Depresyona dair beş efsane
Zihinsel hastalıkla ilgili yanlış algılamalar devam ettiği sürece, insanlar damgalanmaya devam edecek. İnternet ya da televizyon aracılığıyla edindiğimiz birçok bilgi, yanlış algıyı büyüterek, hastalıkları içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.
Allison Abrams *
Andrew Solomon, anılarını sanatsal bir üslupla “Noonday Demon” (Gün-ortası Şeytanı) adlı kitabında anlatmış olsa dahi, depresyonu yalnızca sözcüklerle ifade etmeniz mümkün değildir. Anılarında şunları aktarıyor:
“Dışa vuramadığım bir yerden, benzersiz bir aciliyet ve rahatsızlıkla birlikte, fiziksel bir eksiklik hissediyordum; sanki aralıksız kusuyordum ama ağzım yok. Hayat algım kapanmaya başladı. Korkunç bir durağanlıkla TV izlemeye çalışmak gibiydi; o haldeyken yüzleri ayırt edemiyordum, hiçbirinin yüz hatlarını göremiyordum. Havayı, kasvetli biçimde, sanki kabarmış ekmek kokusu kaplıyordu.”
Yaptığı benzetme ve söz oyunlarıyla Solomon, Edvard Munch ve Vincent van Gogh’un tablolarından, Sylvia Plath ve Virginia Woolf’un yazılarına varıncaya dek, geçmişteki yazar ve sanatçılar gibi tanımlanamayan hislerin canlı bir resmini çiziyor.
Kelimeler bazen adaletli davranır ve sanat tecrübeye dayanmadığı sürece sanatsal bir öz taşır; ancak diğer “görünmez hastalıklar” gibi depresyonun da somut olmayan tabiatı, benzer biçimde, durumu hem mağdurlar hem de yakınları açısından anlaşılması zor bir hale getirir.
Çoğunlukla anlamadığımız şeylerden korkarız ve hem korku hem de anlayış eksikliği, yaftalanmak için uygun bir zemin hazırlar. 2020 yılına dek dünya genelinde depresyonun ikinci en sık rastlanan sağlık sorunu haline geleceği göz önüne alındığında, yaftalama davranışının varlığını sürdürmesi gerçeği insana şaşkınlık veriyor. Daha rahatsız edici bir durum olarak, bu türden toplumsal damgalamalar nedeniyle, kişilerin içselleştirdiği damgalanma ve utanç duyguları da genellikle varlığını sürdürüyor. Hâl böyleyken, depresyon sorunu yaşayan insanların büyük bir kısmı tedavi edilememekte.
Aşağıda, depresyon hakkındaki bazı yaygın efsaneleri paylaşıyorum:
Efsane 1: “Depresyon, basitçe içimizden söküp atabileceğimiz bir şeydir.”
Depresyon beyinde ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu bir tercih değildir. Pearl Davranışsal Sağlık ve Tıp Merkezi’nin kurucusu Dr. Gabriella Farkas “Hiç kimse yaşadığı semptomlardan keyif almaz,” diyor. “Beyin kimyası, onun işleyişi ve çevre arasında karmaşık ve karşılıklı ilişkiler mevcuttur,” diye ekliyor. Nörolojik (beyin kimyasıyla ilgili) etkenlerin insan kontrolünün sınırlarını aştığının altını çiziyor. “İnsanlar beyninin kimyasal durumundan dolayı kasvetli bir ruh haline yatkın olabilir; ancak bunların dışında önemli çevresel etkenler de bulunur.”
Efsane 2: “Depresyon, kendini dışında düşünebileceğin bir şey.”
