Sağlıkta dönüşüm hikâyesi: Altı Kaval Üstü Şişhane
Özgür Erbaş’ın kaleme aldığı 'Şehir Hastaneleri-Altı Kaval Üstü Şişhane', Dipnot Yayınları tarafından yayımlandı. Erbaş, Şehir Hastaneleri'nin yarattığı tahribatı okura sunuyor.
Yağız Alp Tangün
Şehir Hastaneleri, bir sorunlar yumağının içine insanı sağlığıyla birlikte çekmesinden ötürü her ne kadar okunması keyifli bir konu olmasa da Özgür Erbaş’ın çalışması neyi, nasıl yaptığını anlatarak ilham veren kılavuz araştırmalardan biri. Dipnot Yayınları tarafından basılan kitabın alt başlığı ise “Altı Kaval Üstü Şişhane”, bu deyim muhtemelen Şehir Hastaneleri ilgili en açıklayıcı ifade olabilir. Tam da bu deyimden yola çıkarak, kitabın kılavuz yönünü güçlendiren anlatımın iki güzergâhı bulunduğu söylenebilir. İki güzergâh, hem sağlık sistemindeki hem de mekândaki çelişkileri kat etmeyi kolaylaştırıyor.
İlk güzergâh, yoğun bir araştırmacılık faaliyetinin cömert bir anlatısı. Bu anlatının tarihsel bağlamı, kapitalist dünya sisteminde Türkiye’nin konumunu gözeten ve piyasa bazlı sağlık reformlarının akışını bu izlekte okuyan bir mesafe sunuyor. Erbaş’ın incelemesine tarihyazımı niteliği kazandıran bu mesafenin gücü, reform sürecini mümkün kılan hukuki düzenlemelerin devlet-sermaye ilişkileriyle beraber okunması sayesinde artıyor. Ve sanırım bu sebepten ötürü, Şehir Hastaneleri’nin ortaya çıkış serüveni bir bakıma kısa Türkiye tarihi izlencesi haline geliyor. Fakat kitabın salt kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi anlatısı olmadığını, titiz bir işçilikle hafıza tazeleyen arşivci yönünün ağır bastığını da vurgulamak gerekir.
İkinci güzergâh ise, ilkiyle aynı tarihsel bağlamda bulunan fakat bu kez bir çatışma ilişkisinin aktörleri ve onların toplumsal mücadeleye sunduğu katkıların aktarımıyla şekilleniyor. Bu bakımdan kitapta, Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) Şehir Hastaneleri ile ilgili yürüttüğü hukuk mücadelesinin bir kaydı mevcut. Bu kaydın tutulmuş olması her şeyden önce sağlık hakkının temel bir hak olduğunu savunan, kamu etiğini gözeten bir meslek örgütü olduğunun unutulmaması ve yapabileceklerinin hiç de yabana atılmaması gerektiğinin anlaşılması için önem arz ediyor. Erbaş’ın, konuya dair İletişim Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı Şehir Hastaneleri başlıklı derleme eser ile TTB’nin Şehir Hastaneleri İzleme Grubu’nun faaliyetlerine sunduğu katkılar yanında, şüphesiz, bu çalışması da mücadelenin önemli bileşenlerinden biri olmuş.
HAFIZALARA SU VERMEK
12 Eylül 1980 darbesiyle hayata geçirilen reformlar, pek çok alanda olduğu gibi sağlık hizmetlerinin üretilmesini de piyasa gereklerine göre düzenlemiştir. O yüzden Şehir Hastaneleri’nin ortaya çıkışı belli bir sürecin sonuçları çerçevesinde değerlendirilmelidir. AKP tarafından 2003 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında Şehir Hastaneleri yapılsa da henüz AKP’nin olmadığı dönemde bu hastane modelinin önünü açan önemli bir düzenlemeye dikkat çekiyor, Erbaş. Şehir Hastaneleri’nin işletme modeli olan kamu-özel ortaklığının, yani devlet ve sermaye işbirliğinin, önünü açan 1999 yılındaki Anayasa değişikliğinden güç aldığı ısrarla hatırlatılmış. Değişiklik ile kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, özelleştirme ile sermayedarlara tanınan imtiyazların uluslararası tahkim mahkemeleri tarafından hukuki güvence altına alınması âdeta devletin dönüşümünün yönünü göstermiş. Kitaptaki bu hatırlatma, dönemin siyasi partilerinin (Doğru Yol Partisi, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Anavatan Partisi, Fazilet Partisi) bugünün sosyo-ekonomik koşullarının belirlenmesinde ne kadar söz sahibi olduklarını meclis tutanakları eşliğinde sunuyor.
