Şahsiyet’ten Serdar Ortaç’a hastalığın medya temsilleri
Hayatın gece karanlığı olarak deneyimlenen hastalık süreci; benliğin kendisini gerçekleştirebileceği, yapamadıklarını yapacağı, sınırsız fırsatların sunulduğu bir macera olarak yeni bir anlam kazandı.
Murad Karabulut
“Hastalık hayatın gece karanlığıdır” diye başlar kitap(1). Benliğin yaşamı kavrayışında büyük bir renk kaybı, başka bir yaşam farkındalığı ve tekinsiz bir dünyanın deneyim başlangıcıdır. Sağlık profesyonellerinin eğitilmiş bakışları altında küçük bir şüphe, hızlı bir tanı bireye başka dünyanın kapılarını açmaya yetiyordu. Neşenin, eğlencenin, renklerin, coşkunun, yaşam enerjisinin, gücün kaybolduğu bir dünya deneyimleniyor ve temsil ediliyordu.
Tıbbi paradigmadaki merkezi ağırlık hastalıktan sağlığa doğru değişmektedir. Bu değişim hastalığa dair yeni kavrayış biçimleri geliştirmekte ve bu kavrayış kendisini medyada farklı şekillerde temsil etmektedir. Hayatın gece karanlığı, “ikinci yurttaşlık” olarak deneyimlenen hastalık süreci; benliğin kendisini gerçekleştirebileceği, yapamadıklarını yapacağı, sınırsız fırsatların sunulduğu bir macera olarak yeni bir anlam kazandı. Güçsüz bireyin yetersizlikleri yerini “güçlü” bireyin hastalık fırsatı ile birlikte kendi hayatında neler yapacağına dair bir meraka bıraktı. "Neden ben" sorusuna eşlik eden dramatik müzikler ve donmuş görüntüler yerini "iyi ki ben" neşesine ve kutlamasına bıraktı. Hastalık ile piyango arasında ince bir çizgi kalana kadar sınırlar belirsizleştirildi.
GAİN platformunda yayınlanan Şahsiyet dizisi hastalık kavramının medyadaki dönüşümünü anlamak için oldukça iyi bir örnek. Dizinin başkarakteri Agâh Beyoğlu alzaymır (alzheimer) teşhisi konulan ileri yaşlı birisidir. Fakat hastalık Agâh Beyoğlu için bir engel değil aksine kendisini gerçekleştirmek için bir fırsat olacaktır. Dizinin tanıtım cümlesi tam da bu noktaya işaret etmektedir: “Madem ki bu dünyada hafızanı ele geçirdiler, o zaman neyi unutup neyi hatırlayacağına artık sen karar vereceksin.''
Agâh Beyoğlu’nun doktoruyla konuşması ve hastalık tanısı alma süreci iki farklı şekilde okunabilir. İlk olarak durgun hareketler, dramatik bir sorgulama ve kasvetli bir müzik eşliğinde “neden ben?” sorusuna cevap arayan birisi olarak Agâh Beyoğlu karşımıza çıkmaktadır. Bu temsil edilme biçimi hastalık merkezli tıbbi paradigmanın medya temsillerini hatırlatmakta, özellikle geleneksel medyadaki temsil biçimlerini çağrıştırmaktadır. Söz konusu temsilde seyircilerin hastalık tanısı almış bireye dair beklentileri daha ağır basmaktadır. Karakter hastalığın ele geçirdiği bir beden olarak kavranmakta ve hastalıkla ilişkisini bu kaçınılmaz sona göre düzenlemektedir. Seyircilerin gözünde acınacak bir hale gelene kadar kendisine verilen role, serüvenine devam etmektedir. Yaprak Dökümü’nde Ali Rıza karakterinin hastalığı, Aşk-ı Memnu’da Beşir’in hastalığı seyircilerin gözleri önünde ilerlemiş ve en son seyircilerin acıma duygusu ile karakterlere eşlik ettiği bir temsile dönüşmüştür. Bu temsil, dizilerin yayınlandığı dönemdeki basılı veya dijital medyada da aynı anlam noktasından kavranmış ve karakterlerin hastalıkları “büyük hastalıklar” olarak duyurulmuştur. Aile babası olarak Ali Rıza’nın güçlü, kudretli birisinden düşmanının eline düşecek kadar güçsüzleşmesi hastalığın bir sonucudur. Bu temsil biçimiyle hastalık gün sonunda bireyi güçsüz düşüren, onun benliğini silen bir temsil yaratmakta ve bu dönüşümü de seyircilerin gözünün önünde gerçekleştirmektedir.
