Sabahattin Ali'yi kim öldürdü?
Gökçer Tahincioglu'nun son romanı 'Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm' İletişim Yayınları tarafından yayınlandı. Tahincioğlu ile hakikat-edebiyat ilişkisi üzerine konuştuk.
DUVAR - Gazeteci-yazar Gökçer Tahincioğlu'nun son romanı 'Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm', hakikat arayışına edebiyatın imkanlarıyla katkı sunan bir metin olarak karşımıza çıkıyor. Kurmacayla gerçeğin, edebiyatla araştırmacılığın iç içe geçtiği roman, Türkiye'nin hafızasında kara leke olan Sabahattin Ali cinayetine ilişkin bilgi ve belgeleri ilk kez okura sunuyor.
"Tam olarak yapmak istediğim bir üst gerçeklik kurma çabasıydı. Bütün aktörleri, kentleri, gizemi gördüğümüz ancak bunu kurgulanmış bir evrenin içerisinden fark ettiğimiz, başka bir dünyanın içerisinden hakikati aramak çabası… Sabahattin Ali’nin öykü ve romanlarındaki karakterlerin de yeniden can bulduğu, 75 yıl sonra, bugün, cinayetin aydınlatılabilmesi için çabaladığı bir yeni dünya. Kurgu ile gerçeğin birleştiği bir dünya…" diyen Gökçer Tahincioğlu ile İletişim Yayınları tarafından yayınlanan yeni romanı 'Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm' üzerine konuştuk.
Sizi gazeteci olarak tanıdık, sonrasında romancı kimliğiniz ortaya çıktı. 'Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm' üçüncü romanınız. İlk iki romanda da gazetecilikten beslendiğinizi görüyoruz ama bu kez bu iletişim daha net. Bilgi ve belge ile çıkılan hakikat arayışı, edebiyatla bütünleşiyor. Bu tercihten bahseder misiniz?
Dünyada örneğine çok rastlanmayan ancak Türkiye’de sıkça tekrarlanan ezberler var. Bunlardan biri de gazetecilik ile edebiyat ilişkisine biraz dudak bükerek bakılması. Oysa edebiyat dünyamızı besleyen en önemli damarlardan biri gazetecilik. Önemli edebiyatçılarımıza, yazın hayatlarına baktığımızda da bunu görebiliyoruz. Uzun bir zamandır kısırlaşmış, kısırlaştırılmak istenen bir eksende geziniyoruz. Gazetecilik bu anlamda sınırları zorlayabilmek için önemli bir kanal. Gazetecilikten beslenmem elbette bu mesleği yapıyor olmamla ilgili ancak sadece bundan kaynaklanmıyor. Kıyıda köşede kalan haberlerin ardındaki hikayeleri büyütmek çabasıyla, bunu görünür kılmak, hakikati bu yolla aktarmak düşüncesiyle de ilgili… Bu yönüyle bakmakla… Bir olay anlatmaktan ziyade o olayın içindeki bir durumu, hayatı, evreni anlatmak istemekle… Bu roman özelinde ise dediğim gibi edebiyatın, romanın sınırlarını zorlamak, dünya edebiyatında önemsenen kurgu-gerçek ikiliğini edebiyatımıza biraz olsun entegre etmek gibi bir amaçla yola çıktım. Bunu sert ve keskin biçimde yapmak istedim. Bulduğum bilgi ve belgeleri bir gazetecilik kitabıyla aktarmak mümkündü. Bunu önerenlerin olacağını da biliyordum elbette. Ancak hemen her şeyin bu kadar çabuk tüketildiği bir ortamda edebiyatı da hakikat arayışının aracı haline getirmek fikri bana iyi geliyor. Romanın kurgu ile gerçek ikiliği ile kurulmasının asıl nedeni bu. Benim edebiyat yolculuğum açısından da toplumcu gerçekçi hatta yerleşebilecek ilk iki romanın ardından daha farklı perspektifte olsa da yine aynı hatta bir üçüncü romanla bu pencereyi kapatmak arzum vardı. Birbirinden bütünüyle farklı ancak sistemi deşifre eden bir üçleme gibi de düşünebiliriz Mühür, Kiraz Ağacı ve son kitap, Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm’ü…
Romanın girişinde İspanyol yazar Javier Cercas'a atıfta bulunuyorsunuz. Cercas'ın edebiyatınıza etkisinden bahseder misiniz? Özellikle Salamina Askerleri, Türkiye'de tanınmasına vesile oldu. Sahtekar, Bir Anın Anatomisi gibi kitapları dünyada ses getirdi. Yazar, sizi hangi noktada besledi?
