Rusya basınında geçen hafta: 'Ya küreselleşmeye dönüş ya da bağımsız bir strateji'
Avrupa Araştırmaları Merkezi araştırmacısı V. Olelçenko, Ukrayna’ya aday üyelik statüsü tanınmasının Türkiye’ye hakaret olacağını söylüyor.
Hazal Yalın
DUVAR - Basın özetinde bu hafta Rusya Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Uluslararası İlişkiler Üniversitesi Askeri-Stratejik Araştırmalar Merkezi Müdürü Aleksey Podberezkin’in aynı merkez tarafından yayınlanan makalesinin hiç değilse giriş bölümünü geniş şekilde çeviriyorum. Podberezkin’in çatışma dinamiklerine dair önemli tahminlerine ileride ayrıca değinmek gerekecek.
Svobodnaya Pressa’ya konuşan Avrupa Araştırmaları Merkezi araştırmacısı V. Olençenko, AB’nin önemli organlarının başındaki von der Leyen, Borrell gibi isimleri Amerikan lobisi olarak değerlendiriyor. Olelçenko, Ukrayna’ya aday üyelik statüsü tanınmasının Türkiye’ye hakaret olacağını da söylüyor.
Sol-Yurtsever Güçler’e yakın Zavtra, Rusya’da kapitalizmin yolu meselesine dönüyor ve “devlet kapitalizmi mi yoksa liberal kapitalizm mi” tartışmasının bugün çok daha önemli olduğunu vurguluyor.
Rusya’nın en önde gelen Türkologlarından V. Avatkov ise Türkiye’nin Rusya karşıtı yaptırımlara katılmama kararından başka Güney Kafkasya’daki durumu da değerlendiriyor.
'YA KÜRESELLEŞMEYE DÖNÜŞ YA DA TAM BAĞIMSIZ BİR STRATEJİ'
Rusya’nın Ukrayna’da özel askeri operasyonu başladığından beri hem dünyada hem de Rusya siyasetinde askeri-siyasi durumda köklü, hatta radikal değişiklikler meydana geldi. Bunlardan biri, dünyada askeri-siyasi durumun geleceği ve bu askeri-siyasi durumda Rusya’nın küreselleşmeye ve Batı’ya “veda etmesi” bağlamında gelecekteki sureti; ikincisi de artan siyasi ve iktisadi otarşi eğilimi. St. Petersburg Ekonomi Forumu’nda da yaklaşımlardaki bu farklılık bilhassa güçlendi; bunun nedenleri arasında Almanya, Fransa, İtalya ve Romanya liderlerinin Kiev ziyareti de vardı. Bu ülkeler Nazi rejimini resmi olarak destekliyor, ancak (Almanya’da kimilerinin ve nedense Rusya’da çoklarının düşüncesine göre) Kiev’i gayri resmi olarak uzlaşmaya itmeye çalışıyorlar.
Lavrov ilk yaklaşımı, “ABD’ye sadece Avrupa’da değil Asya-Pasifik bölgesinde de (AUKUS, QUAD oluşturuluyor) ebediyen liderlik temin etmek, Çin’i kontrol altında tutmak ve Rusya’yı tecrit etmek isteyen Batı yönelimi” olarak nitelemişti.
Belli ki “Rusya’nın Batı’yla vedalaşması” aynı zamanda, Şanghay İşbirliği Örgütü temelinde yeni güç merkezlerinin oluşması eğiliminin güçlenmesi anlamına gelir. Bu örgütün üyeleri (Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya) Batı’dan uzaklaşarak daha bağımsız bir dış siyaset yürütmeye başladılar.
Diğer bir ifadeyle, Batı ve onun askeri-siyasi koalisyonu 2022’de dünyadaki en kuvvetli güç merkezi oldu, ama biricik de değil; finans ve ekonomideki hâkimiyeti ise doğal kaynaklara bağımlılığı dolayısıyla o kadar da büyük değil.
Rusya’da elitin gelecek tahayyülü, “küreselleşmeye dönüş” olabilir, veya Rusya’nın Batı’ya bütün pencerelerini kapatmadan bağımsız bir stratejisi gütmesinin zaruretini ve yeni askeri-siyasi durumun ortaya çıktığını kabul etmek olabilir.
Eğer “küreselleşmeye dönülecekse”, Rusya’nın 2022 başına kadar yürüdüğü yol kaçınılmazdır: hammadde ekonomisi, yurtdışına döviz akışı, Batı değerler (öncelikle de emtia) sistemine entegrasyon, milli menfaat ve kurumların göz ardı edilmesi. Benim görüşüme göre özel operasyonun başlamasından sonra böyle bir geri dönüş mümkün olmaktan çıkmıştır. Üstelik öncelikle iç siyasi nedenlerle.
