Salgın hastalıkların dünü, bugünü ve yarını

Tıp tarihi uzmanı Frank M. Snowden’ın 'Salgınlar ve Toplum' çalışması, Tellekt Yayınları tarafından yayımlandı. Snowden kitapta, kayıtlara geçmiş ilk örneklerden bugüne kadarki salgınları anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Resmi açıklamalara göre 2019 sonunda başlayan ve Nisan 2020’de pandemi ilan edilen Covid-19, tüm insanlığı tarihteki diğer salgınlara bakmaya itti. Bugünle benzerlikleri bulunduğu için çoğunlukla 1918-1920 arasında milyonlarca insanın ölümüne neden olan İspanyol gribi yeniden popüler hâle geldi. O senelerde sahra hastanesine dönüştürülen büyük salonların, maskeli aile fertlerinin, salgının etkisini azaltmak için düzenlenen kampanyaların fotoğrafları paylaşıldı sosyal medya hesaplarında. 2000’lerin ikinci yarısındaki SARS ve MERS, “Afrika’ya özgü” denen Ebola salgınları da yine bu dönemde sık sık anıldı. Salgın filmleri, belgeselleri ve Albert Camus’nün 'Veba'sı da Covid-19 pandemisinin ilk dönemlerinde ve aşı tartışmalarının başladığı bugünlerde bir hayli popüler oldu.

Ardından, pandemiyle ilgili kitaplar gelmeye başladı. Uzman isimler, pandemi yönetiminden Covid-19’un tıbbi ve sosyal yönlerine kadar geniş bir bakış açısıyla kalem oynatıp tartışmalara imza attı.

Sonra yine geriye dönmemiz ve daha eski salgınlara bakıp arşivleri karıştırmamız gerekti. Tıp tarihi uzmanı Frank M. Snowden’ın 'Salgınlar ve Toplum' adlı çalışması, Covid-19 gölgesinde eski salgınların merak edildiği günlerde yayımlandı. "Kara Ölüm’den Günümüze" alt başlığıyla okurla buluşan kitapta Snowden, kayıtlara geçmiş ilk örneklerden bugüne kadarki salgınları anlatırken tıp, halk sağlığı, savaşlar, sanat, din, yoksulluk ve ekoloji gibi geniş bir pencereden bakıyor meseleye.

EKOLOJİK BOŞLUKLARI DOLDURAN MİKROPLAR VE VİRÜSLER

Susan Sontag, hastalıkların “ölüm”le, tedavi süreçlerinin “savaş”la, mikrop ve virüslerin “katil”le ya da “düşman”la eşleştirilmesine karşı çıkıp bunun sakıncalarını sıralamıştı. Salgınların tarihi ise buna tam ters şekilde yazıldı. Snowden da benzer bir anlatıma imza atmasına rağmen 'Salgınlar ve Toplum', konuyla ilgili en geniş araştırmalardan biri olarak karşımızda duruyor.

1980’lerde HIV/AIDS, 2000’lerde SARS ve MERS salgınları ortaya çıktığında, bugünkü kadar olmasa da yoğun bir panik havası hâkimdi dünyaya. Bilgi olan ve olmayan birbirine karışmış, insanlar dünyanın çok daha güvensizleştiğini söylemeye başlamıştı.

Salgın kayıtlarında daha kötüsü elbette vardı fakat üzerinden zaman geçtiği için bunlar romantikleştirilmişti. Küreselleşme, bu kez bir salgını dünyaya yaydığında o eski defterler karıştırıldı, kayıtlar ortalığa saçıldı. Snowden, bu kayıtlara yönelip kaleme aldığı 'Salgınlar ve Toplum'da, geçmişi ve bugünü buluşturup satır aralarında öngörülerde bulunurken salgınların ortaya çıkış koşullarına dair bir not paylaşıyor: “Salgınlar toplumları, insanların çevreyle, diğer türlerle ve birbirleriyle kurdukları ilişkilerin yarattığı özgün kırılganlıklar üzerinden etkiler. Pandemileri tetikleyen mikroplar, geçirdiği evrimle bizim hazırladığımız ekolojik boşlukları dolduracak şekilde uyum sağlar.”

Salgınlar ve Toplum: Kara Ölüm'den Günümüze, Frank M. Snowden, Çevirmen: Akın Emre Pilgir, 752 syf., Tellekt Yayınları, 2021.

Snowden, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yeni hastalıklara açık olduğumuzu ve halk sağlığı uzmanlarının 1990’ların sonunda yaptığı modellemede, ileriki yıllarda viral akciğer hastalıkları salgınlarının görüleceği uyarısında bulunduğunu hatırlatıyor. Şu anda böyle bir salgının içindeyiz ve muhtemelen daha fazlası olacak.

