Saad-Filho: Faşizmin yeni biçimleri günümüzün en büyük siyasi meydan okuması
Demokrasi ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi yorumlayan Prof. Dr. Alfredo Saad-Filho, "İçinde bulunduğumuz bu durumun tehlikeli bir yanı var: Faşizmin yeni biçimlerine alan açmak. Çünkü faşizm de halkı temsil ettiğini iddia ediyor. Bu çerçevede zaman içinde karşımıza çıkan en büyük düşmanın bu olduğunu söylemek gerekiyor. Bence zamanımızın en büyük siyasi meydan okuması bu" diyor.
Türkiye yaklaşık 10 gün önce gerçekleşen seçimleri ve çıkan sonuçları konuşuyor. Muhalefetin gücünü artırdığı seçimde ekonomi, seçimin temel belirleyicilerinden oldu. Sadece Türkiye’de değil, dünyada adeta bir süper seçim yılı yaşanıyor. ABD’den Rusya’ya halklar sandık başında. Küresel ekonomi, rejimlerin krizi neredeyse her ülkenin gündeminde. Dünya nereye gidiyor? Sıkışan ekonomi şapkadan faşizm mi çıkaracak? Demokrasi çağı son mu bulacak, kapitalizm demokrasisiz yapabilir mi? Bu soruları King College’da ekonomi profesörü olan küresel ekonomiye dönük yazı ve kitaplarıyla bilinen Prof. Dr. Alfredo Saad Filho’ya sorduk.
Oxam Raporu, dünyadaki en zengin beş kişinin 2020'den bu yana servetlerini ikiye katlayarak 405 milyar dolardan 869 milyar dolara çıkardığını gösteriyor. Öte yandan yaklaşık beş milyar insan her gün biraz daha yoksullaşıyor. Bu devasa gelir uçurumu ve servetin giderek daha küçük bir grupta yoğunlaşması bize içinde yaşadığımız dünya ve kapitalist sistem hakkında ne söylüyor?
Bu süreçte pandeminin getirdiği değişim konusu sıklıkla vurgulanıyor, ancak pandemi aslında küresel kapitalizmin işleyişine dönük ciddi bir değişim yaratmadı. Pandeminin yaptığı şey daha önce zaten var olan eğilimleri belirginleştirmek ve daha önce var olan gerçekleri daha da kötüleştirmek oldu. Örneğin özellikle de Batı'daki gelişmiş ülkelerde, ekonomi büyümüyordu ve şimdi bir krizin içine düştüler. Hatta konvansiyonel olarak eskisinden daha yavaş büyüyorlar, siyasi sistemler çıkmaza girdi. Bununla beraber demokrasinin düşüşü daha belirgin bir hale geldi.
Hanelerin sosyal yeniden üretiminde krizi var. Yani pandemi, neoliberal kapitalizmin tüm bu olumsuz yönlerini daha da kötüleştirdi ve aynı zamanda gelir ve servet dağılımını da kötüleştirdi. Ancak yineleyeyim, yeni bir şey yapmadı. Çünkü liberalizm zaten gelirin yoğunlaşması için bunun temelini atmıştı. Dünyadaki çoğu bölgede yaşamlara bakarsanız, gelir dağılımı son dört yılda daha da kötüleşti, bazen şiddetlendi. Bunun istisnası Pembe Dalga nedeniyle Latin Amerika olabilir.
'REFAH DEVLETİ VE SOLUN GERİLEMESİ ADİL BÖLÜŞÜMÜN ARAÇLARINI PARÇALADI'
Servet yoğunlaşmasıyla belirli gruplar -ki sayı gittikçe azalıyor- başat ekonomik pozisyonlar kazandı. Bunun siyasal karşılığı da var mı?
Tabii. Artan gelir ve servet yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan siyasi güç, zaten kolektif örgütlenmenin yok edilmesi, siyasi partilerin, sendikaların, topluluk derneklerinin vb. etkisizleştirilmesine dayanıyor.
