Şairlere göre şiir – 4
Cemal Süreya yalnızca İkinci Yeni ve sonrasında değil, modern Türkçe şiirin tüm dönemlerini gözeterek söyleyebiliriz ki şiir üzerine düşünmüş, yeni bakış açısı önermiş az sayıda şairden biri olmuştur.
İkinci Yeni dalgasıyla başlayan restorasyon sürecinde modern Türkçe şiirde şiirin dili de, algısı da, tanımı da köklü biçimde değişim ve dönüşüm geçirir. Diyebiliriz ki İkinci Yeni dalgasıyla şiir yeniden "yapılmaya" başlanmıştır. Öte yandan, İkinci Yeni dalgasına karşı eleştiriler, tartışmalar, itirazlar da had safhaya ulaşır.
İkinci Yeni, ortak bir hareket ya da çıkış değildir. Eleştiri ve tartışma konularından biri de budur. Geleneğin öğrettiğine göre bir şiir oluşumundan, akımından beklenen, öncelikli olarak bir programın “çıkış bildirisi”nin kamuoyuyla paylaşılmasıdır. Böylece topluluğun, grubun ya da akımın şiir anlayışı, düşüncesi, amacı, ilkeleri hem ifade edilmiş hem de tartışmaya açılmış olur. Ancak İkinci Yeni dalgasının böyle bir bildirisi yoktur. O nedenle de yeni olup olmadığı dahi sorgulanmış, tartışma konusu yapılmıştır.
Fakat bugünden geriye dönüp baktığımızda, çok açık biçimde İkinci Yeni için modern Türkçe şiirde bir şiir devrimidir diyebiliyoruz. Kendiliğinden başlamış bir devrim. Sürekliliğini sağlayamamış bir devrim olduğunu da eklemek gerekir.
İkinci Yeni dalgasının modern Türkçe şiirde başlattığı yeniliğe öncülük eden şairler, bireysel olarak kendi şiir anlayışlarının savunuculuğunu üstlenirken yöneltilen eleştirilere, itirazlara verdikleri karşılıklarla, aynı zamanda önemli bir çerçeve de çizmişlerdir aslında. Bunu da kaydetmek gerekir.
İkinci Yeni dalgasına öncülük eden şairlerin reaksiyoner bir ruhla davrandıklarını, şiir düşüncelerinde bu tavrın etkili olduğunu da belirtmeliyiz. Kısaca söyleyelim: İkinci Yeni dalgasını ivmelendiren etkenler arasında, şairlerin hem poetik hem pratik olarak aldıkları reaksiyoner tavır önemli bir rol oynamıştır. İkinci Yeni dalgasının da reaksiyoner olduğunu ifade edelim.
İkinci Yeni'ye yöneltilen eleştiriler, açılan tartışmalara karşı İkinci Yeni şairlerinin kendi şiirlerini, şiir anlayışlarını savunan reaksiyoner metinleri kadar önemli olmuş bir başka etken daha vardır. Önce dergilerde, özellikle Pazar Postası’nda yayımlanan şiirler, daha sonra çıkan kitaplar şairlerin kişisel şiir anlayışlarını işaret eden önemli kaynak metinler olmuştur.
Yazımızın bundan sonraki bölümünde, İkinci Yeni dalgasıyla yeniden kurulan modern Türkçe şiirde şairliği kadar şiir düşünürlüğüyle de ön plana çıkmış önemli bir isme odaklanarak devam etmek istiyoruz. Bunu söyler söylemez kimden söz edeceğimiz anlaşılmıştır sanırız. Öyleyse uzatmayalım.
Çünkü o ismin İkinci Yeni dalgasının önündeki isimlerden, Cemal Süreya’dan başkasının olmayacağını bilmemek mümkün değil. Yani ki şiirde bir kere öpse ikinin hatırı kalacak diye kederlenen, düzyazıda şapkasını çiçekle dolduran, zurnanın ucundaki çingene, zap suyundaki sandal olan Cemal Süreya; o sürgün Kürt çiçeği...