İkinci strateji seçeneği, yönetici elitteki liberallerin ve kompradorların atalet kuvvetini ve direnişini aşmaktaki güçlüklere rağmen doğru olan yoldur. Bu yol, ulusal beşeri sermayenin ve ulusal kurumların gelişmesini temel alır. Bu yoldaki en önemli rolü devlet ve toplumdaki siloviki organları, bu bağlamda askeri ve kolluk, entelektüel, bilhassa da silahlı kuvvetler ve askeri-sınai kompleks oynar.
Dolayısıyla, silahlı kuvvetler ve askeri-sınai kompleksin geleceği, bunların planlamasının ve bütün bu alanın geleceği seçilen stratejiye bağlıdır.
Putin’in askeri operasyon kararı benim görüşüme göre biraz da geç kalınmış bir karardı; zira büyük olasılıkla Rusya askeri-teknolojik olarak da siyasi olarak da hazır değildi. (A. Podberezkin / Rusya Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Askeri Siyasi Araştırmalar Merkezi, 17 Haziran)
'UKRAYNA'YA ADAY ÜYELİK TÜRKİYE'YE HAKARET OLUR'
Politico’nun 13 Haziran’da yapılan Avrupa komiserleri arasındaki görüşmeleri bilen kaynaklarına dayanarak yazdığına göre Avrupa Komisyonu Ukrayna’ya AB aday üyeliği vermeyi önerecek. Gazetenin yazdığına göre en azından üç ülke şimdilik buna karşı.
Bu, Tiflis’te hoşnutsuzluk doğurdu. Gürcistan Başbakanı İ. Garibaşvili, ülkesinin “otuz yıllık demokrasi mücadelesiyle” ve hükümetin son dokuz yıldır yürüttüğü reformlarla üyeliği hak ettiğini düşünüyor. Başbakana göre Gürcistan, Ukrayna ve Moldova’nın on kat ilerisinde ve hak ettiği statüyü istiyor.
Tiflis’in tepkisi Kiev’in hoşuna gitmedi; Zelenskiy’in başkanlık ofisi danışmanı M. Podolyak, Tiflis’in Rusya karşıtı yaptırımlara katılmayı reddetmesini kınadı.
Rusya Bilimler Akademisi’ne bağlı Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Avrupa Araştırmaları Merkezi kıdemli üyelerinden V. Olençenko, Ukrayna’nın üyeliği meselesinin AB üyelerini böldüğünü düşünüyor: “Almanya, Fransa, İtalya gibi önde gelen ülkeler, AB’nin iktisadi temelini meydana getiriyorlar. Avrupa Komisyonu’nun bugünkü yönetimi altında AB, saldırgan ve tek taraflı bir siyasetin borazanı haline gelmiş durumda.”
Olelçenko şöyle diyor:
“Avrupa’da U. von der Leyen’in de, J. Borrell’in de Amerikan yanlısı bir tutum takındıkları görüşü çok yaygın; hatta kimileri bunları AB’deki Amerikan yanlısı lobi olarak adlandırıyor. Ukrayna’nın adaylığa kabulünün ne iktisadi ne siyasi bir temeli var; ama bu, mevcut Amerikan yönetimini çok heyecanlandırıyor. Aslında AB’deki Amerikan siyasetinin sürdürücüleri haline gelen ve onu bölen Baltık ülkelerine ve Polonya’ya da bu şekilde üyelik vermişlerdi.
“Hatırlayacak olursak, Zelenskiy’e üyelik başvurusunda bulunmasını von der Leyen kendisi önermişti. Ama bunu Gürcistan ve Moldova’ya önermedi. Ancak Avrupa Komisyonu’nun Ukrayna’ya aday üyelik statüsü verilmesini önermesi AB’nin karşılaştığı en büyük problem olmayacak. En büyük problem, 10 yıldan fazladır aday üyelik statüsünün verilmesini bekleyen Türkiye olacak. Bu elbette Türkiye’ye bir hakaret olacak; zira iktisadi gelişmişliğiyle, dünyadaki siyasi statüsüyle ve AB için önemiyle Türkiye bugünkü Ukrayna yönetiminden çok daha yüksekte, akıllı ve güçlü. Türkiye bunu uysalca kabullenmeyecektir. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girme niyetine batı ülkeleri nezdinde nasıl sert ve beklenmedik bir tepki gösterdiğine bakmak yeterli.” (İ. Guseva / Svobodnaya Pressa, 17 Haziran)
'DEVLET KAPİTALİZMİ Mİ, LİBERAL KAPİTALİZM Mİ?'
