YAZARLAR

Sandığa giren değil çıkan oy ile seçim kazanmak

Bir kez daha, seçim yasasında yapılacak düzenlemelerle kendisine avantaj sağlamaya çalışan iktidar modeli ile karşı karşıyayız. Bu yöntemi uygulayarak başarılı olan iktidar partisini de Türkiye siyasi tarihi bugüne kadar kaydetmemiştir.

Türkiye’nin tarihsel siyasi pratiği aslında şahane derslerle doludur. Doludur ama derslerden “ders” çıkaran siyasetçiler var mıdır, bu tartışmalı. Gerçekten ders çıkaran siyasetçiler, özellikle iktidar mensupları, kaybetme ihtimali beliren seçimi kazanabilmek için hemen siyasi partiler yasasına sarılmazlardı. Bir kez daha, seçim yasasında yapılacak düzenlemelerle kendisine avantaj sağlamaya çalışan iktidar modeli ile karşı karşıyayız.

Peki iktidarlar seçim yasası ile oynayarak avantaj elde etmeye niye ihtiyaç duyarlar? Bu sorunun yanıtı başlıkta mevcut. Seçmeni ikna edemedikleri için, yani oyun sandığa girene kadar olan kısmında başarısız oldukları için, oyun sandıktan çıktıktan sonraki kısmıyla ilgilenmeye, burada yapacakları düzenlemelerle rakiplerine üstünlük sağlamaya çalışırlar. Bu yöntemi uygulayarak başarılı olan iktidar partisini de Türkiye siyasi tarihi bugüne kadar kaydetmemiştir. 1946 çok partili hayatın ilk seçimi bir örnek olabilir ama bir sonraki seçimlerdeki hezimet ve bu seçimlere gölge düşüren “açık oy gizli tasnif” nedeniyle tarih bunu başarı olarak yazmaz. ANAP da 12 Eylül darbesi sonrası, karma karışık hale gelmiş sistemle sürekli deneme yanılma yöntemiyle oynayarak, sistemi içinden çıkılmaz hale getirdi. ANAP iktidar olup olamayacağını test edebilmek için referandum yöntemine bile başvurmaktan geri kalmadı. Sadece siyasi yasakların kalkıp kalkmamasını halka sormadı, yerel seçimin erken yapılıp yapılmamasını bile halka bu nedenle sordu. Yani sadece sürekli seçim yasası ile oynamadı, iktidarını sürdürmek için her yolu denedi. Seçim yasasında sürekli yaptığı değişlikler ANAP’ın iktidar ömrünü de politik ömrünü de uzatmaya yetmedi. Kurucu Genel Başkanı Turgut Özal’ı Cumhurbaşkanı yaptı ama Özal orada da mutlu olamadı, Cumhurbaşkanlığı makamını bırakıp parti kurarak siyasete dönüş çalışmaları yaparken vefat etti. Liberal ANAP’ın iktidar olduğu dönemde en çok sevdiği düzenleme 12 Eylül darbecilerinin icadı olan “yönetimde istikrar, temsilde adalet” diye sunulan yüzde 10 seçim barajıydı.

AKP iktidara geldikten sonra “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanun”da tam 190 değişiklik yapıldı. Sayının çok olması sizi şaşırtmasın muhtemelen büyük çoğunluğu teknik olarak yapılması gereken değişikliklerdi. 14 geçici maddesi bulunan yasa 66 maddeden oluşuyor. 2008 yılında 55 maddesi/hükmü değiştirilen yasanın 2010 referandumunda da 44 maddesi/hükmü değiştirildi. En son değişiklikler 2018 yılında yapıldı. AKP 2019 seçimleri öncesinde seçim bölgeleriyle bile oynadı. O ilde yaşayan her seçmenin büyükşehir belediye başkanı ve meclis seçimi için oy vermesi düzenlemesi de yapıldı AKP tarafından ama 2019 seçimlerinde elindeki iddialı olduğu 11 büyükşehri kaybetti. Yani sandıktan çıkan oy ile yapmak istediğini, aynen kendisinden önce deneyenler gibi AKP de başaramadı.

