Şairlere göre şiir – 3
Son kırk elli yılın şiir birikiminde Edip Cansever’in şiir tanımından etkilenmediği söylenecek çok az şair ve şiir söz konusudur. O, kendisinden sonraki kuşakları en çok etkileyen şairlerden biridir.
Şairlerin şiir tanımlarını konu alan ve şiirin şiirle tanımlandığı yapıtlardan örnekler sunduğumuz yazımızı, odağından kaydırmaksızın, küçük bir sapmayla sürdürmek istiyoruz.
Edip Cansever’den bir önceki yazımızda kısaca söz etmiştik. Şaire bu defa doğum günü (8 Ağustos) vesilesiyle biraz daha geniş yer vermeyi düşündük. Onun çeşitli mecralarda dile getirdiği şiir tanımlarından kısa alıntılarla, konumuz bağlamında bir özet çıkarmaya çalışacağız. Böylece şaire de bir selam bırakmış olacağımızı düşünüyoruz.
Edip Cansever’in şiir düşüncesini, anlayışını, şiir tanımını geniş bir çerçeve içinde ve derinlikli biçimde dile getirdiği yazılarından biri “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire” başlıklı olanıdır. Yazı, Şubat 1964’te Değişim’de yayımlanır. Cansever, “Mısra işlevini yitirdi; şiiri şiir yapan bir birim olarak yürürlükten kalktı” cümlesiyle başladığı yazısına şöyle devam eder: “Eski rahatlığını, o sessiz, kıpırtısız düzenindeki rahatlığını boşuna aranıyor şimdi. Öfkelerin, bunlukların, başkaldırıların dışında kendini yineliyor daha çok.” Yazının ilk cümlesinde öne sürülen tezle birlikte alıntının son cümlesindeki saptama da son derece önemlidir. Bireyi, varlığı, varoluşu sorunsallaştırıp odağına alan şiirde mısranın yetersiz kaldığına yönelik tespit, toplumsal ve kültürel değişimle birlikte yaşanan bir gelişme olarak işaret edilmektedir. Birey, toplum ve buna bağlı olarak kültür değişmiş, değişmekte; öyleyse şiir de ona ayak uydurmak durumundadır. Cansever hem biçim hem söz hem de dil ve biçem olarak bu değişimin gerekliliğini fark etmiş ve bu sonucu çıkarmıştır. Mısrayla ilgili şu sözlerinin de altını çizmek gerekir diye düşünüyoruz: “Mısra da sağduyu gibi bir şey… Sağduyu ise Einstein’ın anlayışına göre ‘İnsanın on sekiz yaşına gelmeden önce zihnine yerleşen önyargıların tortusu’ndan başka bir şey değil.” Cansever’in şiir düşüncesi, şiir tanımı aslında çok renkli, çok katmanlı İkinci Yeni dalgasının “kıyıya taşıdığı” anlayışla ilgilidir. Değişen toplum, değişen hayat ve değişen bireyle birlikte değişen dil ve dolayısıyla şiir anlamına da gelir İkinci Yeni dalgası. Cansever şiire İkinci Yenici olarak başlamamıştır. Oraya, arayış içinde olmasının sonucunda hızla ulaşmış ve uyum sağlamıştır. Hatta dalganın önüne geçen şairlerden biri olmuştur. Onun şiir tanımı, o nedenle biraz da İkinci Yeni dalgasının ne olduğunu betimler. Ama İkinci Yeni dalgasının öncesine ve sonrasına da ışık tutar.
Cansever’in, 1997’de Adam Yayınları'ndan çıkan 'Seçme Şiirler' kitabının sonunda yer alan “Şiir Üstüne” başlıklı bölümde, “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire” adlı yazısından başka üç yazısına daha yer verilmiştir. Bunun dışında Devrim Dirlikyapan’ın yayına hazırladığı ve 'Şiiri Şiirle Ölçmek' adıyla YKY tarafından yayımlanan kitapta, şairin şiir üzerine yazıları, söyleşileri ve soruşturmalara verdiği cevaplar bir araya getirilmiştir.
