İzmir Tabip Odası Başkanı Obuz: Şehir hastaneleri yatak kapasitesini artırmıyor
İzmir Tabip Odası'nın yeni başkanı Funda Obuz, şehir hastanelerinin inşaata dayalı ekonomik büyüme programının bir parçası olduğunu söylüyor. Sürecin şehir içindeki hastanelerin kapatılmasıyla birlikte ilerlediğine dikkat çeken Obuz "Şehir hastaneleri bu nedenle ek bir yatak kapasitesi de getirmiyor" diyor.
İZMİR - İzmir Tabip Odası'nda (İTO) geçen hafta yapılan seçimleri Demokratik Katılımcı Hekimler'in adayı Funda Obuz kazandı. Bu seçimle 24 yıl aradan sonra İzmir Tabip Odası başkanlığı koltuğuna tekrar bir kadın oturdu. Obuz'la Türkiye'deki sağlık sistemini, hükümetin sağlık alanında hayata geçirmeye çalıştığı projeleri konuştuk. Obuz, hekimlerin yanı sıra hastaların sorunlarına ilişkin de değerlendirme ve çözüm önerileri sundu.
Seçimi kazanmanızı sağlayan en önemli etkenler sizce neydi?
Aslında oy kullanan kesim genellikle benzer bir hekim kitlesi. Bu anlamda çok değişiklik olmadı. Bundan 2 yıl önceki seçimde de yönetim kuruluna adaydım ama o zaman kazanamamıştık. Bunda tabi ki uğranan haksızlıkların, iktidarın ve OHAL'in kişiler üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin rolü var. Vicdanlara etki etti yaşananlar diye düşünüyorum. Ben hiçbir zaman hiçbir konuşmamda kendimle ilgili yaşanan süreci dile getirmedim. Ama basında fazlasıyla yer aldığı için zaten bilinmeyen bir şey değildi. Benim aday olarak çıkmam belki bir işaret oldu.
Bizim söylemlerimiz hep iktidarı eleştiren bir bakış açısına sahipti. Hem sağlık politikalarını, hem OHAL'de yapılan haksızlıkları, ihraçları, atanamayan hekimleri; hepsini biz dile getirmiştik. Bunların karşılık bulduğunu düşünüyorum ben. Sadece yapılan işler, yapılacak işler anlamında değil; biz sistemin, 15 yıldır uygulanan sağlık politikalarının yanlışlığını vurguladık. Haksızlığa uğrayan arkadaşlarımızın da arkasında olduğumuzu belirttik. Bunun en güzel örneği de kurullara seçilen üç kişiden ikisinin ihraç, birinin de açığa alınma şeklinde üniversitelerden uzaklaştırılan meslektaşlarımız olmasıdır. Bunları da kimseden gizlemedik. Biz ilk defa bu seçime kendimiz olarak girdik diyebilirim.
İzmir'de bir takım duyarlılıklar vardır. Şu an karşı listede olan hekimler daha çok Atatürk'ü ve Cumhuriyetin kazanımlarını kullanarak, sadece bunları öne sürerek oy alıyorlar. Hepimizin benimsediği laik, demokratik bir Cumhuriyet, Atatürk'ün bu ülkeye kazandırdıkları; bunlar hepimizin ortak değerleridir. Ancak biz bunların bir seçim kampanyasında kullanılmasını doğru bulmuyoruz. Zaten etik de değil. Bunu zaman zaman verdiğimiz demeçlerde de kullandık. Sadece Atatürk'ü, Cumhuriyeti öne çıkarıp sağlıkla ilgili hiç bir soruna değinmeden bir şey yapamazsınız. Ya da diyelim ki bir şeyler yaptınız ama yaşananlara sessiz kalmak bunları kabullenmek anlamına gelir. Kısacası bunların yetmediğini insanlar anladılar.
'15 YILDIR GERİYE GİDİYORUZ'
Geçen hafta 4 kentte kadın hekimler tabip odası başkanlıklarına seçildiler. İstanbul 16 yıl aradan sonra, İzmir 24 yıl sonra kadın başkan dedi. Bu bir tesadüf mü sizce?
Tabii ki kadınların çalışma ve toplum yaşamının her yerinde var olması önemli. Sağlık sektöründe, tıpta ve öğretim üyeleri arasında kadınlar sayıca fazla. Ama baktığımızda aynı durumun yönetici kesime yansımadığını görüyoruz. Ben kadın mücadelesinden gelen bir kişi değilim. Tabi ki destekliyorum, içindeyim, ama asıl neden haksızlıklar ve bunun karşısındaki cesaretli tutumumuzdu diye düşünüyorum.
Yine de şunu da unutmamak gerekir. Geleneksel uygulamaların, laiklikten verilen ödünlerin kadını ötekileştirdiği ve eve kapatmak istediği bir dönemdeyiz. Son 15 yılda git gide geriye gidiyoruz. İzmir Türkiye'nin geneline göre bu anlamda daha farklı bir şehir diyebiliriz. Bu durumun, kadın adayı desteklemeye yönelten bir neden olabileceğini düşünüyorum.
'ŞEHİR HASTANELERİ İNŞAATA DAYALI EKONOMİK BÜYÜMENİN BİR PARÇASI'
Hükümet sağlıkta dönüşüm programını başlattığında yönetim sizin de içinde olduğunuz Demokratik Katılımcı Hekimler'deydi. Şimdi geri döndünüz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
TTB ve biz Demokratik Katılımcı Hekimler, sağlıkta dönüşüm programının hekimler üzerinde yarattığı olumsuzlukları hep dile getiriyoruz. Aynı şekilde bu sorunları dile getirmeye devam edeceğiz. Hekimlerle bir araya gelerek bize kendilerini daha yakın hissedecekleri yöntemleri geliştirmeye çalışıyoruz. Bu, hekim meclisinin daha aktif çalışması, onları yerlerinde ziyaret şeklinde ya da komisyonların daha aktif hale getirilmesi şeklinde olabilir. Burada üretimler yapılabilir. Daha önce de yapılıyordu belki ama bunlar daha sınırlıydı.
Dünyanın farklı yerlerinde denenmiş ve sonra vazgeçilmiş olan şehir hastaneleri projesinin hükümet tarafından Türkiye'de hayata geçirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda TTB veya tabip odalarından görüş alındı mı?
Maalesef hiç görüş alınmadığı gibi başından beri yaşanabilecek olumsuzlukları dile getiren çok sayıda çalışma oldu. Özellikle Uludağ Üniversitesi'nde Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan Kayıhan Pala bu konuda bir kitap yazdı. TTB bu konuda bir çalışma grubu kurdu. Hatta geçtiğimiz Ocak ayında İstanbul'da Şehir Hastaneleri Çalıştayı gerçekleştirildi. Her yönüyle ele alındı.
Bu bir kamu özel ortaklığı projesi. Günümüzde inşaata dayalı bir ekonomik büyüme yaratılmaya çalışılıyor. Bence onun da bir parçası bu. Yardımcı sağlık hizmetleri denilen, laboratuvar, görüntüleme, sterilizasyon, ayrıca kafeterya, otopark, temizlik gibi alanların hizmet alımıyla çalışacağını, kamunun orayı yapan şirketlere kira ödeyeceğini biliyoruz. Bu kadar büyük mekanlar oluşturarak, çok büyük miktarlarda paralarla, 25 yıllığına kamuyu borçlandırarak sadece sağlığı düşündüklerini sanmıyorum.
Bu hastaneler çok büyük ve genellikle şehir dışında kuruluyorlar. Şehir içindeki köklü hastanelerin de kapatılacağını biliyoruz. Ek bir yatak kapasitesi de getirmiyor o nedenle. Hekimlerin bir araya gelebilecekleri, sohbet edebilecekleri, vakit geçirebilecekleri alanlar hiç düşünülmemiş. Bu proje bazındayken bile herhangi bir sağlık meslek örgütüne hiçbir şekilde danışılmadığı belli oluyor.
'AYNI ÜÇÜNCÜ HAVALİMANI GİBİ DÜŞÜNÜN'
'Yatak kapasitesi' dediniz. Türkiye’de özel hastaneler de dahil olmak üzere yatak kapasitesi nedir, yeni hastaneler ihtiyaca göre mi yapılıyor yoksa inşaat sektöründeki gibi reel ihtiyacın ötesinde bir uygulama mı söz konusu?
Şu an tam rakamı veremeyeceğim ama sadece yatak kapasitesi artsın diye düşünülseydi o zaman neden eskiler kapatılsın, değil mi? Aynı üçüncü havaalanı gibi düşünün. Sonuçta hastanedeki pek çok hizmet, ihaleyi alan şirketten hizmet alımına dönüştürülmüş olacak. Bu bedeller yıllık kira ücretlerinin dışında ödenecek.
Devletin yıllık hasta garantisi verdiği şehir hastaneleri zaten ticari kar amacının giderek hakim olduğu tıp alanında sağlık personeli ve hastalar açısından ne gibi sorunları beraberinde getirecek?
Çalışan personelin bir kısmı sözleşmeli hale getirilip iş güvencesi elinden alınmış olacak. Hastalar şehirden uzak bu hastanelere ulaşımda güçlükler yaşayacaklar. Hastane içinde bir yerden diğer bir yere gidebilmek bile büyük sorun. Zaten şu anda da hastalarca ödenen katılım paylarının çeşitlenerek artacağını düşünüyorum.
Bir taraftan geleneksel tıp adı altında alternatif tıp uygulamaları sunulurken diğer yandan devasa hastaneler inşa ediliyor. Bu çelişkili bir durum oluşturmuyor mu sizce?
Şehir hastanelerinde uygulanan neoliberal sağlık politikalarını görebilirsiniz. Tamamen şirketleşmiş, AVM tarzında bir hastane. Diğerinde ise modern tıptan uzaklaşma söz konusu. Dinselleşme, gericileşme bağlamında da konuşabiliriz bunu. Tıp dışındaki kişiler tarafından herhangi bir kanıt, bilimsel bir dayanak olmaksızın uygulanabilecek. Başından beri hiçbir dayanağı olmayan bu uygulamalara karşı olduğumuzu, etik bulmadığımızı belirtiyoruz. Yani aslında bir çelişki değil. Hem bu iktidarla birlikte gelen dinselleşme, laiklikten geriye doğru bir gidiş, hem de neoliberal politikaların uygulanması şeklinde bakabiliriz.
'MESLEK ODALARI BAKANLIĞIN BÜROSU HALİNE GELİR'
Peki, devlet hastanelerinin kapatılması hastanelerdeki kamu denetiminin ortadan kalkması anlamına mı gelmiş oluyor? Bu anlamda ne gibi sorunlar yaşanabilir?
Kağıt üstünde şehir hastaneleri de kamu hastaneleri olarak görünüyor. Ancak bu hastaneleri inşa eden firmaların yönetim kurullarında önemli bir etkisi olduğunu söylemek lazım. Bu anlamda gerçek bir kamu denetiminden söz edemeyiz. Çünkü orada herhangi bir hizmetin sağlanabilmesi, en küçük bir malzemenin satın alınabilmesi için hep aynı otorite yetkili kılınıyor. Yani oradan çıkan kararla en küçük bir malzeme alınabiliyor. Bu işleyişi bozan bir şey.
'ONUR HAMZAOĞLU HEM HEM ÖĞRENCİ HEM EĞİTİCİ OLMUŞTUR'
Halk sağlığı alanında önemli çalışmalara imza atan TTB Toplum ve Hekim Dergisi editörü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu tutuklu...
Seçimin kazanıldığı öğrenildiğinde kendisine bir selam göndermiştik İzmir’den. Onur Hamzaoğlu toplum sağlığını ilgilendiren her alanda çalışmalar yapmış, TTB okulunun hem öğrencisi hem de eğiticisi olmuştur. Kendisinin bir an önce özgürlüğüne kavuşması en büyük dileğimiz.
İktidarın TMMOB ve TTB’nin yasal statüsünde değişiklik yapmaya yönelik hazırlıkları olduğu konuşuluyor. Sizin böyle bir durumda geliştireceğiniz yanıt ne olacak?
Bir yasa tasarısından söz ediliyor, ama böyle bir şeye kalkışılmaz diye umuyorum. Anayasayla kurulmuş kurumlar olduğumuz için ancak yasayla bir değişiklik yapılabilir. İktidarın bu konuda ne düşündüğünü, seçimlerin nasıl etki edeceğini bilemiyorum. Şunu biliyorum ki, meslektaşlarımız bu seçimlerle demokratik haklarını kullanarak bir tür yanıt verdiler. Meslek birliklerinin uluslararası bir kabulünün olabilmesi için bağımsız ve özerk kuruluşlar olması gerekiyor. Böyle bir değişiklik gerçekleşirse meslek odaları bakanlığın bürosu haline gelecek. İsim değişikliği de bunun bir parçası olarak görülüyor, etkisizleştirme, itibarsızlaştırma şeklinde.