Kolektif Batı, Rusya ve Belarus’a karşı iktisadi savaşı açıktan yürütmeye başladığından beri üç aydan çok zaman geçti. Bu sürede Rusya’da GKO [1941’de Alman saldırısıyla birlikte örgütlenen en yüksek devlet organı olan Devlet Savunma Komitesi - H.Y.] benzeri bir şey çıkmadı.
Bu seviyede bir kararı alabilecek herkesi, hükümeti suçlayabiliriz. Ama bana öyle geliyor ki biz toplum olarak kendimiz de, hükümetten karşı taarruza hazırlanmaya başlamasını talep etmiyoruz.
1991 felaketinden sonra Rusya kendisini geçiş ekonomisi ülkesi olarak tanımladı, yani gelişmekte olan ülkeler kategorisine düştü. 1991’den sonra devlet bütçesinin başlıca kalemini enerji kaynaklarının ihracı teşkil etmeye başladı; tıpkı OPEC ülkelerinde olduğu gibi. Ama o ülkelerin istisnasız hepsinde de fosil yakıt sektörleriyle ilişkili her şey devlet tarafından en amansız şekilde kontrol edilir. Saudi Aramco devlet şirketidir, Cezayir’de Sonatrach devlet şirketidir, İran Milli Petrol Şirketi, adından belli. Dünyada hiç kimse de liberalizmin veya diğer saçmalıkların yokluğundan ötürü kızmaz.
Rusya ise bir kadavra olmaya karar verdi: Rosneft kâh devlet kontrolünde kâh değil; Gazprom Neft ayrı faaliyet sürdürüyor, ayrıca Lukoil, Surgutneftegaz, Tatneft, İrkutsk Petrol Şirketi, Nezavisimaya Neftegazovaya Kompaniya ve daha elli tane benzerleri var. 2004’te YUKOS davasından sonra petrol sektörünün devletleştirilmesi sonuna kadar götürülebilirdi, ama ne olduğuna bakın.
Bununla birlikte Rusya’da tamamen zıt örnekler de var. Rosatom’un ve askeri-sınai kompleksimizin yeni füze, tank, nükleer santral projeleri için kendi dışına başvuracak olmalarını aklımız almıyor.
1991’den beri, Rusya’da ne tür bir kapitalizm olacağı tartışmaları devam ediyor: Devlet kapitalizmi mi, liberal kapitalizm mi? Hükümetin mali-iktisadi bloku denilen sevimli insanlar liberal kapitalizmin ideologlarıyla et ve tırnak gibiler. (B. Martsinkeviç / Zavtra, 14 Haziran)
'SENİ BESLEYEN ELİ ISIRMAYACAKSIN'
Rusya’nın en önde gelen Türkologlarından Vladimir Avatkov, yerli uzmanlarla ve Rusyalı diplomatlarla görüşmeler yaptığı Ermenistan ziyareti sırasında şöyle yazdı:
“Türkler, eğer kaynağınız yoksa kaynağı olan kimseleri bulmanız ve onların bu kaynakları sizinle kibarca paylaşmalarını sağlamanız gerektiğini biliyorlar. Burada temkinlilik göstermek ve Batı’nın hatalarından da kaçınmak gerek: seni besleyen eli ısırmayacaksın. Ankara’nın Rusya karşıtı yaptırımları neden desteklemediği sorusunun cevabı bu. Öyle yapsa S-400’lere, inşaatı devam eden Akkuyu Nükleer Santrali’ne ne olacak? Turizm ne hale gelecek, kaynaklar nereden bulunacak?”
Avatkov, Erivan’daki bir dizi görüşmesinden sonra gazetecilerle yaptığı mülakatta, Güney Kafkasya’da hiçbir yabancı aktörün Rusya kadar barış istemediğini de söyledi:
“Bu açıdan, bütün tarafların çatışma ortamından yorgun düştükleri gözleniyor. Bunun üstesinden bir yolunu bulup gelme arzusu var; Rusya buna her zaman katkıda bulundu ve bundan sonra da barış ve güvenliğe katkıda bulunacak. Buna, altyapı projeleriyle, görüşmelerle, sınır tespitiyle erişilebilir. Bu sonuncu süreç hâlihazırda başlamış bulunuyor ve dağıtmak isteyen çok kimse olmasına rağmen durdurmak epeyce güç.” (EDaily, 16 Haziran)