Solun gerilemesi, daha eşit bir toplumsal bölüşüm ile orantılı vergilendirme talebinin tersine çevrilmesine neden oldu. Dahası refah devletinin var olduğu ülkelerde gerilemesi, daha adil bir bölüşüm için gerekli olan araçların parçalanması anlamına geldi. Eşitsizlik de perçinlenerek sürüyor. Örneğin finansallaşma yoğunlaşıyor. Tanımı gereği finansal varlıklara sahip olanlar, ki bunlar kolay kolay değişmezler, tartışmasız bir şekilde zenginlerdir ve kayrılmaktadırlar.
'GÜNÜMÜZDE EŞİTSİZLİKTEN KAZANÇ SAĞLAYAN, ONDAN BESLENEN BİR EKONOMİK YAPI VAR'
Gelir dağılımına sermaye kazanımları öncesi ve sonrasında baktığımızda, sermaye kazançlarıyla bunun zaman içinde kötüleştiğini görüyoruz. Eşitsizlikle ilgili sorduğunuz soruda, argümanı destekleyen bir dizi faktör var ve bunlar neoliberalizm kadar geriye götürülebilir. Bugün eşitsizlikten beslenen, ondan kazanç sağlayan, bir ekonomik yapı var. Örneğin pandemide zaten zengin olan bir avuç şirketin maliye politikası yoluyla desteklendiğini gördük.
'ÇÖZÜM KAMU POLİTİKALARINI ŞEKİLLENDİRECEK GÜÇLÜ TOPLUMSAL TALEPLER VE EYLEMLER'
Peki bunun içinden nasıl çıkacağız, bir çözüm var mı?
Benim bakış açıma göre buna kamu politikası dışında bir çözüm yok. Kamu politikaları, güçlü toplumsal taleplerle, kolektif eylemle yönlendirilmeli. Eğer bu olmazsa devletler bu konuda bir şey yapmaz, çünkü devletlerin kurumsallaşması neoliberalizmle ilişkilendirildi. Ancak, aklınıza gelebilecek hemen her durumda, devletler de kamuoyuna karşı duyarlıdır, özellikle kamuoyunu örgütlemek ve kamuoyunun güçlü yanları temelinde hareketleri organize etmek, daha eşit dağılım için baskı yapmak gerekiyor. Elbette bu çok zor, çünkü neredeyse her ülkede baskıcı yasalar var, bu da harekete geçmeyi zorlaştırıyor. Ancak bunları iyileştirmek için görebildiğim tek seçenek bu.
'ENFLASYONLA MÜCADELE İÇİN FAİZ ARTIŞINA GİTMEK YOKSULLARIN AZALAN REFAHI İÇİN DEĞİL, ZENGİNLERİ KORUMAK İÇİN YAPILIYOR'
Pandemiden sonra tüm dünyada ekonomik kriz görülmeye başlandı. Merkez bankaları çözümü faiz artışında arıyor. Buysa ekonomik gerileme, işsizlik demek... Bu adımların insanların daha iyi bir hayat yaşamasına yardımcı olabileceğine inanıyor musunuz?
Geleneksel literatürde ve siyasi tartışmalarda enflasyonun özellikle yoksullar için kötü olduğu, çünkü yoksulların, varlıklarının daha büyük bir bölümünü nakit olarak tuttuğu argümanı var. Dolayısıyla nakit para değer kaybettiğinde cezalandırılmış olursunuz sonucu çıkıyor. Aslında bu doğru değil. Yüksek enflasyondan en çok zarar görecek olanlar finansörler ve daha fazla finansal varlığa sahip olanlar. Buna bağlı olarak bu grup, enflasyon oranını kontrol edebilecek herhangi bir güçlü önlemden yana oluyor. Merkez bankası ve ekonomistler, faiz oranlarının etkisini bildikleri için enflasyona her ne sebeple olursa olsun, pandemi sırasında olduğu gibi, arz şokundan kaynaklansa bile, düşürmek için faiz kartına sarılıyor. Bu yöntem etkili olur mu derseniz, olur ancak beraberinde çok yüksek bir maliyet getirir.
