Sahte enflasyonla hakiki soygun!
“Yalan oran”la gelirinizin iki söküğü tamir ediliyor… “Hakiki oran”la ciğeriniz sökülüyor. İşçiler, dar gelirliler bir sınıf halinde bütün sermayeye, sermayenin bir kısmı da hamili kartlı sermayeye kaynak aktarıp duruyor! Bu sistemi organize etmek için hakikaten “iktisat diploması” gerekiyor… Yani ben ikna oldum!
Bir yalan ile bir hakikat birleşiyor…
Ve yoksullardan, dar gelirlilerden, milyonlarca işçi, memur, emekliden muazzam bir kaynak aktarımı gerçekleşiyor.
Yalan, resmi enflasyon.
Ve sözde onu yakalaması için “iyileştirilen” asgari ücret, ücret ve maaşlar vb.
Hakikat ise, çok basit, hakiki enflasyon.
TÜİK'in vik vik yapıp emirle gizlediği, ama ahalinin markette, çarşı pazarda, benzin pompasında, ulaşımda, elektrik, su ve gaz faturasında, sokakta karnını doyurmak isterken, evladına iki parça bir şey almak isterken çarpıldığı hakiki, sahici, fiili, acımasız enflasyon.
Onun yüzde kaç olduğunu, sözde yükseltilen sabit gelirleri fiilen nasıl kemirip yuttuğunu ENAG açıklıyor:
TÜİK'in devlet sansürlü tüketici enflasyonu yüzde 78,6 iken, ENAG’ın gerçekçi oranı onun iki katından da fazla, yüzde 176 kadar.
Sansürcü devletin fazla terennüm etmediği toptan eşya ya da üretici enflasyonu da zaten yüzde 138. O fiyatlar da üreticiden çıkıp tüketici fiyatının içine koşuyor zaten.
“Yalan”, sabit gelirlilerden kıvrak gelirlilere kaynak aktarıyor.
Yani çocuğunuzun sütünden, hastanızın ilacından, yediğiniz içtiğinizden, bir tatil hayalinden, eve yeni bir eşya alma fikrinizden çalıyor…
Fiyatları ve gelirleri oynak kılabilenlere aktarıyor.
O sansürlü yüzde 79’un içinde dahi, ulaşım yüzde 123, gıda ve alkolsüz içecek yüzde 94, ev eşyası yüzde 81 ile diş göstermiş…
Üretici enflasyonu sansürle bile yüzde 138 iken, elektrik-gaz üretim ve dağıtımında yüzde 370, enerjide yüzde 318, petrol ve doğal gazda yüzde 270 kadar.
Hesap basit.
Geliriniz, ailenizin geçim kaynakları bunlar kadar artmıyorsa, sadece “yalan oran”ı yakalayacakmış gibi biraz yükseltilip bir de sizden oy bekleniyorsa; sofranızdan, rüyanızdan çalınıyor demektir.
İstisna ne olabilir?
Böyle dönemlerde “borçlular” kârlı görünebilir mesela.
Kredi kartı borcunuzun yükü, almışsanız, kredi faizi oranı enflasyonun çok altında, evet.
Yani “borçlular”a da bir kaynak aktarımı var. Tasarruf sahiplerinden.
Kiracılara da ev sahiplerinden.
Ama borçluyu ezeli ve ebedi borçlu; kiracıyı ezeli ve ebedi kiracı kalmaya mahkûm eden bir sistemde.
Kiranız enflasyon karşısında reel olarak düşük kalmışsa bile, kiraya ayırabileceğiniz bütçe öyle küçülmüş ki zaten.
Gelirinizle de o kart borcunu, kredi yükünü kapatmaktan çok çok uzaksanız, reel faizin düşük olması fazla fark etmiyor muhtemelen.
Bankanın ısrarıyla filan limit de yükselmişse, “asgari ödeme tutarı” yüzde 40 olmuş, siz yatırdığınız parayı tekrar (daha yüksek faizli) kredi olarak çekip duruyorsunuz belki de.
Lakin büyük kredi borçluları, hani bilhassa kamu bankaları kaynaklarını zaten sünger gibi emip bir de o devasa borçları erteletenler, ödemeyenler, süründürenler, ahbaplar, üçlüler, beşliler de “kredi borçlusu.”
Bir oradan yazılıyorlar büyük kaynak aktarımına…
Bir de sizin sabit ama fiilen eriyen gelirinize; elektrik, gaz, market ve paket olarak saldıran faturalar ve etiketlerle.
Bu seçilmiş vatandaşlar devletin ve belediyelerin kamu ihaleleri, özelleştirmeler, hazine arazileri rantı, dağların tepelerin derelerin kıyıların istila ve işgali, sermayenin el değiştirmesi, ha bir de döviz kurunun mehterana yazılması sayesinde (tabii iş de yaptılar!) bilhassa “devlet ve iktidara şükranla” güzel günler gördüler.
O deniz biterken…
Geriye iki önemli kaynak kalmıştı:
Ucuz kredilerle kaynak aktarımının sürmesi. “Haram faiz”in düşük tutulması.
İkincisi de, artık mecali kalmayan ekonomide büyüme bir şekil sürerken, enflasyonun gemi azıya alması.
Böylece halkın enflasyon haracına bağlanması!
“Yalan oran”la gelirinizin iki söküğü tamir ediliyor…
“Hakiki oran”la ciğeriniz sökülüyor.
İşçiler, dar gelirliler bir sınıf halinde bütün sermayeye, sermayenin bir kısmı da hamili kartlı sermayeye kaynak aktarıp duruyor!
Bu sistemi organize etmek için hakikaten “iktisat diploması” gerekiyor…
Yani ben ikna oldum!
Sözü burada, Süleymaniye Vakfı Başkanlığı yapan İslam Hukuku Profesörü Abdulaziz Bayındır Hocamıza bırakayım:
“Enflasyon, en yüksek kazancı en kolay şekilde sağlar. Bu kazancı harcamak da kolay olur.
Böyle yerlerde sefaletle lüks hayat bir arada görülür.
Aile bağları zayıflar, boşanmaların ve başıboş çocukların sayısı artar.
Yüksek gelir grupları oyun ve eğlenceden, dar gelirliler de geçim sıkıntısından dolayı ailelerine hâkim olamaz hale gelirler.
Enflasyonist ortamda ilmin ve faziletin değeri kaybolur.
Cebi şişkin cahiller ve zenginleştikçe bencilleşen insanlar çoğalır.
Toplumları ayakta tutan temel değerler değişir.
İnsanların hayatları ve gayeleri sırf maddeden ibaret hale gelir. Çünkü kolay kazanan ve bol harcayanlar, iştahları kabartır. Daha çok kazanma uğruna her şeyinden fedakârlık yapacak insanlar çoğalır.
Enflasyonist ortamda borçlu kârlı, alacaklı zararlı çıktığından, vadesinde ödenmeyen borçların sayısı ve miktarı artar. Parola şudur: «Alacağından çok borcun olsun!»”
Şimdi siz sanıyorsunuz ki, Süleymaniye Vakfı’ndan Hocam sana bana söylüyor; bence, “ihtişam ve parlak saltanat” ardında kapitülasyonlarla enflasyonun işgale başladığı devrin Kanuni Sultan Süleyman’ına da söylüyor.
Cebi şişkin cahillere de!
Zenginleştikçe bencilleşenlere de!
İlmi ve fazileti boş vermişlere de!
Kızım sana söylüyor, damadım sen anla!