'Sahi ne oldu senin o işe iade meselesi?'

Geçen hafta üniversiteden bir çalışma arkadaşımla konuşurken “o kadar çok oldu mu?” dedi. Çok oldu. İnsanlık için az, benim için çok zaman geçti.

Google Haberlere Abone ol

Cansu Akbaş Demirel

Bugün 6 Ocak 2023. 6 Ocak 2017’nin üzerinden 6 sene geçti. O zaman da 6 Ocak 2011’in üzerinden 6 sene geçmişti. Biraz karışık oldu gibi ama çok net bir hesabı var aslında. 6 Ocak 2011’de Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak başladığım işimden, göreve başlamamdan tam 6 sene sonra 6 Ocak 2017’de bir OHAL KHK’sı ile ihraç edildim. İhraç edildiğim günden bu yana da tam 6 yıl geçti. Yarından itibaren bir akademisyen adayı olarak üniversitede geçirdiğim süreden daha fazlasını üniversitedeki görevimden ayrı geçirmiş olacağım. O sebeptendir ki, kişisel bir muhasebe sürecinde kaleme alınıyor bu yazı.

“Üniversitedeki işimden ihraç” demek, benim koşullarımda “kamu görevinden ihraç” sözünden daha geçerli hale geliyor. Çünkü kamu görevi benim ailemden aldığım öğreti, hayat deneyimim ve kendi değerlerim doğrultusunda öyle sonradan kanunlaştırılmış ama aslında kanun hükmünde olan, olağanüstü durumlar için dahi geçerliliği tartışmalı ama olağan hallerde hiçbir biçimde kabul edilemez birtakım düzenlemelerle üzerimden alınabilecek bir sorumluluk değil. Çünkü insan hakları, yalnızca üzerinde akademik olarak çalıştığım bir alan olmadığı gibi, eşitlik fikrini de yalnızca görev tanımım gereği savunmuyordum. Bugün de öyle yapmıyorum.

Çünkü bu 6 yılda, kampüse gitmeden de bu konularda konuşabildim, yazabildim. Tıpkı üniversitede çalışmaya başlamadan önce gönüllü olarak yaptığım gibi. Salonlarda seminerler verebiliyorum, istersem online derslerle isteyenlere de ulaşabilirim. Mekânsal olarak bir araya gelmemin mümkün olmadığı pek çok kıymetli hocamla, üniversitedeki odalarımızı boşalttıktan sonra çok daha fazla mesaimiz oldu. O hocalarım bazen tezlerini nasıl yazdıklarını anlatıp bana ilham oldular, bazen yemek tarifi verdiler, bazen kızıma battaniye ördüler. Sadece tavsiyelerini değil, hediye ettikleri süslü küpelerini de taktım kulağıma, hala takıyorum. Tüm bu deneyimden çok şey öğrendim öğreniyorum. Üniversitedeki bazı arkadaşlarım ve bazı hocalarımla da kapıları hiç kapatmadık. Kahve molalarında olmasa da kahvecilerdeki buluşmalarımızda hala birlikteyiz.

Çünkü pek çok biçimde üniversite ile bağım sürüyor. Sürsün diye uğraşıyorum. Doktoramı tamamladım, kendi alanımda çalışmalarıma devam ediyorum. Anayasa Mahkemesi, ihracıma gerekçe olan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı Barış Bildirisi metninin bir suç unsuru oluşturmadığı yönünde karar verse de hala işe iade edilmediğim için, arada da duruşmalara gidiyorum. Yakınımdaki avukatlar hukuki mücadelenin zaman alacağını söylemişti, o yüzden buna kendimi hazırlamaya çalıştım. Ama işte bugün 6 yıl bitiyor. Geçen hafta üniversiteden bir çalışma arkadaşımla konuşurken “O kadar çok oldu mu?” dedi. Çok oldu. İnsanlık için az, benim için çok zaman geçti.

Benden önce de ihraç edilenler oldu. Hiçbir biçimde yapmak istediklerini yapamayanlar, intihar edenler, hayatını kaybedenler, yurtdışına gidenler, yalnız kalanlar ya da ekonomik zorlukları nedeniyle hiç yalnız kalamayanlar oldu. Her şey birer virgülle ayrılamayacak kadar çok iç içe geçti. Bir yandan, tüm bu yaşananlarla karşılaştırınca pek çok bakımdan hiçbir zorluk yaşamamışım gibi. Öyle görüleceğini bildiğim için de mahkeme salonları dışında bunları hiç konuşmak istemedim. Öte yandan bugün 6 Ocak ve benim de boğazımda duran kocaman bir yumru. Çünkü insanlık için kısa, ama adalet için çok uzun bir zaman geçiyor.

Tam bu noktada, yeni bir yılda -yine de- bir şeyler ümit etmenin alışkanlığıyla; herkes ve her şey için adaletin, barış içinde birlikte yaşamanın, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmenin mümkün olmasını diliyorum. En azından herkesin bunu denemeye bir niyeti olmasını diliyorum. Annemin dediği gibi biraz “geçinmeye niyeti(miz) olsa” yeter aslında… Hem kim bilir, belki sonra başka şeyler de konuşuruz.