Mevcut yüksek enflasyon dönemi gibi arz şoklarının yaşandığı durumlarda bu, enflasyon sorununa yönelik tamamen savurgan bir yaklaşımdır. Arz sorununu, yükselen enflasyonun talep tarafıyla ilgili olarak ele almalısınız. Üstelik tüm bunlar yoksulları reel gelirlerindeki düşüş nedeniyle refahlarının azalmasının önüne geçmek için değil, bir kez daha zenginleri korumak için yapılıyor.
Bu koşullar altında en çok yoksullaşan, ezilen sınıfların popülist liderlere yöneldiğini görüyoruz. Günümüz dünyasında popülizmi nasıl tanımlayabiliriz? Alt sınıfların popülist liderlere yönelmesini nasıl açıklayabiliriz?
Bu, neoliberalizmin bir önceki döneminde solun, solun siyasal temsil örgütlerinin, sendikaların, siyasi partilerin vs. yok edilmesiyle ortaya çıkan bir temsiliyet kaybının sonucu. Mevcut ekonomik koşullar altında en çok acı çeken yoksul insanlar, örgütlenme ve kolektif çıkarlarını savunma kapasitelerini kaybetti. Buna verdikleri yanıtsa, memnuniyetsizliklerini, kendilerinin çözemediği sorunlarını çözeceğine inandıkları birine yönelmek. Bu da büyük popülist, otoriter, gösterişli liderlerle belirginleşti. Bu liderler kitleleri peşinden sürükleyebilecek güçteler. Bunlar siyasi sistemin dışından geliyormuş gibi yapan ve orada olmadıklarını iddia eden siyasi sistemle yüzleşeceğini söyleyenlerden oluşuyor. Donald Trump, bir tür stereotip olarak bizim zihnimizde beliriyor. Geleneksel siyasi parti yapılarının dışından geliyorlar ve bunu çözeceklerini söylüyorlar. Şimdi bu tür liderlerin siyasi sistemin içinden geldiği, büyük parti örgütlerine sahip olduğu vb. durumlar da var.
'POPÜLİST LİDERLER TABANLARINI BİR DÜŞMANLAR SİLSİLESİNE KARŞI SEFERBER EDERLER'
Seçilmeyi başardıklarında da yoksulluğu artıran, toplumdaki en kırılgan kesimlerin durumunu daha da kötüleştiren politikalar benimsiyorlar. Bu politikaların etkisini gizlemenin yolu da bölünme siyasetinden geçiyor. Performans siyaseti, yaratma siyaseti, siyasi tabanınızı seferber edebileceğiniz düşmanlar silsilesiyle geliyor. Evet, bu düşmanlar iç düşmanlar olabileceği gibi dış düşmanlar da olabilir. Örneğin Türkiye, ABD ve Avrupa’da mültecilerin hedef alınması. Bu bölgelerde en popüler olan düşman mülteciler. Bunun yanında toplumdaki azınlıkları da kullanabilirsiniz, eşcinselleri ya da transseksüelleri… Bu düşman tanımlanıyor ve sonra taban onlardan nefret etmek ve reddetmek için harekete geçiyor.
Bu liderler, konut, sağlık, eğitim, toplu taşıma, insanların daha iyi bir yaşam sürmeleri için ihtiyaç duyduklarını onlara geri veremiyor, imkanı yaratmıyorlar. Adeta bir başarısızlık politikası uyguluyorlar. Benim bakış açıma göre, bunun etkili olabileceği sınırlı bir süre var. Ancak bu koşullarda geliştirmemiz gereken şey, insanları doğrudan birleştiren ve temel ihtiyaçlarına cevap veren ilerici alternatiflerdir.