Olumlu düşüncelere odaklanmak veya bardağı “yarı dolu” olarak görmeyi tercih etmek, kendi kendine yardım kitaplarında ve bazı tedavi yöntemlerinde sıkça önerilir. Kimi insanlar için bu tavsiyelerin bazı faydaları olabilir. Öte yandan, Mount Sinai Tıp Fakültesi Psikiyatri Profesörü ve depresyon için çareler bulmaya adanmış New-York merkezli bir araştırma vakfı olan Depresyon Araştırmaları Vakfı (HDRF) kurucusu ve yönetim kurulu üyesi Harold W. Koenigsberg’e göre, olumsuz bir durum dahilinde olumlu bir anlatı oluşturmak için, konuya odaklanmış bilişsel süreçleri kullanmamız gerekiyor. “Klinik depresyonda, bedensel sorunlar yaşayan insanlar (örneğin düşük bir enerji seviyesi, keyif hissini harekete geçirmede yetersizlikler vs.) durağandırlar ve bilişsel modeller esnekliklerini yitirmiştir. Bu meydana geldiğinde, ‘kendini dışına çıkarmak’ da epey güçleşir.”
Birisi majör depresif bozukluk gibi somut anlamda bir zayıflatıcı sorun yaşadığında, sıradan biçimde duş almak amacıyla yataktan çıkmak bile fiziksel açıdan imkânsız hale gelebilir. Solomon’un kendi deneyimlerinden aktardığı üzere:
“Yıllar boyunca her gün duş almıştım. Bir başkasının benim için banyo kapısını açabileceğini biliyorsam, bedenimdeki tüm gücü toparlayıp bunun için harekete geçebilirdim; dönüp ayağımı yere koyardım ve sonra devrilmekten ve yüzükoyun yere serilmekten çekindiğim için kendimi çok aciz ve korkmuş hissederdim. Tekrar tekrar ağlardım; çünkü bunu bile yapamadığım gerçeği bana çok saçma gelirdi. Önceden, skydiving (paraşütle yapılan ‘gök-dalışı’) yapmaktan keyif alırdım; o günlerde, yatmaktan kurtulmak için yerden bir buçuk kilometre yüksekte, saatte on üç kilometre hızla esen rüzgâra karşı, bir tepe yamacının ucuna doğru bir tırmanma uçuşu yapmak daha kolay geliyordu…”
Efsane 3: “Depresyona girmek için bir sebebin olmalı.”
Depresyon hilekârdır ve yozlaşmış bir politikacı gibi “Ne olursa olsun, kendini üzmeye hakkın yok. Sahip olduğun şeylere bir bak! Minnettar olmalısın,” benzeri her tür gerçek dışı yolla sizi ikna etmeye çalışır. Klinik açıdan depresyona girmek için, bir konuda haklı ya da haksız olmak önemli değildir. Dünya, dış etkenler yoluyla mutluluğu ölçüp, ardından yeterince sebep varsa mutlu olmanız gerektiğine karar vermek istese dahi, bunu başaramaz.
Sevdiğiniz insanlardan gelen bu ve benzeri sözler iyi niyetli olsalar bile, depresyonun ortak bir belirtisi olan suçluluk duygusunu çoğaltabilir ya da güçlendirebilir. Klinik olarak depresyona girmek, aslında gribe yakalanmaktan çok da farklı değil.
HMC HealthWorks bünyesinde çalışan “Davranışsal Sağlık Klinik İşleri” Başkan Yardımcısı Suzanne Smolkin, “Kültürümüz sıkça bu inançların güçlenmesine yol açıyor,” diyor. “Kitaplarda ve filmlerde gördüğümüz kahramanlar çoğunlukla sadece bir şeyler yapmaya karar verir ve amacını büyük bir irade gücü ve cesaretle gerçekleştirirler. Her ne kadar birçok şey birçok konuda işe yarayabilse bile, depresyonla baş etmek farklıdır. Depresyon, bir şeylerle baş etmemize yardım eden enerjimizi dağıtır.”
Smolkin’in altını çizdiği bir diğer önemli nokta, çoğu tıbbi durumun aksine, depresyonun, insanın kendisine ve dünyaya bakışını bozması meselesidir ve bu da kendi kendini suçlamaya neden olan etkendir. “Depresyon yaşadığınız zamanlarda, çoğu kez yardım almadan ona gerekli yanıtı vermeyeceğiniz gerçeğini göremezsiniz,” diye ekliyor.