Agâh Beyoğlu’nun hastalık tanısını kabul etme sürecine dair bir diğer okuma ise hastalığın benliğin kendisini gerçekleştirme fırsatı olarak yeni anlam kazanması ve bu anlama yönelik temsillerinin dönüşmesidir. Agâh Beyoğlu kısa bir süre sonra hastalığı bir fırsat, şans olarak görecek, benliğini-şahsiyetini keşfedeceği belirsiz bir serüven başlangıcı olarak konfetiler, çılgın müzikler ve danslar ile birlikte kutlayacaktır. Bu temsil edilme biçiminde seyircilerin hastalık tanısı almış bireye yönelik beklentileri ise belirsizleşmiş ve neredeyse kaybolmuştur. Hastalık bireyi güçsüz kılan bir noktadan, bireyin kendisini keşfedeceği, toplumsal adaleti sağlayacağı bir noktaya doğru değişmiş ve seyircilerin acıyarak baktığı bireysel temsillerden farklı olarak insanların gurur duyacağı bir adalet savaşçısına doğru dönüşmüştür. Hastalığın düzenli ve bireyi günden güne yok eden doğrusal seyri kırılmıştır artık. Hatta öyledir ki hastalık ikinci sezonla birlikte “mucizevi” geri dönüşleri de içerisinde saklayan büyük bir piyango kutusuna dönüşmüştür.
Hastalık tanısı Şahsiyet’te Agâh Beyoğlu’nun kendi benliğini toplumsal bir adalet mücadelesinde araması olarak temsil edilirken Serdar Ortaç’ın oynadığı reklamda(2) bireyin kendi özüne yolculuğu, gerçek benliğine kavuşması olarak temsil edilmektedir. Serdar Ortaç yaklaşık yedi yıl önce bir markanın reklam filminde depresyon hastalarına öğütler veren bir rolde oynamıştır. Depresyon tanısı almış bireylere hastalığa nasıl bakmaları gerektiğini şarkıları ile birlikte anlatmıştır. Reklam şöyle başlamaktadır: “Depresyonda mısın, hiç dert değil, çünkü Serdar Ortaç sana bu durumdan nasıl kurtulacağını anlatacak.” Reklamın devamında oturduğu ışıklı tahtından tek tek önerilerini sıralamaktadır. Ortaç’ın oynadığı reklamda depresyon intihara sürükleyen ciddi bir hastalık olarak değil bireyin kendisine kurduğu yalancı bir dünyadan çıkabileceği bir fırsat olarak sunulmaktadır. Sanatçının şarkıları değiştirilerek kurgulanan bu yaklaşımda depresyon bireyin onu üzenleri (mikropları) hayatından atacağı bir dönem olarak gösterilmektedir. Bireyin kendi gerçek benliğini bulma sürecinde daha güçlü olacağı bir fırsatlar dünyası olarak hastalık anlatısı bu reklam filminde de oldukça baskındır.
Son olarak toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıldığında hastalıkların güçlü temsillerinde erkeklerin başrolde olduğu ayrıca dikkat çekicidir. Şahsiyet dizisinde aynı tanıyı almış kadın karakter hastalığa yenik düşmüş, hiçbir şey hatırlamayan ve bakıma muhtaç birisi iken erkek karakter güçlü, sadece hastalıkla değil toplumsal adalet konusunda da mücadele veren bir temsile sahiptir. Serdar Ortaç’ın ışıklı tahtında kadınlara yukarıdan bakarak öğüt vermesi de aynı temsilin farklı bir görüntüsüdür. Ortaç tek başına tahtında oturan güçlü erkek ve etrafında depresyondan “kırılan” birçok kadın bulunmaktadır.
Yeni tıbbi paradigmada birçok temsil dönüşmekte ve medya da bu dönüşümlerin merkezinde, bütün bakışların odak noktasındadır. Bu nedenle yeni temsil biçimlerini konuşmaya ve değişen kavramları anlama çalışmasına devam edeceğiz.
NOTLAR:
(1) Sontag, S. (2015). Metafor Olarak Hastalık: AIDS ve Metaforları (O. Akınhay, Çev.). Can Yayınları.
(2) Serdar Ortaç’ın bu reklam filmi eski olmasına rağmen tekrar tartışıldığı için dikkatimi çekti. Yazıda iddiayı güçlendiren başka bir örnek olarak ele alındı ve şuradan izlenebilir.