'DEMOKRASİ YOKSA KAPİTALİZM İŞLEMEZ İDDİASINI ÇÜRÜTEN SAYISIZ ÖRNEK VAR'
Burada aslında temel tartışmalardan birinin kapısına vardık; demokrasi ve kapitalizm ilişkisi. Bazı yazarlar bir ülkenin demokrasiyle ilgili sorunları varsa veya daha otoriter hale gelirse, yabancı yatırım eksikliği ve hukukun üstünlüğündeki sorunlar nedeniyle ekonominin krize gireceğini iddia ediyor. Ancak Çin, Türkiye, Rusya ve diğer bazı ülkeler bu argümanın istisnalarına örnek sunuyor. Kapitalizm ve demokrasi arasındaki ilişkiler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Demokrasi ile kapitalizm arasındaki ilişki değişiyor. Ancak değişmeyen şey kapitalizm ile ekonomik refah, yolsuzluk, kapitalist refah ve siyasi baskı arasındaki ilişki. Kapitalizm siyasi baskıyla, yolsuzlukla gayet iyi ilişkilere sahip. Demokrasi yoksa kapitalizm işlemez mantığının tersine sayısız örnek var. Bunu otoriter ve terörist rejimlerin sistemle ilişkisinde görüyoruz. Dolayısıyla kapitalizm ile demokrasi arasında doğrudan bir ilişki varsa da bu söylendiği gibi değil. Ama yatırım ve ekonomik refahla demokrasinin ilişkisinin olmadığı çok örnek var.
Bununla beraber kapitalizm ile demokrasinin ilişkisi şu şekilde var; ilk olarak kapitalizm insanların eşit katılımla demokrasiye geçtiği sistemi mümkün kıldı. Bu feodalizm ve kalkınma rejimlerinde olamazdı. Bu eşit katılımlı siyasi alan, toplumun tamamının hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu araçları birkaç kişi kontrol ettiğinde, ekonominin kendi içindeki eşitsizlikle sınırlanıyor. Dolayısıyla bu gerilim, eşitsizlik üzerine kurulu herhangi bir siyasi sistem için zorluk yaratıyor. Öte yandan neoliberalizm ile beraber, neredeyse her yerde demokrasi bir yönetim biçimi haline geldi. Örneğin 1990’lardan bu yana pek çok ülkede öyle ya da böyle bir şekilde seçimler oluyor.
'OTORİTER LİDERLER NEOLİBERALİZMİN İŞLEYİŞİNİ VE KENDİ GÜÇLERİNİ KORUMAYA ÇALIŞIR'
Siyasi örgütlenme imkanınız var ancak bunlar neoliberalizmin uzun süreli ekonomik krizi nedeniyle zarar görüyor. Bu da doğal olarak siyasi gerilimler ve nüfusun çoğunluğunun temsilinde zorluklar yaratıyor. Buna bağlı olarak otoriter liderlerin yükselişini görüyoruz. Bu liderler iki temel projeyle bağlantılı. İlk olarak kapitalizmin güncel formu olarak neoliberalizmi, kapitalizmin temelini korumak ve işlemesini sağlamak. İkincisiyse kendi kişisel iktidarını korumak ve sürdürmek. İşte bu iki zorunlulukla hareket ediyorlar ve bunu toplumun, çoğunluğun refahı pahasına yapıyorlar.
'GÜNÜMÜZÜN EN BÜYÜK DÜŞMANI YENİ BİÇİMLER ALAN FAŞİZM'
Öte yandan içinde bulunduğumuz bu durumun tehlikeli bir yanı var: Faşizmin yeni biçimlerine alan açmak. Çünkü faşizm de halkı, yerli nüfusu, sisteme ait olan insanları, bu bahsettiğimiz liderlerden daha saldırgan bir şekilde, temsil ettiğini iddia ediyor. Bu çerçevede zaman içinde karşımıza çıkan en büyük düşmanın bu olduğunu söylemek gerekiyor. Demokrasi potansiyelinin varlığını sürdürmesi için bununla yüzleşmemiz gerekiyor. Bence zamanımızın en büyük siyasi meydan okuması bu.