Efsane 4: “Üretkenlik, depresyonu engeller.”
DailyOM Enstitüsü’nün kurucusu ve “İlaçlanmamış: Doğal Sağlığın Dört Direği” kitabının yazarı Madisyn Taylor, “Gribe yakalandığınızda, evde kalırsınız. Depresyondaysanız, bunu fark etmeniz bile gerçekten çok zordur,” diyor. “Depresyon yaşayan birçok insan hayatlarını sürdürmeye ve çalışmaya devam eder. Tel tel dökülmeyiz, (her zaman) fiziksel belirtileri yoktur. İnsanlar bunları bilmediği için fark etmek zor olabilir. “Bu nedenle, depresyon ‘görünmez bir hastalık’ olarak adlandırılır.”
Efsane 5: “Şayet yeterince güçlü olsaydın, üzülmezdin.”
Klinik olarak depresyona maruz kalmanın güçlü ya da zayıf olmakla bir ilgisi yoktur. Aksine, acı çektiğiniz zamanlarda yardım talep etmek büyük bir cesaret işidir. Psikolojik temelli acı yaşayan birisi, daldığı derin çukurdan, genelde güçlü biçimde ve hayatla mücadele yolunda yenilenmiş bir bakışla yüzeye çıkar. Depresyon uçurumundan (veya başka bir zihinsel sağlık sorunundan) çıkıp mücadele eden çoğu insan, kurtuluş duygusunu oldukça derinden yaşar. Bunun da ötesinde, toplumsal yaftalamaların gel-gitlerine karşı mücadele etmek zorunda kalan ve bu yüzden kendinden utanç duyan biri, çoğunlukla (bir kaza sonrası) hayatta kalan kişilere özgü bir karakter ve derinliğe sahip olur.
Depresyonun temelinde bir çocukluk travmasının yatıyor olabileceğini belirten Taylor, “Bir ‘kurtulan’ olmak, çok büyük bir güç gerektirir,” diyor. “Depresyon yıllarca dostum oldu. Beni korudu, üzerime bir battaniye örttü; benim için bir amaca hizmet etti.” Kendini iyileşme sürecinde, varlığından dahi habersiz olduğu büyük bir gücü keşfettiğini aktarıyor. “Çoğu insan bu duyguya sahiptir. Yalnızca bu kıvılcımı keşfetmeleri gerekiyor.” Ona göre, bu kıvılcım bulmanın yolu meditasyon yapmaktı. “Bana yardım etmek için ağlayıp duran iç-sesimi işitmek, zihnimin derinlerinden çıkmama yardım etti.” Taylor, bugün, başarısını kişisel tecrübelerine bağlıyor. “Hayatımı sürdüremeseydim ve depresyon ile endişe duyguları yaşıyor olsaydım, bugün yapıyor olduklarımı yapamazdım.”
Depresyon tanısını müebbet hapis cezası gibi görmektense, onu büyümek ve öğrenmek, ayrıca başkalarına yardım etmek için bir mücadele alanı olarak kabullenmek daha iyi olmaz mı? Amacınız, zihinsel sağlık sorunlarıyla mücadele eden kişilerin ve yakınlarının zihnine kazınan bir utanç kalıntısının ağır ağır silinmesi olsaydı, nasıl olurdu?
Zihinsel sağlık sorunları hakkında konuşmak ve bunu normalleştirmek, belki de git gide daha fazla insana hikâyelerini paylaşmak için ilham kaynağı olabilir. Taylor, “Konuşmanın diğer pek çok konuda olduğu gibi ‘açık havada’ gerçekleşmesi lazım,” diyor. “Onu ışığa çıkarma zamanı. Çünkü gölgedeyken iyileşemiyor.”
* Yazının aslı Psychology Today sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)