YAZARLAR

‘Saf’ olana ulaşmak, taş soğuğunda kalmak

Kirli olarak görülen toplumsal mutabakatın dışındadır, ideal düzenin sınırlarını aşındırır, tıpkı yemekten çıkan kıl gibi iğrenme duygusunu tetikler, uzaklaştırılması, toplumun dışına itilmesi gereken olarak görülür. Çünkü çoğunluğun dışındadırlar, onun sterilliğini bozarlar, atılması gereken fazlalıktırlar. Topluluklar kendine benzeyene gösterdiği müsamahayı onlara göstermez, yaygın deyişle, “Biz buralarda yabancıları sevmeyiz”in karşılığı olur bu durum.

Bernard Malamud’un “Matem Tutanlar” adlı öyküsünde yumurta tasnifçisi Kessler adlı bir karakterin hikâyesi anlatılır. Kessler’in tek başına yaşadığı dairesindeki varlığı, apartman görevlisi tarafından sorun hâline getirilir. Fakir bir insandır ve komşularıyla da pek ilişkisi yoktur karakterin. Apartman görevlisi etrafa onun hakkında dedikodular yayar, özellikle pis olduğunu, apartmanı kokuttuğunu söyler. Bu söylenti, evin sahibi ve komşularında da karşılık bulur, onu evden atmak için hey şeyi yaparlar, başaramasalar da. Öykünün sonunda ev sahibi daireye girdiğinde hiç de öyle pis olmadığını, kokunun da söylenti olduğunu fark eder, karakteri bitkin bir halde yerde matem tutarken bulur ve onunla birlikte matem tutmaya başlar, ona yaptıkları için.(1) Darwin şöyle bir deneyiminden bahseder; “Tierra del Fuego’da bir yerli elime dokunmuştu… Onun yumuşaklığı karşısında aşırı bir iğrenme duymuştum; aynı zamanda ben de yediğim ete çıplak bir yabaninin dokunmasından dolayı aşırı iğrenme hissediyordum, elleri kirli görünmese bile…”(2) Bir de benzer içerikli kendi deneyimimden bahsedeyim, üç yıl önce oturduğum apartmanın girişinde bakkal vardı, uğradıkça ülke gündeminden, ekonomiden kısacası güncel siyasetten laflardık. Taşındıktan bir süre sonra yolum düştü uğradım, ben taşındıktan sonra apartmanın durumundan bahsederken, “İyi ki taşındın, ev sahipleri, Suriyelileri doldurdu apartmana, tabii daha çok kira alıyorlar, apartman iyice pisleşti” içeriğinde cümleler kurdu. Bu deneyimlerde ve öyküde ortak nokta, konunun bir şekilde pislikle ilişkilenmesi görüldüğü gibi.

