YAZARLAR

Şahitlik yasağı, içki yasağı, anti-medeniyet pamuğu

İçki yasağı kültürel düşmanlıktan kaynaklanıyor, fotoğraf çekme yasağı bir anti-hukuk işlemi ve yurttaş düşmanlığına yaslanıyor. Hepsi birbirini besliyor, birbirinden çıkıyor, birbirini açıklıyor.

Bir pandemi değil iki pandemi var. Biri viral, biri yönetsel. Biri bedenimizle ilgili biri onun tepesine dikilmiş devletle. İkisinin de ne yapacağı, nereye varacağı belirsiz, nerede duracağı belirsiz. Belli olan tek şey var ikisinin de birbirini çok sevdiği, birbirine çok benzediği: İkisi de insanı hapsolmaya zorluyor, sadece evlere değil, çaresizliğe.

Hukuk tanımama, kendi ilan ettiği hukuka bile uymama ve yönetimi bu hukuksuzluk üstüne bina etme pandemisi, hukuka dair elde avuçta akılda ne kalmışsa onu da durmadan tersine çevirme yoluyla imha etme pandemisine (yani anti-hukuka) bu hafta viral pandemi önlemlerini kötüye kullanmanın yeni yolları eklendi. “Tam kapanma” denildi, işçiler hariç, burası artık kesinden de kesin: Viral pandemi, eşitsizlikleri, adaletsizlikleri derinleştirmek için fırsat yönetime göre.

Fakat bu yeter mi hiç, aynı fırsattan birkaç post çıkarmamak böyle bir dünya devletine yakışmayacağı için, pandemi tedbiri diye içki satışı yasaklanması geldi. Elbette adını başka koyarak, Fransa’da var, İngiltere’de var aynı tedbir açık yalanı eşliğinde. İhtiyacı olduğu için yalana başvurmuyor yönetim, bir gerekçeye ihtiyacı yok ki herhangi bir ihlali ilan ederken bunun için olsun, yalana gücünün sınırsızlığını göstermek için başvuruyor, istediğimi yaparım istediğimi söylerim, diyor özetle. Yani kandırmıyor, güç gösteriyor. Tabii, “kültür savaşı” oyununu oynadığını biliyor, “inançsızların alkolünü kıstık, bak nasıl bağırıyorlar” demek bütün mesele. Yine biliyor ki muhalefet, “ama bu otoriterleşme” filan demekten öte bir iş yapacak değil, Amerika başkanına suç duyurusu filandan fırsat bulursa o da. Oysa otoriterleşme durağını çoktan geçtik, yeni devlet kuruldu, onun yurttaşı sayılacaklarla kölesi ve düşmanı sayılacaklar arasındaki sınır çizgileri çiziliyor günbegün.

Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş imzasıyla yayınlanan genelge... 

KİMİNE YASAK KİMİNE HAK

Sınırlardan biri dün genelge olarak kendisini gösterdi: Emniyet Genel Müdürlüğü, müdür imzasıyla, polisin olası hukuk dışı fiillerine şahitlik yapmayı, onları kayda geçirmeyi yasakladı. Bir iki hafta önce bir toplu taşıma aracının kapısına dayanmış, lanlı lunlu nezaket cümleleriyle bir yurttaşa laf ve yumruk yetiştirmeye çalışan bir polis memurunun, olan biteni görüntüleyen bir başka yurttaşla girdiği ağız dalaşının genelge haline gelmiş hali bu. Gerçekten de görüntülediği polisin “işini yapmasını engellemiş”ti görüntüyü kaydeden yurttaş, polisin işi eğer yurttaşlara hakaret ede ede üstlerine yürümekse.