Cemal Süreya’yı şair ve aynı zamanda bir şiir düşünürü olarak değerlendiriyoruz. Aslında İkinci Yeni'ye öncülük eden şairlerin tümünün şiir düşünürü olduğu söylenebilir. Ancak bu tanımlama onun için daha bir yerindedir. Nedeni açık. İkinci Yeni şairi olarak ön plana çıkmakla kalmamış, deyim yerindeyse İkinci Yeni'nin savunucusu olarak da önemli rol oynamıştır. Şairliğinin yanı sıra İkinci Yeni dalgasının yükselmeye başladığı süreçte yoğunlaşan eleştirilere, düzenli biçimde karşılık vermesiyle de dikkat çekmiştir.
Cemal Süreya için şunu da söyleyebiliriz: O, şiiri hem yazmış hem yazdırmış şairlerdendir. Ellili yıllarda başlayarak ölümüne kadarki şiir yolculuğu süresince çıkardığı dergiler ve şiir üzerine yazılarıyla modern Türkçe şiire katkısı ve etkisini yadsımak mümkün değil.
Konumuz bağlamında, yani “şairlere göre şiir” sorunsalı üzerinden düşünerek söylersek, İkinci Yeni dalgasıyla başlayan süreçte ve aslında “sonrası olmayan sonrasında”, modern Türkçe şiir için sunduğu şiirsel perspektifle etkili olan Cemal Süreya’nın tek cümlelik, özdeyiş niteliğinde de şiir tanımları vardır. Ona göre örneğin, “şiir alışkanlıklara karşı bir yaylım ateşidir”; “şiir meşrulaşınca ölür”; “mutluluğun şiiri yazılamaz”; “şiir bir karşı çıkma sanatıdır”; “şiir anayasaya aykırıdır”. Bunlar ve benzerleri, bir tür sloganı gibidir şairin. Bu arada belirtelim, “Slogan güzel bir şeydir ve en çok şiire yakışır” sözü de onundur.
Ancak şiirin dilini, kültürünü, tarihini, coğrafyasını, siyasetini yakın plana alarak sorunsallaştırmış bir şair ve şiir düşünürü olarak onun, değişik zamanlarda, farklı ortamlarda ve çeşitli nedenlerle dile getirdiği daha kapsamlı şiir tanımları da vardır.
Yeri gelmişken Cemal Süreya’nın şiir üzerine görüşlerini, düşüncelerini de içeren yazılarının büyük çoğunluğunun derlenerek kitaplaşmış olduğunu da hatırlatalım.
Cemal Süreya’nın şiir üzerine yazdığı ve çok konuşulan yazılanlarından biri de “Folklor Şiire Düşman” başlıklı olanıdır. Bu yazıda da daha çok “çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı” tezinin üzerinde durulur. Hilmi Yavuz’un 1957 tarihinde yönelttiği soruları yanıtlarken bu sözüne açıklık getirmiştir. “Şiir elbette şimdiye dek kelimelerle yazılmıştır. Bense o sözümle kelimeyi de, kelimenin türlü imkânlarını da zorlayan bir şiir anlayışına dokunmak istemiştim.”
Cemal Süreya bahsettiğimiz söyleşide, Garip şiirini yorumlarken şiirin edebiyata karşı olduğunu savunur. Onun bu yaklaşımı şiirle edebiyatın ayrı sanat türü, dahası başka alanlar olduğunun saptanması bakımından önemlidir.
Şiirin önemli sorunlarından biri de hiç kuşku yok ki dil ve dilin kullanımıyla ilgilidir. Dil sorunundan soyutlayarak bir şiir tanımı mümkün değildir. Cemal Süreya’nın dille ilgili tavrıysa açıktır. Ona göre “şiir dili, genel dilin, günlük dilin süslüsü ya da soylusu değildir. O dilin düpedüz kendisidir.”
Şiir diliyle günlük dilin ilişkisine ilişkin bir başka söyleşide (Can Kolukısa’nın 1973’te yaptığı söyleşi) de şunları söyler: “Şiir, konuşma dilinden uzaklaşmamalıdır, diyorum. Konuşma dili, düzyazının düşünce dilinin tuhaf bir argosudur. Şiirle düzyazı arasında bir bırakışma bölgesi desek yeri. Bu bakımdan şiirin de düzyazının da özelliklerini taşır. Şiir çemberini oradan geçirirken nesnellikler edinir. Düzyazı, kendinden bir şey koparıp verirken oradan verir. Şiirin ilk ve vazgeçilmez mayasıdır konuşma dili.” Öyle anlaşılıyor ki Cemal Süreya şiir diliyle günlük dil arasındaki ilişki üzerine düşünmekten vazgeçmiyor. Yıllar sonra 1988’de TRT’de yayımlanan Ahmet Oktay’ın söyleşisinde de şiir dili üzerinde durur ve şunları söyler: “Aslında şiir, dil içinde bir dildir ama kuşdili değildir.”