Peki, tüm bunlar bize ne söylüyor ve buradan nasıl sorular çıkarabiliriz. Öncelikle Malamud’un öyküsündeki Kessler’i, elleri kirli görünmese bile iğrenme duygusu hissettiren “yabani”yi, apartmana taşınan ve anlaşılan yüksek kiralarla oturtulan Suriyelileri pis yapan ne diye sormak gerekiyor. Bu sorunun çok uçlu cevapları var çünkü kültürel kodların ve çoğunluğa dâhil hissetmenin, kirlilik, iğrenme, pis görme gibi duygu ve tavırlar üzerinde etkisi büyük. Hem “ilkel” toplulukların hem de modern toplulukların temizlik ve arınma ritüelleri bize konuda çok şey söylüyor ki bununla ilgili çalışmalar yapan Mary Douglas, kirin her türlü düzen verme çabasıyla ilişkili çeşitli aşamaları olduğundan bahsediyor. Ona göre, kirliliğin simgesel olarak algılanışı şöyle ortaya çıkıyor: “İlk elde, bunların, ideal düzene karşı birer tehdit olmaları bakımından uygunsuz oldukları konusunda toplumsal bir mutabakat vardır. Dolayısıyla, bu süprüntüler sakıncalı görülerek hemen uzaklaştırılır. Bu aşamada, bunlar, bir biçimde kimliğe sahiptir; Saçtan, yiyecekten ya da ambalajlardan, kısacası nereden gelirlerse gelsinler, istenmeyen şeyler olarak görülürler…”(3) Kirli olarak görülen toplumsal mutabakatın dışındadır, ideal düzenin sınırlarını aşındırır, tıpkı yemekten çıkan kıl gibi iğrenme duygusunu tetikler, uzaklaştırılması, toplumun dışına itilmesi gereken olarak görülür. Çünkü çoğunluğun dışındadırlar, onun sterilliğini bozarlar, atılması gereken fazlalıktırlar. Topluluklar kendine benzeyene gösterdiği müsamahayı onlara göstermez, yaygın deyişle, “Biz buralarda yabancıları sevmeyiz”in karşılığı olur bu durum. Böylece, kirli olarak adlandırdığımıza temas etmekten de kaçınırız. Bu kimliğin bedene yapıştığı yerdir, tehlikeli görme aşamasıdır. Bir şeyin olmaması gereken yerde olduğu zamanı belirtir. Çoğunluğun saflık arayışı ile de ilişkilenir. Yahudi yumurtacı Kessler’in hikâyesindeki “pis” olma durumu ona yapışan kimlikle de ilişkilidir. Apartmanın diğer yaşayanlarının, yayılan söylentinin hakikatini araştırmadan ona cephe almasında bunun yansımasını görürüz. Ayrıca, başta verdiğimiz Suriyeli örneğinde, onlarla hiç temas edilmemiş olduğu aşikârdır, evlerine gidilmemiş, nasıl yaşadıkları gözle görülmemiştir, temas yoktur ama kirlidirler, verili önyargı onlar hakkında bu değerlendirmeyi yapmaya izin verirken, bu konudaki toplumsal mutabakat o kadar keskindir ki, senin öyle düşünmeyebileceğini bile fark etmezler, çoğunluğa uymaya zorlanırsın, çünkü şüphe edilmez bir gerçeklikten bahsedildiği sanılır. Douglas, “temizlik ve saflık arayışı yadsımayla sürdürülür” diyor, devamlı inkârın geldiği yer, kendi dışında kalanın ”kirliliğinde” cisimleşirken, temastan kaçınma ve bulaşmasından korkma olarak da işler. Darwin’in “yabani”nin yemeğine dokunmasından “iğrenmesi” de bu bulaşma ile ilgili olabilir. Smith “bulaştırma iğrenmesi” ile ilgili olarak: “hastalık yayma riski olan insanlara ve yerlere yaklaşınca hissediliyor” der(4), Darwin’in zihninde “yabani” ona benzemediği için “hastalıklı” olarak işaretlenmiş olabilir mi sorusu ister istemez belirir kafamızda. Çünkü “elleri kirli görünmese bile” diye belirttiği hâlde duyulan iğrenmenin nedenini anlamak zor, buna dair yapılacak yorum bize benzemeyenle olan ilişkimizle açıklanabilir ancak. Sara Ahmed, “İğrenmenin bir şey yaptığı kesindir: İğrenme sayesinde, bedenler yakınlıktan, çıplaklık ya da ten yüzeylerine maruz kalma olarak hissedilen bir yakınlıktan ‘çekinir’ler” der. Yabancıyla temastan kaçınmanın bir sebebi olur böylece iğrenme, çünkü ona dokunursa kirleneceği duygusunun esiri olmuştur özne, saflığını yitirme çekincesi, bulunduğu konum itibariyle beyaz efendi Darwin’in, kendisine benzeyenler dışında kalana yabancılaşması, bu nedenle tene temasın beyazlığını bozacağını düşünmesi anlamına da gelebilir.

“Ulaşmak için çaba gösterdiğimiz ve uğruna pek çok şey feda ettiğimiz saflığın, ona ulaştığımızda taş gibi katı ve soğuk kesilmesi, içinde bulunduğumuz insanlık durumunun parçasıdır” diyor Douglas, “taş gibi katı ve soğuk” günler yaşıyor dünya, düşünürün bu cümleyi kurduğu zamanın çok ötesinde olmamıza rağmen, kendimiz dışında kalanı pisleştirmemiz, kendi sterilliğimizde kaybolmamız da bunun en önemli nedenlerinden. Sadece insanlar arası ilişkilenmede de yapmıyoruz bunu, insanın saflık arayışı doğayı da etkiliyor, kendimize yaramayan bitkiyi söküp atıyoruz kökünden, fayda sağlayamayacağımız dereyi ıslah ediyoruz, işimize yaramayacağını düşündüğümüz türlerin sonunu getiriyoruz, ayıklıyoruz doğayı da insanı ayıkladığımız gibi… Çoğunluğun saflığını koruma çabasıyla gerçekleştirdiğimiz pratiklere benzer şekilde, dünyayı da saf bir yer hâline getirmeye çalışıyoruz. Taş soğuğuna mahkûm kalıyoruz böylece, katılaşıp kalıyoruz, ilişkilenmeden geçip giden yaşamda, sadece bize benzeyenin saflığında kaybolup gidiyoruz.

Dipnotlar

  1. Malamud, B., (2019), “Sihirli Fıçı”, (Çev. Seda Çıngay Mellor), İstanbul: Kafka Kitap.
  2. Ahmed, S., (2015), “Duyguların Kültürel Politikası”, s. 107-108, (Çev. Sultan Komut), İstanbul: Sel Yayıncılık.
  3. Douglas, M., (2007), “Saflık ve Tehlike ‘Kirlilik ve Tabu Kavramlarının Bir Çözümlemesi’”, s. 196-198, (Çev. Emine Ayhan), İstanbul: Metis.
  4. Smith, W. T., (2018), “Duygular Sözlüğü ‘Acımadan Zevklenmeye’”, s. 123, (Çev. Hale Şirin), İstanbul: Kolektif.

Emek Erez Kimdir?

Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.