Salih Er anısına
Haysiyeti korumanın kişisel olduğu kadar kurumsal bir yönü de var. Kurumların itibarını, kurumların karakterini oluşturan teamüller, kurallar ve uygulamalar kişiler tarafından oluşturuluyor. Salih Er, bulunduğu kurumlarda bu niteliği koruyan ve oluşturan bir isimdi. Ailesine, yakınlarına, onu tanıyanlara ne mutlu. Ama bulunduğu kurumlara da ne mutlu…
Türkiye’nin son on yılında yaygın hale gelen, çok rahatsız edici bir anlayış gösterme hali var. Zaman zaman üzerinde çok durduğum, çok öfkelendiğim ama genel geçer yanıtların ötesinde açıktan yanıt veremediğim bir anlayış gösterme hali. Hukukçular açıkça hukuka aykırı kararlar veriyorlar ve “ne yapsınlar, eğer hukuka uygun davranırlarsa en iyi ihtimalle sürülürler, meslekten atılırlar; daha kötüsü suçlanıp mahpus edilirler” deniyor. Akademisyenler, üniversite ve Fakülte yöneticileri, kendi meslek alanlarında “yakışıksız” karar veriyorlar ve bir kısım dostları da “böyle bir dönemde başka nasıl davranılabilirdi” diyorlar. Özellikle kamudaki her meslek grubu için geçerli olan bu “rahatsız edici anlayış gösterme” haline karşı, başka bir davranma biçiminin mümkün olduğuna ilişkin bir ömürden bahsetmek istiyorum bugün. Arayıp da bulamadığım, genel geçer yanıtın ötesindeki karşılığı bir yaşam süresi boyunca vermiş Salih Er’i, biz Mülkiyelilerin Salih Abisini uğurladık 14 Ocak 2023 Cumartesi günü.
Salih Er’i Mülkiyeliler Birliği’nde tanıdım. 12 Eylül sonrasında, Mülkiyeliler Birliği’ni bir mezun derneği olmanın ötesine taşıyan; demokrasi, hukuk ve barışı Mülkiye'nin değerleri olarak zor dönemlerde kamuya açan, mücadele eden yönetimin temsilcilerinden biri olarak. Güngör Aydın başkanlığında ortaya çıkan Mülkiye’nin 1980 hareketi ile başlayan süreci örnek almıştık. Salih Abi, bizlere yol gösterdi, her başımız sıkıştığında yanına koştuk, Yüksek Danışma Kurulumuzun başkanıydı. OHAL sürecinde Mülkiye'den ihraç edilmiş akademisyenlerin de olduğu bir yönetim listesiyle aday olduğumuzda programımızı tereddütsüz destekledi, en zor kararlarda bize güç verdi. 2020 yılında, sınırlı sayıda bastırdığı, özyaşamöyküsünü aktardığı, sevgili Hasan Tahsin Benli tarafından hazırlanan kitabı getirdiğinde bir solukta okudum: “Kendi Zamanının Efendisi”. Bu kitabın dağıtımı olan bir yayınevinde basılması gerektiğini, çokça okunmasının yararlı olacağını düşünmüş, ona da söylemiştim. Salih Abi, “Benim hayatımı çok merak eden olmaz” demişti. Hala aksini düşünüyorum. Çünkü yaşamlar, yaşamlara örnek oluyor, insanların yaptıkları ve yapmadıkları, onu gören başka insanlar için bazen ölçüt oluyor. Uğurlama töreninde yapılan konuşmalarda çok yoğun hissettim bunu, Güngör Bey (Aydın), konuşmasında Danıştay’a yaptığı ziyarette, Salih Abi’nin 12 Eylül askeri diktatörlüğüne karşı hukukun üstünlüğünün korunması mücadelesi için valilerden oluşan bir komisyonla yaptığı ziyarette okuduğu teşekkür mektubunun içeriğini ilk defa açıklayınca; Füsun Çiçekoğlu, bitmeyen şarkıdan bahsedince… “Yeminliler” grubunu ilk defa kürsü hocam Cem Eroğul’dan duymuştum. Arkadaşlık ve yoldaşlığın yarattığı, insan olmanın sevincini yaşatan bir hikâye olarak…
Hasan Tahsin Benli iyi ki hazırlamış “Kendi Zamanı’nın Efendisi”ni. Türkiye İşçi Partisi, Fikir Kulüpleri Federasyonu, Danıştay ve Mülkiyeliler Birliği’ne ilişkin belge niteliğinde bir eser. Söyleşiyi bir defa daha okudum bu hafta. Söyleşi boyunca en çarpıcı olanı, başta yanıtını aradığım soruya ilişkin. Onurlu bir hayat sürmek, hiç de o kadar zor ve kahramanca olmayabilir, ya da Salih Er'in anlattığı biçimde yaşamın gereği olarak ortaya çıkabilir. Zor olmayabilir dediysem, yanlış anlaşılmasın. Danıştay’daki çalışma yaşamının çok büyük bir bölümü tecritte geçmiş, “sakıncalı” olduğu için mesleğini yapacak bir bölümde çalışmasına izin verilmemiş bir isimden bahsediyoruz. Birinci TİP üyesi, sosyalizmle bağını hiç koparmamış, bundan onur duyduğunu HSYK’ya yazdığı dilekçede belirtmiş bir ismin kamudaki hayatının kolay olacağından bahsetmek saçma olur. Fakat bu hayatı yaşamanın zaten onurlu yaşamanın koşulu olduğunu bilmek sanırım işleri kolaylaştırıyor, yaptıklarınızın süper güçlere özgü bir kahramanlıktan ziyade göreviniz ve kamusal sorumluluğunuzun gereği olduğunu bilmek bu davranışı bireysellikten çıkararak toplumsallaştırıyor. Salih Er’in, “sakıncalı” Danıştay üyesinin Danıştay Genel Sekreteri olması, Danıştay’ın en önemli dairesi olan 5. Dairenin başkanlığını yapması da bu öykünün bir parçası. Hükümeti ve dönemin Başbakanı olan Erdoğan’ı eleştiren konuşmasının ardından aldığı ölüm tehditlerine benzer (açıklığa kavuşmamış şarbonlu mektup hadisesi dahil) tehditleri karşılama biçimi de öyle. Yargının ve bürokrasinin bu damarını, kamu yararına çalışmanın bu biçimini tanışarak anlayabilme şansı yakaladığım iki kişiden biri Salih Er (diğeri de sevgili başkanımız Güngör Aydın). Yaşamının, deneyiminin Türkiye’de yargıya ve bürokrasiye ilişkin tartışmalarda dikkate alınmasını umuyorum. Bu nedenle de “Kendi Zamanının Efendisi”nin yaygın okuyucuya kavuşmasının imkanlarının yaratılmasının çok yararlı olacağını tekrar etmek istiyorum.
Haysiyeti korumanın kişisel olduğu kadar kurumsal bir yönü de var. Kurumların itibarını, kurumların karakterini oluşturan teamüller, kurallar ve uygulamalar kişiler tarafından oluşturuluyor. Salih Er, bulunduğu kurumlarda bu niteliği koruyan ve oluşturan bir isimdi. Ailesine, yakınlarına, onu tanıyanlara ne mutlu. Ama bulunduğu kurumlara da ne mutlu…