YAZARLAR

Sanatçı muhalif olmak zorunda mı kardeşim?

“Sanatçı muhalif olmak zorunda mı?” gibi sığ bir sorunun yerine “Sanatçı özgür olmak zorunda mı?” sorusunu koymalıyız. Buna vereceğimiz yanıt, bizi anlamsız tartışmalar yerine gerçeklere götürecektir.

Türkiye’de siyasi gündemin sanatla, özellikle müzikle, müzisyenlerle iç içe geçtiği bu dönemde burada zaman zaman sanatçının siyaset ile ilişkisi üzerine haberler yapıyorum, yazılar yazıyorum. Bir müzisyen ve müzik yazarı olarak işlerimi daha ferah bir ülkede, daha rahat bir kafayla, (mümkün mü bilmiyorum ama) bazen de olsa gündelik gerginliklerin uzağında yapabilmeyi isterdim tabii. Her iki daldan da meslektaşlarım da aynı şeyi düşünüyordur eminim. Ancak durum malum ve siyasetin sanatı, sanatçıyı rahat bırakmadığı yerde içinde zerre kadar sorumluluk duygusu taşıyan herkes gibi her gün yeniden icat edilen yeni gündemlere uyanıyor, bu gündemlerle meşgul oluyoruz.

Tarihte eşine az rastlanır bir şekilde ülkenin ana akım sanatçıları, rahatsızlık duydukları şeylerle ilgili olarak seslerini yükseltiyor. Özellikle müzik dünyasında protesto handiyse bir akıma dönüştü. İyi de oldu. 

Diğer yandan olup bitene gözlerini kapatmayı seçen, bununla kalmayıp kim bilir belki profesyonel ikballeri için olup bitene gözlerini kapatmayanlara laf etmeyi alışkanlık edinenler var. Geçtiğimiz günlerde şarkıcı ve şarkı yazarı Fettah Can’ın gazetecilerle ayaküstü sohbetinden medyaya yansıyan başlık, “Sanatçı hep muhalif olmak zorunda mı?” oldu örneğin. Sohbetin detaylarını bilmiyoruz, Fettah Bey bu lafı neye istinaden etti onu da okuduğumuz haberlerden anlamıyoruz, hemen günahını almayalım. Ancak bu cümlenin ve benzerlerinin müzisyenler tarafından dile getirildiğini daha önce de duyduk.

“Sanatçı her zaman muhalif olmak zorunda mı?”, özellikle de şu dile pelesenk olmuş “muhalif” lafının bağlamsızlığı, yüzeyselliği, sığlığı itibariyle derinlemesine bir tartışmayı hak ediyor mu emin değilim. Ancak bu gibi lafları edenlerin, sanatçıları apolitik olmaya davet ediyorlarmış gibi görünseler de aslında en az “muhalif”ler kadar siyaset yapıyor olduğunu artık anlamak lazım.

Buradaki temel sorunlardan biri, sanatçı ile entelektüellik arasındaki sınırın genişlemiş olması herhalde. Hele de (yanlış bir şekilde) toplumsal konularla ilgili olmadığı varsayılan pop müzik gibi ana akım alanlarda derinlikli bir düşünme, “sanat yapma”, aşk, neşe ve ayrılık dışında bir söz söylemeye çalışma pratikleri hoş görülmüyor. Bunun gibi çabalar sanatçıyı sorgusuz sualsiz “alternatif”in alanına sürüklüyor. Bir diğer sorun ise hayatımızın her anında etkili olan siyasetin, sanki başka bir uzamda, başkaları tarafından icra edilen ve arada bir, örneğin seçimlerle bizim dâhil olduğumuz bir meslek olarak görülmesi olsa gerek. Yönetme gücünü elinde tutmak isteyenler açısından hem sanatçının sorumluluktan ve sorgulamadan uzak kalması hem de siyasetin yalnız meclis koridorlarında, parti toplantılarında icra edilen bir iş olarak görülmesi tercih edilebilir bir şey.

“Sanatçı muhalif olmak zorunda mı?” gibi sığ bir sorunun yerine “Sanatçı özgür olmak zorunda mı?” sorusunu koymalıyız. Buna vereceğimiz yanıt, bizi anlamsız tartışmalar yerine gerçeklere götürecektir.

Sanatın koşulsuz önceliği özgürlük. Düşünme, üretme, yaratıcılığının sınırlarını keşfetme, o sınırlarda ortaya çıkan sanat eserini korkmadan, çekinmeden sunabilme özgürlüğü…

Konserlerin yasaklandığı, festivallerin “içki içiliyor” bahanesiyle engellendiği, kitleleri yönlendiren tarikatların siyasetçilerle işbirliği içinde sanatçıları hedef gösterdiği, kadın şarkıcıların kıyafetleri nedeniyle linç edilmesi gerektiği çağrılarının yapıldığı, arkadaşlar arasında yapılan bir şakanın hapis cezasıyla karşılık gördüğü bu hınç, nefret ve intikam ortamında sanatçının sanatsal özgürlüğüne, şarkısının sözüne, ve evet sahne kıyafetine sahip çıkması “muhaliflik” olarak görülebiliyor, ne tuhaf.

Oysa Sartre’ın da önerdiği gibi, “Özgürlük sorumluluğu da beraberinde getirir” ve adeta yangın yerine çevrilmiş bir sektörde sanatını yaparken özgür kalmaya çabalamak bu sorumluluğun ta kendisi. Baskı ortamlarında işini istediği gibi, istediği biçimde, dilediğini söyleyip dilediğini giyerek yapamayan meslektaşlarına karşı bir müzisyenin “Sanatçı muhalif olmak zorunda mı?” demesi ya olup bitene gözünü kapatıp hariçten gazel okumakla yahut “Baskıysa baskı, bunu kabul edeceksiniz” demekle aynı anlama gelmiyor mu?


Mahmut Çınar Kimdir?

Felsefe eğitimini son sınıfta bırakıp gazetecilik okudu. 2007-2016 yılları arasında İstanbul'da özel bir üniversitede Gazetecilik ve Yeni Medya bölümlerinde tam zamanlı öğretim elemanı olarak birçok alanda dersler verdi. 2009'dan başlayarak hem Türkiye'de hem de farklı uluslararası projelerde ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele çalışmalarında yoğun olarak görev aldı. Hazırladığı 'Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar' isimli kitap 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından; proje koordinatörü olduğu 'Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu' ise 2016'da P24 tarafından yayımlandı. 2016'da akademik kariyeri sona erdi. 2018’de, usta sanatçı Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşi ‘Bu Su Hiç Durmaz’ adıyla kitap olarak raflardaki yerini aldı. Uluslararası edebiyat ve sanat festivallerinde danışman ve editör olarak görevler üstlendi. 2017'de profesyonel müzik çalışmalarına başladı, ilk albümü 'Bul Beni' 2019'da Garaj Müzik etiketiyle yayınlandı. 2019'dan 2021 sonuna kadar Ezginin Günlüğü grubunun solistliğini üstlenen Çınar, müzik çalışmalarına solo olarak devam ediyor ve özellikle sanatsal ifade özgürlüğü üzerine çeşitli kültür-sanat projeleri yürütüyor.