Cercas, çok önemsediğim yazarlardan biri. Saydığınız romanlarının tamamı da aslında gerçek-kurgu ikiliği ile yazılmış eserler. Ana kahramanın yazar mı kurmaca bir karakter mi olduğunun anlaşılmasının zor olduğu, kurgunun içinden gerçeğin, gerçeğin içinden kurgunun çıktığı romanlar. Sadece kendisiyle sınırlı olmayan bu biçimin bana kalırsa önemli temsilcisi Cercas. Kullandığı tekniği zaten etkileyici buluyordum ancak romana başladığımda da “hakikat-kurmaca” ikiliği ile ilgili söylediklerini, bunu uygulama biçimlerini daha detaylı incelemeye başladım. Bana ilham verdiğini söyleyebilirim. Ancak romanı yazarken Cercas’ın hemen her kitabında uyguladığı biçimden de uzaklaşmaya çalıştım. Kahramanın yolculuğu ile gerçeğin arasındaki perdeyi biraz daha kalın hale getirdim.
Türkiye, faili meçhul cinayetlerin lekesini taşıyan bir ülke... Dünden bugüne birçok aydın katledildi. Sabahattin Ali de bu isimlerin en önemlilerinden. Neden Sabahattin Ali'yi seçtiniz?
Birincisi öznel nedenlerden. Ailesi ile uzun yıllar önce başka bir kitap çalışması nedeniyle yaptığım görüşmelerden kaynaklı. O görüşmelerde, “yeni ne var ki, neyi yazacaksınız?” cümlesini duymamdan… İlk nedene paralel olarak ailenin gerçekten de haklı olmasından. Faili meçhul cinayetler ve cezasızlık kültürüne birlikte baktığınızda karşınıza bir tablo çıkıyor. Birçok cinayette dosya yığınları, kanıtlar bulmanız mümkün. Sabahattin Ali cinayeti ise Türkiye’nin makas değiştirdiği bir tarihte işlenen, kanıtları özenle yok edilen bir cinayet. Diğer cinayetlerle arasında ciddi bir fark var. Çok özenle çalışılmış, Sabahattin Ali’yi öldürenin kim olduğu bir yana kendisinin bile unutturulmasının amaçlandığı bir cinayetten söz ediyoruz. Bu cinayeti araştırmak, cinayetten 75 yıl sonra bile, benim bu konularla yıllardır çok ilgili olmama, bunlar üzerinde çalışıyor olmama rağmen, derin devletin, Gladio’nun ne olduğunu net biçimde görmemi sağladı.
Gerçek ile kurmaca arasındaki ilişkide hangisine daha yakınsınız? Kitapta oldukça yoğun bir araştırma sürecinin olduğunu görüyoruz. Bu noktada edebiyatın estetik anlayışıyla, gerçekliğin katılığı arasındaki dengeyi nasıl sağladınız?
Kurguladığınız dünyada işler her zaman planladığınız gibi gitmez. Ancak yine de o dünyanın içerisinde hamle şanslarınız vardır. Bir yere kadar… Bir yandan kendiniz kurguluyor olsanız bile diğer yandan yavaş yavaş ete kemiğe bürünen karakterin, içinde yaşadığı evrenin parçası haline gelirsiniz. Başlangıçta onun ne diyeceğini belirleyen kişiyken, böyle bir durumda o karakterin ne diyeceğini düşünen kişi olursunuz. Bunu nasıl söyleyeceğini, hayatın orada nasıl akacağını düşünürsünüz. Bir başka hayat daha akar orada. Ve ben sürprizlerle dolu o hayatı seviyorum. Ancak gerçeği de konu aldığınız böyle bir çalışmada ikisini bir araya getirmek kolay olmadı. Sabahattin Ali’nin yarattığı karakterlerin yardımı, onun geçtiği kentlere yapılan yolculukların gizemi ile dengeyi sağlamaya çalıştım.
'KURGU İLE GERÇEĞİN BİRLEŞTİĞİ DÜNYA...'
Roman çok katmanlı bir anlatıma sahip. Faili de mağduru da görüyoruz. Bunların yanı sıra Sabahattin Ali'nin kurmaca karakterleri de romanda yer alıyor. Edebiyat kendi üst gerçekliğini yaratıyor diyebilir miyiz?