Değişiklikte geçen özelleştirme kavramının mimarları, dönemin DSP-MHP-ANAP bileşenlerinden müteşekkil koalisyon hükümetinin liderleri: Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz. Milletvekillerinden büyük destek alan bu değişikliğe karşı çıkan bir isim olan Kamer Genç’in mücadelesinden ayrıca bahsedilmiş. Anayasa değişikliğine dair meclis görüşmelerinde Kamer Genç tarafından dile getirilen eleştiri, bugün sağlık sisteminde yaşanan adaletsizliğin de erken bir ifadesi olmuş:
“Sermaye, her yerde söz sahibi olmak isteyince, karşısında da güç tanımıyor. Bizim buradan söylemek istediğimiz, bunlar, gelecekte devletin başına kurulan önemli tuzaklardır. Bu tuzaklara yer vermememiz lazım. Türkiye’de sermayenin gücünün karşısında durulamıyor, bunu herkes biliyor. Türkiye’de maalesef, sermaye, holdingler istedikleri zaman belirli dayatmalarla, belirli kanunları da çıkarıyorlar, o kanunlara bağlı tasarrufları da yapıyorlar.”
SAĞLIK ALACAĞIMIZ VAR
Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi elbette Şehir Hastaneleri’nin çok daha öncesinden başlıyor. Ancak Şehir Hastaneleri, kamusal sağlık hizmetlerinin sunulmasında ilk defa devlet ve sermayenin ortak girişim örneği. Türkiye’de daha önce yol, tünel, köprü gibi ulaşım projelerinde ya da çeşitli enerji altyapı yatırımlarında piyasacı işletme modellerinin kullanıldığı biliniyor ancak sağlık hizmetlerinde bu uygulama bir ilk. Bu uygulamayı besleyen ortaklık ilişkileri olduğu kadar çatışmalar da... Erbaş’ın “altı kaval üstü şişhane” diye tarif ettiği, hem sağlık sistemine hem hastaneye dair çelişkilere ebelik yapan da bu uygulamadan başka bir şey değil aslında. “Kamumuza Kıydılar” bölümünde Şehir Hastaneleri’nin Elazığ, Isparta, Mersin, Ankara ve Adana’daki örnekleri üzerinden çelişkilerin işleyişin bir parçası haline getirildiği anlatılmış.
Ucuz malzeme, yerine getirilmeyen taahhütler, kötü plan, erişim zorlukları gibi pek çok sorun çelişkilerin sadece bir boyutu. Hastaneye dair alışık olmadığımız başka çelişkilere de yer verilmiş kitapta: hastanede dolaşan ginger ve golf arabalarına doktorlar binemiyor, sağlık çalışanlarına yönelik şiddete karşı basın açıklaması yapmak isteyenler “burası özel mülk” denilerek engelleniyor, araştırma hastanesi ilan edilmesine rağmen akademik kadro ve kütüphane bulunmuyor,acil servisin standartları aşan büyüklüğü hasta kayıplarına mahal verecek ölçüde, sağlık çalışanları kıyafetlerine çip takılıp takip ediliyor... Buranın bir hastane olduğunu unutturan ama bir şekilde yeniden hatırlatan bir şeyler var gibi görünüyor. Yazarın yer verdiği ölçüde TTB tarafından sürdürülen hukuk mücadelesine, hastaneler hakkında oluşturulan raporlara ve araştırmacı gazeteciliğin aktardıklarına bakılırsa burada avm-otel-fabrika arasında salınıp duran bir şantiyeden bahsediliyor. Bu çelişkiler yumağı kitabın “Avnusallah’ın Hastaneleri” bölümünde geçen Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1930 tarihli Utanmaz Adam romanındaki ‘şifahane’ dolandırıcılığı etrafında çözülmüş. Muhasebecilik oyunlarıyla faturaların hizmete göre nasıl şişirildiği, uygulanan işletme giderlerinin kalem kalem nasıl düzenlendiği somut örnekleri ve raporlara dayandırılarak aktarılmış. Daha da ötesi bu projeler için çekilen yüklü miktarda kredilerin, küresel sermaye akışı için önemli olduğu kadar gücünü borç ekonomisiyle pekiştiren otoriter rejimlerin yönetme kapasitesi açısından da önemi vurgulanmış. Ama en çok da diğer bir güç odağının, sağlıktan yana alacaklı olanın biz olduğumuzu unutturmayacak elin gücü not düşülmüş.
Erbaş bize, sağlık sistemindeki dönüşümü, kolektif politik mücadelenin ürünü olan bir sahadan gelerek ama kendi hukukçu gözüyle ve araştırmacı diliyle sunuyor. Bunun yanında açık kaynakların kullanımını özendirir biçimde bir araştırmacı faaliyet yürütme cesareti ve yollarını duyarlı okurla paylaşıyor. Erbaş’ın eseri, Şehir Hastaneleri’ni incelese de sahip olduğu genel çerçeve ile okurun ufkunu ve ilgili okur profilini genişletiyor. Böylelikle çalışmanın, sağlık sistemini ve diğer tüm alanları etkileyen dönüşüm sürecini yakın dönem Türkiye tarihinden notlarla okumak isteyen herkes için faydalı bir kaynak olma niteliği öne çıkıyor.