Cansever’in mısranın işlevini yitirdiğini ilan ettiği yazısı gibi şiir üzerine düşüncesinin köşe taşlarından olan bir diğer yazısı da “Soyut Somut” başlığıyla yayımlanır. Değişim’de çıkan yazının altındaki tarih 1962’dir. Cansever tartışılmış ama henüz bir neticeye varılmamış olduğunu belirttiği yazısında, “zamanın moda sorunu” diyebileceğimiz bir konuda, kendi şiir düşüncesini de yansıtacak biçimde söz alıyor. Şiirdeki her gelişmeyi, değişmeyi suçlamak için “soyut şiir” ifadesinin kullanılmasına karşı çıkıyor. Bu ifadeden ne anlaşılması gerektiğine açıklık getirmeye çalışıyor. “Soyut şiir olsa olsa daha yazılmamış bir şiirdir” diyor örneğin. Şu satırları da bahsettiğimiz yazıdan aktarıyoruz: “Sürekli olarak şiirler arası bir savaştan söz açılabilir; tıpkı canlı varlıklarda olduğu gibi, şiirler de zamanla ya birbirlerini yok ederler, ya da düzeltip değerlendirirler. Başka şiirlerin hışmına uğramış bir şiir ya tükenip yerini boşaltır ya da yıllar sonra ötekilere baskın çıkabilir. Bu aynı zamanda bir somutlaşma savaşıdır -kimi dönemlerde soyut diye nitelendirdiğimiz şiirlerin, sonradan somut bir nitelik kazanması gibi-. Bu işlem, bu arınma bir ozanın kendi şiirleri arasında da olabilir.”
Edip Cansever’in şiir üzerine düşüncelerini dile getirdiği yazıları genelde bir tepkisellik içeriyor. Şair ya yanlış anlaşıldığını düşündüğü bir konu hakkında açıklık getirmeye çalışıyor ya da öne sürülen ve paylaşmadığı iddialara, yargılara karşı çıkıyor, itirazını dile getiriyor. Ancak odağında hep şiir var. Elbette kendisinin şiirden ne anladığı, “şiiri nasıl yaptığı’ ve “nasıl bir şiir yapmak istediği” düşüncesi var. “Şiir yapmak” Edip Cansever’e ait bir ifade. Erdal Öz’le yaptıkları ve a dergisinde yayımlanan söyleşide “Şiir yapılır diyorum sadece. Yazılan şeyse yazıdır” diyor. Ayrıca şairin 'Yerçekimli Karanfil' kitabında yer alan “Kaybola” başlıklı şiirde de şiirin yapılmasından söz ediyor. Şiirin ilgili bölümünü aktaralım:
En saklı yerlerinden en güzelliğin çıkıyor
Ansızın doğan hayvanlar gibi güzel
Bakınca bir şiir canlıyorum dünyaya
Yapılan bir şeydir şiir; yuvarlak, kırmızı, geniş
En genişi en kırmızısı o ezilmişler katında
Şimdi bir gizliyi kovuşturuyor
Gözlerinden içeriye üç kişi
Deli ediyor onları mısralarımda
Bir karanfil az
Bir karanfil çoğala çoğala.
Devrim Dirlikyapan, 'Şiiri Şiirle Ölçmek'in önsözünde Edip Cansever’in şiir üzerine görüş ve düşüncelerini içeren yazılarıyla ilgili geniş bir değerlendirmede bulunur. Dirlikyapan’ın şairin neden dramatik monolog türünü tercih ettiğinin anlaşılmasında önemli gördüğünü belirttiği ‘Şiiri Bölmek’ yazısına da dikkat çektiği önsözden bir bölüm okuyalım: “Edip Cansever’in yazılarında nesnel bir eleştiri ya da deneme dilinden çok, öznel bir yaklaşımın öne çıktığı görülür. Yazıların çoğu, kavramlara ve sorunlara kuramsal bir bakış açısı getirmek amacıyla değil, döneminde yapılmış tartışmalar çerçevesi içinde oluşturulmuştur. Bu yüzden zaman zaman birbiriyle çelişen düşüncelere ya da genellemelere rastlanabilir. Ancak, bu yazılarda, onun poetikasını belirleyen, yaşama ve şiire bakış açısını ortaya koyan, şiirini anlamamızı sağlayacak pek çok ipucunun verildiği de dikkati çeker. Örneğin, ‘Şiiri Bölmek’, Edip Cansever’in Türk şiirinde örneğine az rastlanan ‘dramatik monolog’ türünü neden tercih ettiğini göstermesi bakımından, onun en önemli yazılarından biridir. Bu yazıda Cansever, gündelik edimlerimizi yerine getirirken kılıktan kılığa girdiğimizi, hep birilerine ya da bir şeylere uyum göstererek yaşadığımızı, bunun sonucunda ise giderek kişiliğimizi yitirdiğimizi vurgular. Edip Cansever’e göre, direnmekle çevreye uymak arasında şaşkına dönen ve sürekli olarak çeşitli rollere bölünen bireyin şiirde hakkıyla temsil edilebilmesi, şiirin de anlatıcılara bölünmesiyle, yani dramatik bir şiirle mümkündür.”
