Rüya güveleri

Peki ya Kate Stables’ın bal rengi folk şarkılarına ne demeli? Biliyorum, hiçbir zaman dünyayı kurtaramazlar ama yine de kendi küçük dünyamızın kahramanları olmamıza yardım edebilirler belki.

Google Haberlere Abone ol

"Bir çeşit beyaz güve var," diyor şair Mary Oliver, çok sevdiğim Güveler şiirinde. "Bilmiyorum, ne çeşit. Parıldıyor mayıs ortasında, tam da pembe terlik orkideleri çiçek açarken ormanda."

Sonra dünyanın belki de hiçbir zaman kurtarılamayacağının farkına vararak, acıdan söz ediyor kaçınılmaz bir biçimde: "Durduğumda, dayanılmaz oluyordu acı." Böyle zamanlarda, kurtarabileceğim tek şeyin kendi küçük dünyam olduğunun farkına varıyor ve kendimi küçücük hissediyorum ben de.

Düşünüyorum da, tıpkı Mary Oliver gibi, tam da bu yüzden hiç durmuyorum belki de. Durup dinlendiğimde düşmeye başlıyorum. Kendimi bütün dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan Atlas gibi hissediyorum. Haberleri okumak giderek daha fazla acı verdiği için kaçmak, başka diyarlara gitmek istiyorum.

Bu şiir benim için bir sığınak oldu zaman içinde. Onu Türkçeye çevirebilmek için uzun saatler harcadım. Ormanda süzülen beyaz güvelerden söz ettiği kısma geldiğimde ise gözlerim yaşlarla doldu her seferinde.

"Gölgelere girip çıkarak," diye not aldım defterime, "ne kadar yaşayabiliyorlar acaba?" Okuduğum her kötü haberle birlikte, ben de gölgelere girip çıktığımı hissediyorum şimdilerde. Bu şiirin beni neden bu kadar etkilediğini ise bir türlü anlayamıyorum. Ya da neden onu çevirmek zorunda hissettiğimi… Belki de sadece onu sizinle paylaşmak içindi.

Ya da belki de onlardan birini gördüğüm içindi. Yıllar önce, sonbaharın en güzel günlerinden birinde, bir This Is The Kit albümü açıp kanepeye kıvrıldığımda görmüştüm onu. Pencereye konmuş, kanatlarını açıp kapamış ve bana ilgiyle bakmıştı. Benim için sihirli ve mutlu bir andı. Ya da belki de sadece bir rüyaydı.

Neden rüya olmasın? Ne de olsa defalarca deneyimlediğim bir şey bu. This Is The Kit dinlerken uyuyakaldığımda böyle tuhaf rüyalar görüyorum hep. Kate Stables’ın güve kanatları kadar yumuşak vokali beni buralardan alıp uzaklara götürüyor.

YEŞİL KANATLI, BÜYÜLÜ, KOCAMAN LUNA GÜVELERİ...

Ben de bir güveye dönüşüyorum böyle zamanlarda, başka dünyalara uçuyorum. Stables’ı dinlemek bana çok kırılgan ama bir o kadar da güç veren bir deneyim gibi geliyor. Özellikle de Bashed Out albümünü ve nefis kapağını çok seviyorum.

Stables’ın kendisi ise bana beyaz güveleri değil, Amerikan ay güvelerini hatırlatıyor. Hani ay ışığını yanında taşıdığı ve karanlık patikalara serperek insanların yolunu aydınlattığı söylenen o yeşil kanatlı, büyülü, kocaman luna güvelerini… Çünkü onu dinlemek, bana gökyüzünün ışığını taşıyor.

Luna güvelerini düşünmek bile beni iyi hissettiriyor çünkü onların dönüşümün sembolü olduğunu iyi biliyorum. Hem toplumsal hem de bireysel bir dönüşümün mümkün olduğuna inanmaya başlıyorum yeniden. Bunca kötülüğe karşın anlamlı ve güzel bir yaşam sürmenin mümkün olabildiğine.

Onları düşündüğümde, yeni başlangıçların ve yaşam döngülerinin büyüleyiciliği aklıma geliyor. Sadece bir hafta yaşıyorlar, tek amaçlarının üremek olduğu söyleniyor, hatta hiç yemek yemedikleri için ağızları bile yok. Ama bana öyle geliyor ki, yemek yememeleri beslenmedikleri anlamına gelmiyor.

Bence luna güveleri, ay ışığından ve folk şarkılarından besleniyor. Tıpkı bazen benim yaptığım gibi. Onları düşünürken bir karar alıyorum: Kendi kendime, günün birinde içlerinden bir tanesi yeniden rüyama girecek olursa, karanlıkta bana kılavuzluk etsin diye onu yanıma alacağımı ve hep cebimde taşıyacağımı söylüyorum.

Güneşli bir sonbahar akşamüstü, yine bir This Is The Kit albümüyle kanepeye gömülüyorum şimdi. Bu kez çok yakın zamanda yayımladıkları Live at The Minack Theatre isimli konser kaydını dinliyorum.

Bu benim için ilk dinleyişte aşk oluyor. Dünyada olup biten her şeye duyarlı, ayakları yere basan, bir o kadar da hayalperest bir müzik bu. Orada olmak, şarkılara eşlik eden topluluğun bir parçası olmak istiyorum. Derken kendimi tamamen müziğe bırakıyorum ve onun beni alıp uzak kuzey ormanlarına götürmesine izin veriyorum.

"Bazen," diye bitiyor Mary Oliver’ın 'Güveler' şiiri, "geceleri kayarak terlik orkidelerinin yapraklarından içeri, şafak sökene dek hareketsiz yatıyorlar orada… O bal dolu karanlık odalarda."

Peki ya Kate Stables’ın bal rengi folk şarkılarına ne demeli? Biliyorum, hiçbir zaman dünyayı kurtaramazlar ama yine de kendi küçük dünyamızın kahramanları olmamıza yardım edebilirler belki.