Genelgenin gerekçesi sadece “işini yapmayı engelleme” değil tabii, çok haklı, çok makul, çok yerinde, çok anlaşılır laflar var: Özel hayatın gizliliğini korumak, kişisel verilerin hukuka aykırı işlenmesi ve paylaşılmasını engellemek, kişi güvenliğine zarar gelmesini önlemek filan. İşe alınacak kişiler hakkında “güvenlik soruşturması” yapan, insanlar aleyhine yedi göbek sülalelerindeki diğer insanlara dair topladığı bilgilerle işlem yapmayı idari beceri zannetmemizi isteyen devletin genelgesi bu. Yanına sözüm ona gazetecileri, kameramanları alıp lokanta, dönerci, işyeri, ev basan polisin normal kabul edildiği devletin genelgesi. Devlet ve onun görevlileri ile devleti yönetenlerin desteklediği medyaların bu hak ve özgürlüklere karşı muafiyeti var, fakat polisin hukuksuz işlerine karşı yurttaşın delil üretme, şahitlik yapma hakkı yok.

Tabii Yargıtay’ın da içtihat değiştirme vakti geldi, bu genelgeye karşı eski görüşünü, yani ani gelişen olaylara ilişkin ses ve görüntü kayıtlarının (suç oluşturmak şöyle dursun) delil olarak kabul edilebileceği görüşünü terk etmesi gerek. Ziyanı yok, önüne gelen ilk dosyada yapar bunu, çünkü anti-hukuk sadece hukuk mantığını ve normlar hiyerarşisini terse çevirmekle kalmıyor, bürokratik hiyerarşiyi de terse çeviriyor: Polis ne derse yargıç da onu kabul eder. Genelge meselesinin vahameti için bu kadar lafa ihtiyaç yok diyenler haklı, iki örnek yeterli: Amerika’da George Floyd’un polis tarafından katledilmesi, eğer o görüntü olmasa belki de hiç bilinmeyecekti. Diyarbakır’da Kemal Kurkut cinayeti, Abdurrahman Gök’ün çektiği fotoğraflar olmasa “teröristin etkisiz hale getirilmesi” olarak kayıtlara geçecekti.

DÜŞMANLIKLARIN İMAMI

Viral ve yönetsel pandemiye bir de kültürel pandemi eşlik ediyor tabii ki. Bir imam, ama sıradan bir imam değil, minberine kılıçla çıkılan Ayasofya’da da görev yapacak kadar devleti yönetenlerin sevdiği bir imam, dün lümpenliğin neredeyse alametifarikası sayılacak “pamuk tıkama” lafını uluorta kullandı. İmam efendi kızmış besbelli, haksız da sayılmaz, Ayasofya’da tutunamadı, daha doğrusu çenesini tutamadığı için gözlerden uzak bir yere alındı. Gözlerden uzak olmayı sindirememiş ki kamu önünde, alenen, hiçbir edebe adaba sığmayan lafları etmekte beis görmedi. Bir zamanlar, imam-öğretmen karşıtlığı varmış gibi analizler yapma modası yaygındı, işte cumhuriyetin öğretmeni toplumun-dinin imamının yerini, saygınlığını, ağırlığını dolduramadığı için siyasal İslam’ın siyaseten başarılı olduğunu söyleyenler bile olmuştu. Bu imam, o karşıtlığın fazlasıyla uyduruk olduğunun kanıtlarından biri, mesele ağırlık, saygınlık filan değil güç, üniversiteleri fuhuş evi sayan profesör, dönerciyi kameralar eşliğinde azarlayan vali, vatandaşa “İndir şu arka ayaklarını” diyen kaymakam, hukuk bendinden boşalmış güce yaslanan iktidarın sıradan alametleri hep.

Hukuka aykırı içki yasağını gerekçelendirmek için kullanılan yalan, hukuka aykırı görüntü kaydetme yasağını gerekçelendirmek için kullanılan anti-hukuk mantığı (o da bir tür yalan) ve imam efendinin herzeleri, aynı temel hadiseye dayanıyor: Yapma gücü olduğu için yapılıyor bunlar hep. Çıplak güç bu tabii ki, hukuki ya da toplumsal bir güç değil. İçki yasağı kültürel düşmanlıktan kaynaklanıyor, fotoğraf çekme yasağı bir anti-hukuk işlemi ve yurttaş düşmanlığına yaslanıyor, pamuk tıkama işi ise kendisini sevmeyen herkesi toplum dışı kabul eden anti-medeniyet lafı, hepsi birbirini besliyor, birbirinden çıkıyor, birbirini açıklıyor.

Çürümemiş bir şey kaldı mı Danimarka krallığında?