Cemal Süreya’nın şiir tanımını dayandırdığı unsurlardan biri dilse diğeri de imgedir diyebiliriz. O nedenle onun şiir tanımını şiirle imge ilişkisine bakışıyla birlikte düşünmek ve değerlendirmek gerekir.
Şair ve şiir düşünürü Cemal Süreya için “İmge, mutlaka bir şeyin karşılığı olmalıdır. Kökte bir şeye bağlanmalıdır.”
“Şiirin kurulu düzene karşı olduğu”na inanan şairin araştırıcı, sorgulayıcı yaklaşımı hep işler. “İmge ne acaba?” diye sorup “imge bir şeyin daha iyisi, daha kötüsü, daha gerçeği, daha gerçek dışı durumu, daha temizi, daha kirlisi, daha hafifi, daha ağırı, daha... Nasıl söyleyeyim, daha kendisi… Yani daha kendisini bulmaktır imge. Yoksa bir yere bağlanmadan yapılan şey imge değil, söz oyunudur, bence” sonucu çıkarması da aslında şiir üzerine olan düşünsel deviniminin sürekliliğini gösterir.
Söz kanatlandırmaktaki hünerinin düzyazıya da yansımasından belki, belki de şiirsel üslubunun, dil ve söyleyişteki “ustalığı”nın etkisiyle Cemal Süreya’nın şiirinde açık biçimde bir şiir tanımına rastlanmaz. Ancak bazı şiirlerinin örtük ya da dolaylı olarak şiiri, şiir sanatını konu edindiği söylenebilir. “Göçebe” şiirindeki şu betiği, aynı zamanda bir şiir tanımı olarak okumak da mümkün diye düşünüyoruz:
Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri
Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Dileğimiz, şairin 1965’te yayımlanan aynı adlı ikinci kitabına da adını veren şiirin tamamının okunması olacak.
Enver Ercan’ın sorularına verdiği yanıtta kendi şiirini “güneşten yırtılmış caz sesi ve kavaldan akan gökyüzü” olarak tanımlayan Cemal Süreya dille olan trajik hikâyesini de şöyle özetler: “Benim dil serüvenim şu: Küçük çocuk bakıcıya veriliyor; daha doğrusu, o çocuk kendini bakıcının elinde buluyor; seviyor bakıcısını; onu ana belliyor. Türkçeyle ilişkim böyle. Bir noktada gurbetin aşka dönüşmesi. Bu dil yorganımdır benim: Biraz haşhaş, biraz balık kokar (Oysa Türkçede de balık azdır), biraz da zeytin tadı, taşır. Taşısa da… Ol hikâyet böyle.."
Bu bölümü bitirirken bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Cemal Süreya yalnızca İkinci Yeni ve sonrasında değil, modern Türkçe şiirin tüm dönemlerini gözeterek söyleyebiliriz ki şiir üzerine düşünmüş, tartışmış yeni bir bakış açısı önermiş çok az sayıda şairden biri olmuştur. Onun şiir düşüncesine, şiir perspektifine kısaca değinmeyi amaçladığımız turumuzu son bir alıntıyla noktalayalım: “Şiir, dünyayı değiştirmenin araçlarından biridir. İnsan, şiirle ‘yeri ve formülü’ bulacaktır. Şiir, insanın bilincini daha ilerde bir yere atacak, insana yeni nitelikler kazandıracaktır. Var mıdır böyle bir hayat? Vardır böyle bir hayat. Olacaktır. Nerval’in çıldırmadığı, Mayakovski’nin kendine kıymadığı, Lorca’nın kurşuna dizilmediği bir hayat.”
Ne diyelim; umudu umudumuz olsun!..