isteyen herkese emeği karşılığında uygar bir yaşam sağlayabilecek ekonomik koşullar olmadığı için, ‘gerçeklikten kopuk, ütopyacı bir imgelem ürünü olarak’ görür ve anlamsız bulur. Mülk sahibi çeşitli sınıfların Sovyet hükümetini sabote etmek için çeşitli şekillerde direndiklerini ve bunlara karşı çıkmanın doğru olduğunu belirten Luxemburg, geniş kesimleri siyasal olarak toplumun dışına iten, somut bir amacı olmayan, sosyalist demokrasiyi yerleştirmekte hiçbir yararı olmayan ölü doğmuş bir çözümdür. Ne Sovyet hükümetinin denetlenebilmesi olanağı vardır ne de sosyalist demokrasinin vazgeçilmez koşulu olan geniş kitlelerin siyasete katılabilmesi olanağı.
Luxemburg’a göre, iktidardaki devrimci parti, “En enerjik, kararlı biçimde, duraksamadan hemen sosyalist önlemleri uygulamaya başlamak zorundadır ve başlamalıdır, yani bir diktatörlük kurmalıdır; ama sınıf diktatörlüğünü, bir parti ya da kliğin diktatörlüğünü değil. Sınıf diktatörlüğü sınırsız bir demokraside, halk kitlelerinin en etkin, en sınırsız katılımının olduğu bir diktatörlüktür.” (abç) Luxemburg’un anladığı anlamda ‘sınıf diktatörlüğü’ aslında bir diktatörlükten anladığımızın tam tersidir, çünkü diktatörlüğünü ortadan kaldırmanın koşullarını hazırlamak zorundadır.
LUXEMBURG'UN YENİ YOLLARA TEŞVİK EDİCİLİĞİ
Rosa Luxemburg, Ocak 1919’da Berlin’de öldürüldü. Ekim Devrimi’nin daha sonra karşısına çıkan daha büyük sorunları, imkansızlıkları, abluka altına alınmasını görmedi. Ama endişe içinde vurguladığı, sosyalist demokrasinin giderek bir hayalete dönüşmesi ve iktidarın, yola çıktığı idealleri gerçekleştirebilmesinin çok zorlaştığı koşullar ‘güçlü’ adamların ve ‘zor’un ortaya çıktığı zamanlardır. O zamana kadar herhangi bir parlak yanıyla dikkat çekmemiş bir aparatçiğin yalan, dezenformasyon, şiddet, hak ve yetki gaspı yoluyla ‘düşmanlarını’ ortadan kaldırarak yeni bir rejim inşa ettiği zamanlar.
Dipnot Yayınları tarafından yayınlanan kitaplar, Rosa Luxemburg’un sosyalistler için bugün de önem taşıyan siyasal sorunlar konusundaki yazılarını içermektedir. Bugün de düşündürücü ve tartıştırıcı, yeni yollar aramaya teşvik edici...