Dirlikyapan’a göre Edip Cansever’in en önemli şiir yazısı olan “Şiir Bölmek” Ağustos 1963’te Yeni İnsan’ın 8. sayısında yayımlanır. Cansever’e göre “bölüne bölüne ayrıcalığını, kimliğini yitirmekte olan ‘beni’ şiire aktarmak, ona bir etkinlik kazandırmak istiyorsak, eninde sonunda dramatik bir şiire yönelmemiz gerekecektir.” Yazının devamında dramatik şiirin ancak şiiri bölerek yapılabileceğini ise şöyle savunuyor: “Bu durumda bölmek gerekiyor şiiri. Bir birey olarak neyiz? Bunu bilinceye ya da bilebilme olanaklarını edininceye kadar bölmeliyiz şiirimizi. Tıpkı yaşamamızda olduğu gibi: bir yanda yaslarımız, acılarımız; öte yanda inancımız, umudumuz, direncimiz... Kısa mutluluklardan güvenli mutluluklara yol aldıkça şiirimiz de tekleşecek, bütünleşecek, bireyliğini kazanacak elbette.”
Edip Cansever’in özetleyerek sunmaya çalıştığımız “şiir tanımı” için salık vereceğimiz en iyi kaynağın şiirleri olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyoruz. Onun şair olarak bıraktığı yapıtlarından yola çıkarak bir özelliğinin de şiirleriyle “yeni”, “başka türlü” bir şiir, şiir dili, şiir sesi arayışı içinde olanlara kılavuz olabilmesidir diyebiliriz. Son kırk elli yılın şiir birikiminde Edip Cansever’in şiir pratiğinden, deneyiminden olduğu kadar “şiir tanımı”ndan etkilenmediği söylenecek çok az şair ve şiir söz konusudur. O, şair olarak düşünceleriyle ve yapıtıyla kendisinden sonraki kuşakları en çok etkileyen şairlerden biridir. Bu bahsi şairin “Kirli Ağustos” başlıklı şiiriyle geçelim:
O da var olanın ağır ağır yokluğu
Şurda bir gündüz kımıldamakta
Dağılmanın beyaz organı: tuz birikintileri
Gibi bir gündüz
Kalın kabuklarını kaldırır doğa.
Düşer bir balıkçının tersi olan şey
Kirli ağustos! beni ordan oraya götüren eşya
Aklımda üç beş otel ya kalır
Ya kalmaz üç beş otel aklımda
O da değil bir otelin kendisi
Yalnızlığın kahverengi organı: düş birikintisi
Bir de kahverengi alevlerden yapılma.
Başka değil, yokluğu görmek için
Kirli ağustos! göz kapaklarımı da yaktım sonunda.
Cansever’i doğum gününde selamlarken onun “kirli” dediği ağustosta doğan şairlerden Can Yücel’e ve Dağlarca’ya da saygılarımızı sunalım. Ayrıca ağustos ayında yaşamını yitirmiş olan Tevfik Fikret, Ömer Faruk Toprak, Turgut Uyar ve Abdülkadir Bulut’u da unutmadığımızı belirtelim.
“Hafıza-i beşer nisyanla maluldür” sözü, bir gerçekliği dile getirmekten çok “arızaya” mazeret üretiyor diye düşünüyoruz. Unutkanlığın hem toplumsal hem bireysel boyutta sıradanlaştırılmasına karşı bir panzehir varsa o kanımızca, hatırlamak ve hatırlatmak olmalı…