Peki, daha önce neler olmuştu? Her salgında “toplumsal bellek yitiminin nüksettiğini” söyleyen Snowden, ilk hekim ve tıbbın kurucusu diye nitelenen Hippokrates’ten başlayarak hafızamızı tazelerken hastalıkların, dini ve mitolojik yorumundan bilimsel olarak ele alınış sürecine kadar geçen süreci özetliyor öncelikle.

Snowden, uzmanlık alanıyla paralel olarak salgınlarla ilgili teknik bilgiler veriyor ancak konuyu salt bununla sınırlı tutmuyor; felsefeye, dini yaklaşımlara, ekonomiye, kültüre, hukuka ve halk sağlığı çalışmalarına değiniyor.

Snowden, şimdilerde bir metafor olarak kullanılan vebanın salgın hâline gelip bir halk sağlığı sorununa ve toplumsal krize (histeri ve öfkeye) dönüştüğü yıllara götürüyor bizi. İlk pandemi olan Hıyarcıklı Veba salgını ve sonrasında “Kara Ölüm” adıyla anılan ikinci veba pandemisi, yazarın dünya salgın kayıtlarından çıkardığı örnekler. Snowden, ilk pandemi ve halk sağlığı arasında şöyle bir bağlantı kuruyor: “Hıyarcıklı veba, insanları korumak ve korkunç bir hastalığın yayılmasını sınırlamak için tasarlanmış bir halk sağlığı politikasının ilk ve en gaddar formuna esin kaynağı olmuştu. Yani çeşitli şekillerde hastaları zorla yalıtan önlemleri beraberinde getirmişti (Hansen hastalığını ve kurbanlarının cüzam kolonilerine yollanmasını, cüzam hastaneleri şifa verici kurumlar olmadığı ve halk sağlığı stratejilerinin gelişimine katkı yapmadığı için saymıyoruz). Veba karşıtı halk sağlığı önlemlerinin uygulamaları için orduya bel bağlanması da söz konusuydu. En başta güvenlik kordonlarını kontrol ediyorlardı. Askeri hatlarla insanların ve malların her türlü hareketini önleyerek belli bir nüfusu yalıtmayı amaçlıyorlardı. Ayrıca veba karşısında alınan savunma yöntemleri arasında lazaret olarak bilinen fakir hastaneleri ve karantina da vardı. Sağlık hâkimleri veya sağlık kurulları gibi çeşitli isimlerle bilinen sağlık otoriteleri, düzenlemeleri uygulamak için olağanüstü güçlerle donatılmıştı. Bazı yerlerde nüfusa bu kurumların gücünü hatırlatmak için ızgaralar ve iskeleler dikiliyordu.”

İKTİDARIN GÜCÜNÜ MEŞRU KILAN SALGINLAR

Salgın ve pandemi deyince ilk akla gelen örnek olan vebanın toplumlara etkisini geniş bir şekilde anlatan Snowden; hastalığın ortaya çıkışı, teşhis ve tedavi sürecinde din-bilim çatışmasının yanı sıra “sessiz çaresizliğin” ardından aklıselimle bu buhranın üstesinden gelindiğini hatırlatıyor.

Vebanın yarattığı ölüm dalgasıyla baş etmeyi ve hayatını kaybedenleri uğurlamayı kolaylaştıracak; resimlere, oymalara, kitap ve vaazlara konu olan “ölme sanatı”nın, aynı dönemde ortaya çıktığını da anımsatıyor yazar.

Snowden’ın bir başka hatırlatması, veba-siyaset-halk sağlığı ilintisine ilişkin: “Veba düzenlemeleri aynı zamanda siyasi tarih üzerinde büyük bir gölge bırakmıştır. Devlet iktidarının, beşeri yaşamın daha önce siyasi otoriteye hiç maruz kalmamış yönlerini kuşattığı geniş yayılmanın işaretçisi olmuştur. Sonraki dönemlerde veba düzenlemelerine başvurmanın ayartıcı olmasının sebebi, ister vebaya karşı isterse kolera ve başka hastalıklara karşı kullanılmış olsun, tam da iktidarın genişlemesini meşrulaştırmasıydı. Ekonomi ve insanların hareketi üzerindeki denetimi haklı çıkarıyordu. Gözetime ve cebri tutuklamalara yetki veriyordu. Dahası, evlerin işgal edilmesini ve sivil özgürlüklerin lağvedilmesini onaylıyordu. Halk sağlığındaki acil duruma işaret eden itiraz edilmesi imkânsız bir argüman olduğundan, iktidarın bu şekilde genişletilmesi kilise, güçlü siyasi şahıslar ve tıp sözcüleri tarafından hoş karşılanıyordu. Vebaya karşı verilen seferberlik, mutlakiyetçiliğin ortaya çıkışında önemli bir an olmuştur ve daha genel düzlemde modern devletin iktidarıyla meşruiyetini büyütmüştür.”

