Sağ ile aşırı sağ arasında tuhaf bir dünya
Sağcılık ve aşırı sağcılık Rusya'da, Türkiye'de, Fransa'da, her yerde kaostan beslenmek istiyor. Kaosun her zaman ekonomik veya siyasal olması şart değil; bazen zihinsel, psikolojik olarak da mümkün.
Mehmet Öztürk*
Alman filozof Jürgen Habermas, postmodernliğin durumunu eleştirdiği "Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje" adlı metninde (ilk konuşma metni 11 Eylül 1980, Frankfurt), postmodernliğin premodern zihniyetler taşıdığını ve bunda muhafazakar kaymaların görülebileceğini açıklamıştı. Entelektüel kaos peşinde olan bu eğilim, kitlesel medya ve kültürel alanların güçlü makineleri oldu. 1993 sonbaharında Aziz Nesin ise Viyana'da katıldığı bir toplantıda yeni dünya düzeni ve Türkiye'de akıl almaz biçimde büyüyen kitlesel medyanın en aklı başında olan aydınları bile aldatabileceğini görmüştü. Yakın tarihimizden "yetmez, ama evet" diyen "oyuncak"ların ne hallere düştüğünü herkes biliyor. Zihinsel kaos peşinde olanlar; hakikati, doğru ve güzeli arayan dünya görüşüne -çoğunlukla sol eğilimli- karşı saldırdı.
1970'lerde özgürlükçü ve barışçı hareketlere karşı üretilen "yeni sağ" hareketlerden sonra sağcılığın küreselleştirilmesi 21. yüzyılın dönemecinde hızlandı; büyük siyasi oluşumlar, makro ve mikro düzeydeki iktidar biçimleri sağcılık ile aşırı sağcılık arasında paylaşılıyor. Önümüzdeki 10 Nisan'da Fransa'da yapılacak olan ilk tur devlet başkanlığı seçimlerinde sağ ve aşırı sağcı partilerin oy oranları yüzde 75 civarında seyrediyor. Sosyalist Parti yüzde 2, Komünist Parti yüzde 4, ikiye bölünmüş olan Troçkistler yüzde 1, Yeşiller yüzde 5, eski Troçkist ve popülist bir sol çizgide olan Mélenchon yüzde 12 civarında gözüküyor (15 Mart 2022 tahminleri). Modern siyasi kültürün en gelişmiş ülkesinde siyasi durum hiç de iç açıcı değil. Dünyanın en etkili devleti Amerika'yı ise hemen hemen her açıklaması ve davranışı aşırı sağcı, başıboş bir adamı andıran Donald Trump yönetti. Dünyanın en büyük devleti ve ilk sosyalist devrimin gerçekleştiği Rusya, vahşi bir kapitalizm, despot bir iç siyaset ve emperyalist bir dış siyasete sahip. Putin'in Rusyası ona bu denli yakın olan bir ülkeyi, bir halkı işgal etti. Ne Yevtuşenko'nun ne Şostakoviç'in lirik sesi kaldı. Tekelci kapitalizm ve emperyalizmle beslenen aşırı sağcı bir adam ve ekibi, insanlık sesini bombalarla bastırmak istiyor. Barış yanlısı hiç kimse taktik, strateji, konjonktür gibi gerekçelerle Putin Rusyası'nın Ukrayna savaşını hafife alamaz. Bu konuyu Leninizm ile Kemalizm arasında gidip gelen "tez"lerle açıklamak da bir tuhaf; sonuçta "dogmalar" insan aklını geliştiremez, ama cahilleştirir.
Orta Doğu ülkelerinin tamamı modern anlamda sağcı ile aşırı sağcı siyasetlerle yönetiliyor. (Burada sağcılık ve solculuk siyasi görüşlerinin köken ve anlamlarını Gazete Duvar okuyucusuna anlatmaya gerek yok). 1980 öncesini ayrı tutarsak Türkiye'yi son 42 yılın tamamında sağ ile aşırı sağ siyaset yönetti. Kısa bir süre bunamış haldeyken başbakanlık yapan (1999-2002) Ecevit'in izlediği siyasetin sağ ile aşırı sağ arasında olduğunu kim inkâr edebilir? Oysa Ecevit soldayken ve dinçken ülkeyi yönetememesi için 1970'ler boyunca terör estirildi. 1980'de Türkiye'nin nüfusu 44 milyondu, şimdiyse 84 milyon. Son 22 yıl içinde doğan Türk vatandaşları AKP iktidarı dışında bir Türkiye tanımıyor. En güçlü muhalefet olan CHP'nin oportünist bir "laikçi, milliyetçi devlet partisi" ile küçük burjuva -parazit ve konformist- karakterli olduğunu herkes, ama en çok CHP'liler biliyor.
Almanya'da seçimleri büyük bir farkla kazanan yeni SPD'nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) başını çektiği hükümet, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sonrasında uluslararası barışı koruyucu yeni önlemler yerine, bundan böyle Almanya'nın yeniden silahlanacağını, bunun için hemen 100 milyar avro bütçenin silahlanmaya ayrılacağını ilan etti. Dünyanın en zengin ülkeleri yoksulluk içinde yaşayan kendi yurttaşlarının hayatını biraz kolaylaştırmak yerine, doğrudan savaş ekonomisi ve siyasetinde daha aktif bir rol arıyor. Kendi ülkesinde yalnızlığına terk edilmiş, bakıma muhtaç yüzbinlerce insan varken silahlanma siyaseti… Neredesin ey Minima Moralia (Asgari Ahlak)! Alman Der Spiegel dergisi 6 Mart 1991'de Bonn'da Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere ile Rusya arasında NATO'nun Doğu Avrupa'ya doğru genişlemeyeceğine dair gizli arşivlerde tutulmuş bir anlaşma yapıldığını ortaya çıkardı (Almanca ve Fransızca ayrıntılı bilgiler için Der Spiegel, 18 Şubat 2022). Ama NATO ve kapitalizm ile onların en güçlü devletleri doyar mı?