Tam olarak yapmak istediğim bir üst gerçeklik kurma çabasıydı. Bütün aktörleri, kentleri, gizemi gördüğümüz ancak bunu kurgulanmış bir evrenin içerisinden fark ettiğimiz, başka bir dünyanın içerisinden hakikati aramak çabası… Sabahattin Ali’nin öykü ve romanlarındaki karakterlerinin de yeniden can bulduğu, 75 yıl sonra, bugün, cinayetin aydınlatılabilmesi için çabaladığı bir yeni dünya. Kurgu ile gerçeğin birleştiği bir dünya…
KİŞİSEL HAFIZA İLE TOPLUMSAL HAFIZA...
Bir yazarın peşinde başka bir yazar... Kişisel olanla, politik olanı birlikte ele alırken nelere dikkat ettiniz?
Romandaki karakterin Sabahattin Ali cinayetine paralel olarak araştırdığı bir başka cinayet daha var. Kendisini de yaşarken öldürmesine yol açan bir cinayet. İki cinayet arasında yazarın oluşturduğu köprü, kişisel olanla toplumsal olan arasındaki bağı da kuruyor. Bunların birbirinden ayrılamayacağını gösteriyor. Hafızanın, kişisel hafıza ile toplumsal hafızanın birbirinden farklı olamayacağını, kendiyle yüzleşemeyenin toplumsal olaylara bakışının da farklılaşamayacağını anlatmaya çabalıyor. Bunun net biçimde algılanabilmesi için çabaladım.
Romanda, birçok arşiv belgesiyle ilk kez karşılaşıyoruz. Belgelere nasıl ulaştınız?
Uzun yolculuklar, uzun arayışlar, dostlarımın ve bulduğum bazı insanların yardımıyla. Bazılarının kolay, bazılarının çok zor olduğunu söyleyebilirim. Zira Sabahattin Ali cinayetiyle ilgili geriye kalan hatta cinayetten hemen sonra elde edilebilecek belge sayısı çok az. Bilinçli olarak yok edilmiş belgelerden söz ediyoruz. Ancak geriye kalanlara adım adım ulaşabiliyoruz.
'SABAHATTİN ALİ CİNAYETİNDE İKİ TEMEL TEZ VAR'
Sabahattin Ali'yi kim öldürdü? 'Milli Operasyon Cinayeti'ni kim işledi?
İki temel tez var. Birincisi Ali Ertekin adlı ordudan atılma insan kaçakçısının Sabahattin Ali’yi Bulgaristan sınırında öldürdüğü tezi… Ertekin, cinayeti aylar sonra itiraf ediyor ve ölene kadar o söylemini değiştirmiyor. Devlet bunu kabul ediyor ve Ertekin’e nedense sadece 4 yıl ceza veriliyor. İki yılını yatıp çıkıyor ve bir daha cezaevine girmiyor. Resmi kabul bu… Diğer tez Sabahattin Ali’nin Ertekin tarafından tuzağa düşürüldüğü, sorguya alındığı ve işkenceyle öldürüldüğü yönünde… Ben, uzun uzadıya sorgulanmadığını, bağlantılarının sorulmasının hemen ardından öldürüldüğünü düşünüyorum. Belgeler de bu uzun yolculukta öğrendiklerim de bana bunu söylüyor. Ve evet, Türkiye’nin makas değiştirdiği yıllarda işlenen bir milli mutabakat, milli operasyon cinayeti bu. Gladio’nun ilk izlerini gördüğümüz, derin devlet denilen kavramın kendini güçlü biçimde gösterdiği bir cinayet. Ülkeye net mesajlar veren, bugün, derin devletin anlamını kavramamızı sağlayabilecek bir cinayet.
'ÜÇLEMENİN SON KİTABIYDI'
Bundan sonraki çalışmalarınız neler olacak?
Benim için bir üçlemenin sonuydu bu roman. Şimdilik bu üç farklı romanın ortak noktası olan, hakikati arama çabasının dışına çıkabileceğimi düşünüyorum. Bu romana çalışırken paralel olarak yürüttüğüm çalışmalar, altyapısını kurmaya çalıştığım birkaç roman taslağı var. İçlerinden biri benim için çok öne çıkıyor, zihnimi çok kurcalıyor. Üslubunun, biçiminin, evreninin bambaşka olabileceğini söyleyebilirim. Özetle, edebiyat yolculuğuna devam…