'KÂR İÇİN SAĞLIK' ANLAYIŞININ ETKİLERİ

Snowden, kitapta vebaya epey bir yer ayırmış ama diğer tarihi salgınları da atlamamış: Çiçek Hastalığı, Sarıhumma, Tüberküloz, Dizanteri, Tifüs, Kolera, Polio, Sıtma, HIV/AIDS, SARS, MERS, Kuş Gribi ve Ebola bunların en önde gelenleri.

Bazılarını bildiğimiz bazılarına ise araştırma ve tarih kitaplarından aşina olduğumuz bu hastalıkların tıbbi, toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel boyutlarını inceleyen Snowden, hastalıklara neden olan patojenleri, vaka ve ölüm oranlarını, belirtileri, bulaşma yolları ve hızlarını, salgınların toplumlar tarafından nasıl karşılandığını, salgın sürelerini ve tedavi şekillerini karşılaştırıyor. Bu karşılaştırma sırasında, şimdilerde sık sık işittiğimiz ve toplum sağlığı prensibini farklı etkenlerle (siyasi, ekonomik, kültürel, tıbbi açıdan) değerlendiren hıfzısıhhacılığın ve epidemiyolojinin tarihine de bir parantez açan Snowden, bulaşıcı ve kronik hastalık ayrımıyla tıpta yeni bir devrin başladığını anımsatıyor.

Bahsi geçen dönemden yakın geçmişe bir sıçrama yaptığımızda, Snowden’ın bir başka notuyla karşılaşıyoruz: “Halk sağlığı topluluğunun vardığı sonuca göre, gelecekte yeni hastalıklar ortaya çıktıkça hiçbirinin HIV veya 1918-1919 İspanyol Gribi kadar ölümcül ve taşınabilir olmayacağını düşünmenin hiçbir mantıksal zemini yoktur. Bundan ötürü tartışmalar sert bir şekilde, yeni hastalıkların açığa çıkıp çıkmayacağı ve eskilerin yeniden dirilip dirilmeyeceği sorusundan, çıktıklarında ve dirildiklerinde uluslararası topluluğun bunlarla nasıl yüzleşeceği meselesine kaymıştır. ABD Savunma Bakanı’nın katı sözleriyle sonraki milenyumda tarihçiler, yirminci yüzyılın en büyük yanılgısının, bulaşıcı hastalıkların biteceğine inanmak olduğunu görebilirler. Rehavet aslında tehdidi arttırmıştır.”

Yazarın bu notu, 'Veba'nın son satırlarında Camus’nün kaleme aldıklarına bir hayli benziyor: “Neşe içindeki kalabalığın, kitaplardan da öğrenebileceği gibi veba mikrobunun hiçbir zaman ölmediği ya da yok olmadığından, yıllarca mobilyalarda ve çamaşırlarda uykuya daldığından, odalarda, mahzenlerde, sandıklarda, mendillerde ve kâğıtlarda beklediğinden ve belki bir gün, insanların bir mutsuzluk yaşaması ya da bir şeyler öğrenmesi için vebanın kendi farelerini uyandırıp mutlu bir kente ölmeye yollayabileceğinden haberi olmadığını biliyordu Rieux.”

MERS’in, Ebola’nın ve SARS’ın, ardından da Covid-19’un ortaya çıkması, Snowden’ın dediği gibi her türlü öngörüye ve uyarıya rağmen, dünyanın salgın hastalıklarla yüzleşme konusunda hazırlıktan ne kadar yoksun olduğunu bir kez daha hatırlattı. Yazar, bunun halk sağlığının bir insan hakkı değil de piyasada alınıp satılan bir meta şeklinde kabul edilmesinden; “kâr için sağlık anlayışından” ve bir salgını “uzakta” görmekten kaynaklandığının altını çiziyor.

Snowden’ın anlattığı salgın tarihi, kayıtların tutulmaya başlandığı günden beri hastalıkların yayılımının toplumları tıbbi, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan nasıl etkilediğine dair ayrıntılı bir hikâye gibi okunabilir. Bu bağlamda 'Salgınlar ve Toplum', yazarın hastalıkları ve onların toplumlarda salgın hâlini alışını, hem bilimsel hem de kültürel bir bakış açısıyla ele aldığı bir araştırma olarak karşımızda duruyor: Geçmiş salgınları ve bugünkü durumu gözler önüne sererken yakın ve uzak gelecek için bazı öngörülerde bulunuyor Snowden. Kısacası çalışma, tıbbi ve kültürel tarihyazımı örnekleri arasındaki yerini alıyor.