Alman sosyal demokratlarının, Fransız sosyalist partisinin desteğiyle, kuruluşundan bu yana uluslararası barışa karşı en tehlikeli örgüt olan NATO, gitgide savaş çığırtkanlığı yapacak; dünyanın farklı coğrafyalarındaki diktatörlükler de hem içeride hem çevrede saldırganlaşacak. Son bir yıl içinde Amerika'nın yaptığı silah ihracatı 531 milyar dolar tutarında. Son 6 yılda sürekli artan silah ticareti Covid 19 epidemisine rağmen 2020'de rekor kırdı. Amerika ve birkaç Avrupa ülkesinin bu ekonomideki payları yüzde 75. Bu silahlar da daha çok dünyanın yoksul bölgelerine (Orta Doğu, Hindistan ve çevresi) satıldı. Hatta Fransa, Avrupa Birliği'nin ambargo yasağına rağmen 2020'de Rusya'ya gizli biçimde silah satmış (Le monde, 7 Aralık 2021). Rusya ve Çin de bu "ölüm yarışı"nda yarışıyor. Türkiye ise ayçiçeği, buğday yetiştirme yeteneğini kaybedip -üç tarafı denizlerle çevrili, gölleri, ırmakları, ovaları olan tarım ülkesine, güçlü köylü-çiftçi topluma, genç nüfusu bu kadar artan ülkeye ne oldu?- savaş ekonomisiyle, stratejik konumuyla büyüyeceğini sanıyor. Savaş ve kargaşa, sağcı ideolojilerin bir fabrikasyonudur. Birinci Dünya Savaşı'na karşı çıkan Jean Jaurès Fransa'da; Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht Almanya'da; Ermenistan ile barış ve dostluğu hedefleyen Hrant Dink Türkiye'de yok edilmişti.
Polonya Sol Birliği (RAZEM) Avrupa solcularının takip ettiği basına bir yazı gönderdi ve NATO karşıtlığının yanlış olduğunu solculara anlatmak istedi ("Sevgili Batılı Sol, Sizden Nato'yu Sevmenizi İstemiyoruz", 7 Mart 2022). 2003 Irak işgalinde de Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya devlet başkanları yine Avrupa basınına ortak bir yazı göndererek Amerika'nın Irak işgalinin gerekli olduğunu dile getirmişti. Nobel Barış ödülü sahibi -üstelik bir edebiyatçı- Vaclav Havel de sonuçları barbarca olan bu savaşı desteklemişti; Havel'in "stratejik derinliği" barış ödülünü, yazarlığını silip süpürmüştü; o da baba Bush'u destekleyen sağcı Turgut Özal gibi "bir koyup, üç almak" derdindeydi. Bu taktiği sonraları Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Suriye politikasında denedi.
Sağcılık ve aşırı sağcılık Rusya'da, Türkiye'de, Fransa'da, her yerde kaostan beslenmek istiyor. Kaosun her zaman ekonomik veya siyasal olması şart değil; bazen zihinsel, psikolojik olarak da mümkün. Fransa, konformist siyaset ve ince kitlesel medya düzenekleriyle zihinsel ve psikolojik bir "kaos"la bu kadar sağ ile aşırı sağ arasında kaldı. Eric Zemmour gibi çirkinlik dolu bir adam bir anda Fransa'nın popüler bir siyasetçisi oldu; siyasetini düşmanlık ve nefret üzerinde kuran bu medyatikleştirilen adamın, Fransız Sosyalist ve Komünist partilerin toplamından iki kat daha fazla oy alacağı tahmin ediliyor. Neredesin ey akıl, neredesin ey Paris Panthéon'un büyük düşünür ve yazarlarının mirası...!
Siyaset ve ekonomiye bu kadar bağımlı bir kitlesel medya, dünyanın çivisini çıkarmaya eşlik ediyor. Türkiye'de de kitlesel medya, manipülasyon ve propagandayı doğrudan yapıyor. 1990'lardan beri "matem içinde kahkaha attırıyor" veya sado-mazoşist biçimde milyonlarca kişiyi ekran başında tutmayı bilen alçakça düzenekleri uyguluyor. Sado-mazoşizmin kitleselleşmesi tehlikelidir. Toplumu, eğitimi ve siyaseti sağcı ve aşırı sağcılaştırma kesintisiz ve sistematik bir biçimde yapılıyor. Üstelik tarihi olarak Türkiye'de siyasetçinin, demokrasi dışı çok güçlü bir konumu -yasal hak ve yetkisi olmadığı halde- var. Cumhurbaşkanlığı sistemi, Bolu belediye başkanı, her türlü siyasi yelpazedeki "merkez"in otoriter karakteri bunun bir sonucudur. Bu oluşum her kurumda, sendikalarda, sol yelpazelerde de gözlemlenebilir. Siyasi veya medyatik ortamda bir süre Maocu, bir süre liberal, bir süre yobaz, bir süre Avrupa Birlikçi, bir süre Kemalist takılanlar bunu göstere göstere yapıyor. Kitlesel medyanın belli başlı bütün aktörleri sağcılık veya aşırı sağcılık propagandası yapıyor; gazeteci, siyasetçi, akademisyen kimliğiyle. Seçim zamanlarında uyanık meşhur futbolcular bile bu oyunda rol istiyor artık.
* Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi; Sorbonne Nouvelle - IRCAV ve INALCO öğretim üyesi