'HALK SÜRDÜRÜLEMEZ HALE GELEN EKONOMİ POLİTİKASINA KARŞI SEÇİMLE MESAJ VERDİ'
Bildiğiniz gibi yaklaşık 10 gün önce Türkiye'de yerel seçimler yapıldı ve beklenmedik bir şekilde ana muhalefet partisi daha fazla belediye aldı. Elbette yerel seçimler genel seçimlerden farklıdır, ancak bu seçim ile yaklaşık 11 ay önce gerçekleşen seçim arasındaki farkı bazı analistler ekonomik reçeteye bağlıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Seçimleri yorumlamak pek çok ülke için zor bugünlerde. Ancak şöyle açıklayabilirim, küresel ekonominin Batı ayağında ciddi bir durgunluk var. Benzer bir durum Çin için de söylenebilir, büyüme oranlarının düştüğünü görüyoruz. Dolayısıyla dışarıda ekonominizi büyütmenizi sağlayacak lehte koşul yok, bunu içerideki kaynaklarınızla yapmanız gerekiyor. Ancak Türkiye açısında hükümetin talep kaynaklarının çoğunu tükettiği açık. Sanıyorum bu son seçimle, zaman içinde sürdürülemez hale gelen ve çok yüksek enflasyon oranlarına yol açan ekonomi politikalarına tepki nihayet ortaya çıktı. Yine ilk defa iktidar partisine buradan bir mesaj verildi.
Verilen bu mesaj, alternatiflerin önemli olduğu, alternatiflerin gerekli olduğu ve belki de kaçınılmaz olarak bir tür demokratik cephe aracılığıyla demokratik muhalefetin büyümesi gerektiği inancına yol açabilir. Anayasaya, demokratik ilkelere uyan bunu önemseyen bir ülke, nüfusun örgütlenmesi için daha uygun bir zemin yaratır.
Alfredo Saad Filho Kimdir?
Brezilyalı Marksist ekonomist Saad-Filho, King College’da Uluslararası Kalkınma Bölümü'nde Politik Ekonomi ve Uluslararası Kalkınma Profesörüdür. Daha önce SOAS Londra Üniversitesi'nde Politik Ekonomi Profesörü; SOAS Kalkınma Çalışmaları Bölümü Başkanı (2006-10); SOAS Doktora Okulu Başkanı (2018-19) ve Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nda Kıdemli Ekonomik İşler Sorumlusu (2011-12) olarak görev yapmıştır. 2014 yılında Brezilya'daki Goiás Federal Üniversitesi'nden Yaşam Boyu Başarı Madalyası ve 2016 yılında SOAS Direktörü Öğretim Ödülü ile ödüllendirilmiştir. Brasília Üniversitesi (Brezilya) ve SOAS University of London'dan Ekonomi diplomalarına sahip olan Alfredo, Brezilya, Kanada, Almanya, İtalya, Japonya, Mozambik, İsviçre ve Birleşik Krallık'taki üniversitelerde ve araştırma kurumlarında ders vermiştir. Pek çok akademik kitap ve yayını olan Saad-Filho'nun eserleri 15 dile çevrilmiş ve 30 ülkedeki akademik etkinliklerde sunulmuştur. Saad-Filho’nun Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlar (UNCTAD, UNDP, UN-ESCWA ve UN-DESA) için 30 raporu ve diğer katkıları bulunmaktadır.
Mühdan Sağlam Kimdir?
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.
'Ortadoğu’da Kürt meselesinin çözümü Türkiye'siz düşünülemez' 13 Kasım 2024
'Erdoğan Kürt Sorununu çözmeye değil stabilize etmeye çalışıyor' 04 Kasım 2024
Yapay zekanın açıldığı kapı: Nükleerin yeniden keşfi 30 Ekim 2024
Cumhuriyet'in 101. yılı: Demokrasi, laiklik, anayasa, eşit yurttaşlık 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI