Prof: Saltık: Kararları uygulanmıyorsa Bilim Kurulu istifa etmeli
Prof. Dr. Ahmet Saltık: "Bilim Kurulu kararları saydam biçimde açıklanmalıdır. Hükümet de beğenmediği önerileri hangi gerekçeyle uygulamadığını veya eksik uyguladığını topluma açıklamalıdır. İktidar rasyonel, bilimsel tavsiyeleri keyfi biçimde uygulamaz ya da kısmen uygularsa; ödeyeceğimiz bedel daha çok ölüm, daha çok hastalık ve ekonominin çökmesi olursa, bilim kurulundaki arkadaşlarımız buna yüksek sesle itiraz etmelidir. Meslektaşlarımızın böylesi bir durumda ‘Biz bir işe yaramıyoruz, söylediklerimiz uygulanmıyor, yangın büyüyor, bu sorumluluğa ortak olamayız’ diyerek istifa etmesi gerekir."
DUVAR - Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık, FOX TV'de katıldığı programda iktidarın korona virüsü salgınına karşı aldığı önlemleri eleştirip, "Bilim Kurulu'ndaki arkadaşlarımızın tavsiyeleri keyfi biçimde dinlenmiyorsa istifa etmeleri gerekir" deyince sosyal medyada TT oldu.
Prof. Dr. Ahmet Saltık, Evrensel'den Birkan Bulut'a verdiği röportajda Bilim Kurulu'yle ilgili görüşlerini anlatmıştı. Ahmet Saltık "Salgını yönetmek dünyanın her yerinde Halk Sağlığı Uzmanlarının işidir. Fakat asıl sorun Bilim Kurulu'nun aldığı kararların uygulanmamasıdır. Demokratik bir toplumda bu kararları kurul sözcüsü açıklar ve harfiyen uygulanır. Ancak ülkedeki tek adam rejimi her şeye tek başına karar veriyor, Bilim Kurulunun da üstünde... O zaman bilim kurulunun da çok bir anlamı kalmıyor. TBMM her gün toplanıp krizi irdelemeli" demişti.
Ahmet Saltık'ın sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
Türkiye'nin bugüne kadar aldığı önlemleri yeterli buluyor musunuz?
Öyle bir aşamaya geldik ki; artık ülke genelinde toplumsal bir karantinayı uygulamada zor bir aşamadayız. Çok yayıldı, geç kaldık. Tanı koyduğumuz olgular ve yaşamını yitirenlerin toplumda enfekte olanlara oranı belki yüzde 10 belki de yüzde 1. Şu an bütün toplumu kapasanız bile ev içinde birbirine bulaşmaya devam edecek.
Hekimler günde en az 15-20 bin test yapılması gerektiğini söylüyordu. Bugünlerde 20 bine ulaşıldı. Test konusunda da geç kalındığını düşünüyor musunuz?
Evet, hala yavaş gidiyor. Test yapılması noktasında konulan ateş, öksürme ve temas öyküsü gibi ölçütler oldukça sınırlayıcı. Türkiye'nin nüfusu 83+5=88 milyon; önceki gün 20 bin test yapıldı, 3 bin olgu bulundu. Yüksek görünüyor ama geç başlamamız nedeniyle olgular birikmiş durumda. Türkiye'nin toplumsal karantina uygulamaktan çok, test ölçütlerini gevşeterek daha çok test yapması gerekiyor. 10-15 gün içinde toplumun yarısını tarayacağız gibi bir hedef konmalı. Japonya, Güney Kore, Hong Kong, Almanya, Singapur gibi başarılı ülkeler böyle yaptı. Güvenilir ve geçerli testlerle taramayla toplumdaki gizli ve taşıyıcıları belirlenip karantinaya almak daha uygun bir yöntem.
Test ölçütü ne olmalı, herkese yapılmalı mı?
Kimi ülkelerde herkese, kırmızı ışıkta duran insanlara bile test yaptılar. Bu konuda gezici takımlar kurulması, bütün başvuruda bulunanlara, hastalara, yurtdışıyla temas öyküsü olanlara test yapılması gerekiyor. Marketlerde, mahkumların ya da hastaların olduğu binalarda kapı kapı gezerek yapılmalı. Çin böyle yaptı ve saptadığı olguları toplumdan ayırdı. Hastalık iyileştikten sonra bulaştırıcılığı bitmiyor. Hiçbir belirtisi olmasa da bulaştırıcılığı 1-2 hafta sürebiliyor.
'BU KRİZDEN SONRA ÜLKENİN YARISI YOKSUL'
65 yaş üzerindekilerden sonra 20 yaş altındakilere de sokağa çıkma yasağı getirildi. Sokağa çıkma yasağı konusunda ne düşünüyorsunuz? Ayrıca evde kalabilmek için ne gibi sosyal, ekonomik önlemler gerekiyor?
Yaygın bir test kampanyasıyla birlikte mutlaka sosyal, ekonomik önlemlere de başvurulması gerekiyor. 65 yaş ve üzerindekiler yaklaşık 8 milyon, 20 yaşın altındakiler ise yaklaşık 27 milyon. Ancak mülteciler ve göçmenleri kattığımızda toplam nüfus 88 milyon. Kısacası sokağa çıkma yasağındakilerin dışında, geriye 53 milyonu aşkın kişi serbest kalıyor. Ancak eve kapattığınız insanlara sosyal ve ekonomik güvence yaratmak, geçinmesini sağlamak zorundasınız. Fakat bütçe perişan, borç gırtlağı aşmış durumda. Hükümet el açmış, insanlardan yardım istiyor. Devlet memurlarından zorla denilebilecek yöntemlerle kesintiler yapılıyor, adeta fermanla salma salınıyor! Bu krizden sonra ülkenin yarısı yoksul. 4 buçuk milyon dar kapsamlı işsizlik var ve bu genişletilmiş anlamda 7 milyondan fazla. 3-4 hafta içinde milyona varan yeni işsiz daha oluştu. Acilen bu insanlara ekonomik sosyal destek verilmesi, işten çıkarmaların engellenmesi gerekiyor.
Bilim Kurulu önerilerinin kabul edilmediği belirtiliyor. Kurul yetkilendirilmeli mi? Bilim Kurulu'ndaki meslektaşlarınıza bir çağrınız var mı?
Bilim Kurulu'nda yalnızca bir Halk Sağlığı Uzmanı var. Eleştirilerimiz doğrultusunda 6-7 Halk Sağlığı Uzmanı daha katıldı, oysa bu en başta olmalıydı. Salgını yönetmek dünyanın her yerinde Halk Sağlığı Uzmanlarının işidir. Fakat asıl sorun Bilim Kurulu'nun aldığı kararların uygulanmamasıdır. Demokratik bir toplumda bu kararları kurul sözcüsü açıklar ve harfiyen uygulanır. Ancak ülkedeki tek adam rejimi her şeye tek başına karar veriyor, Bilim Kurulunun da üstünde... O zaman bilim kurulunun da çok bir anlamı kalmıyor. TBMM her gün toplanıp krizi irdelemeli.
Bilim Kurulu kararları saydam biçimde açıklanmalıdır. Hükümet de beğenmediği önerileri hangi gerekçeyle uygulamadığını veya eksik uyguladığını topluma açıklamalıdır. Umarım Bilim Kurulunda bir tıkanma olmaz. Ancak iktidar rasyonel, bilimsel tavsiyeleri keyfi biçimde uygulamaz ya da kısmen uygularsa; ödeyeceğimiz bedel daha çok ölüm – daha çok hastalık ve ekonominin çökmesi olursa, bilim kurulundaki arkadaşlarımızın buna yüksek sesle itiraz etmelidir. Meslektaşlarımızın böylesi bir durumda ‘Biz bir işe yaramıyoruz, söylediklerimiz uygulanmıyor, yangın büyüyor, bu sorumluluğa ortak olamayız’ diyerek istifa etmesi gerekir.
'VAHŞİ VE İNSANLIK DIŞI BİR SİSTEM'
Pek çok ülkede de sağlık sisteminin özelleşmesinin ağır sonuçları olduğu ortaya çıktı. Sağlıkta piyasalaşmanın sonuçlarına karşı ne yapılmalı?
AKP 2002'de iktidarı aldıktan sonra her alanda özelleştirme yaptı. Sağlık sektörünün önemli bölümü özel sektörün elinde, merkezi bir planlama yapamıyoruz. Örneğin kamunun elinde olsa ne kadar yoğun bakım birimi gerekliyse, nerde gerek varsa oraya götürülür. Ancak özel sektörde toplumun gereksenimlerine değil, kâra göre yatırım yapılıyor. Bunun sonuçlarını ABD'de gördük. En yüksek tıp teknolojisine sahip ülkede, 6 kişiden birinin sağlık güvencesi yok! Evsizler kapatılan otoparklarda, yere serilen yataklarda ölüyor! Sağlık hizmetini parası olana veren, parası olmayana afedersiniz "geber" diyen vahşi ve insanlık dışı bir sistem. Türkiye yıllardır işte bu sağlık sistemine özendi. Yıllardır insanlardan esirgedikleri sağlık harcamalarından daha fazlasını şimdi çaresiz ve verimsizce harcamak zorunda kalıyorlar.
Demek ki görkemli bir şekilde özelleştirilmiş, sermayeye ve sigortacılığa dayalı sağlık sistemleri, böyle bir kamusal sağlık sorunuyla baş edemiyor. Bu yüzden Türkiye'nin de aklına başına alması, kamusal sağlık sistemini kurması, genel sağlık sigortasını kaldırması, birinci basamağı güçlendirmesi, koruyucu sağlık hizmetlerine mutlak bir öncelik vermesi, İspanya'da olduğu gibi sağlık kuruluşlarını büyük ölçüde kamusallaştırması gerekiyor.