Peki bu örneklere karşın AKP seçim yasasını niye zorluyor? Aslında AKP kendisine avantaj sağlayacak düzenlemeyi yapabilirdi ama bunun için ittifak ortağı MHP’yi ikna edemedi. Çünkü AKP’ye yarayan düzenleme MHP’ye yaramıyor, MHP’ye yarayan düzenleme ise bu ikilinin kırmızı çizgisi HDP’ye de yarıyor. Ama seçim yasasında değişiklik yapacağız dedikleri için kamuoyunun önüne bir şey koymalıydılar. Sonuçta içinde muhtelif “cinlikler” de barındıran bu yasa teklifini getirdiler. Erken seçime kalkan olacağı umuduyla getirdikleri ve artık erken seçimin gündemden kalkacağına ilişkin tezleri de doğru değil. Her an erken seçim kararı alınıp uygulanabilir. 1 yıl içinde bir erken seçim yapılmasına karar verilmesi durumunda bu değişiklikler, teklif TBMM’de kabul edilse bile uygulanamaz. Yani örneğin baraj yüzde 7 değil 10 olarak uygulanır.

AKP ve MHP ittifakının en başarılı olduğu alan anayasa ve yasaları fiili duruma uygun hale getirme. Burada da bunun bir örneği ile karşı karşıyayız. Seçim süreçlerinde başbakanı kısıtlayan hükümlerden başbakan terimi çıkartılırken onun yerine aynı zamanda seçimlerin bir tarafı olan partinin genel başkanı cumhurbaşkanı eklenmiyor. Yani iktidar partisinin genel başkanı olan cumhurbaşkanı bütün seçim yasaklarından muaf. Eskiden bu yasaklara ne kadar uyuluyordu meselesi de tartışmalı aslında. Bir devlet işi icat ediliyor yani iş kılıfına uydurulup yine devlet olanakları ile parti çalışmaları yapılıyordu. Artık bir devlet işi uydurmaya bile gerek kalmayacak. Yani muhalefetin artık rakibi resmi olarak da devlet. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin yasal düzenleme, bu konuda kısıtlama getirmesine karşın bunu denetleyecek ve sınırlarını belirleyecek bir kontrol mekanizması yok. Parti başkanı olan Cumhurbaşkanı, seçim yasasında bir düzenleme yer almadığına göre “cumhurbaşkanlığı seçimi için değil genel seçim için çalışıyor” derse bunu kim araştıracak?

AKP ve MHP kendilerinin getirdiği ittifaklara olanak tanıyan düzenlemeden de geri adım atıyor. Uygulamada bir sorun ortaya çıktığı ya da daha demokratik bir seçim için değil doğal olarak, Millet İttifakı'nı sıkıştırmak için. Cumhur İttifakı'nın 2 partisinin firesiyle, Millet İttifakı'nın 6 partisinin firesinin aynı olmasını beklemek doğal olarak mümkün değil. Bütün partilerin kendi logolarıyla seçime girmeleri halinde tabi. O zaman ne olacak; partiler bir ya da 2 parti çatısı altında seçimlere girmek zorunda kalacaklar. Bu Cumhur İttifakı için basit mesele. Birbirine politik olarak çok yaklaşmış 2 parti Cumhur İttifakı ve karar verici olarak 2 kişi bulunuyor. Seçmeni de ayrıca uzun uzun ikna etmeye ihtiyaçları yok, birlikteler zaten. Oysa Millet İttifakı'nda sayıyı 2’ye indirmek bile hayli tartışmalı bir süreç istiyor. Daha önce AKP’ye oy veren muhafazakâr seçmen oy kullanma kabinine girdiği zaman kendi partisinin amblemini göremeyecek eski oy verdiği partinin amblemini görecek. Burada sağ ve muhafazakâr siyasetin tercihini belirleyen duygu hali devreye girecek ve oy tercihi belki de orada tekrar değişecek. Bu düzenleme üzerine çalışılırken bu kadar ince düşünülmediğini falan zannetmeyin. Bunlar sadece normal insanlar olarak bizim tespit edebildiklerimiz. Burada işlerin nasıl yürüdüğünü anlamanız için size küçük somut bir örnek vereyim. Seçim yasası için teklifi AKP adına açıklayan ve bu çalışmayı bizzat yürüten Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, parti içindeki MHP ile birlikteliğe en çok karşı çıkan isimdir.

Bir başka düzenleme TBMM’de grup kuran partinin otomatik olarak seçimlere katılma hakkı elde edememesi. Deneyimli bir Ankara gazeteciliği geçmişi olan birisi olarak söylüyorum, TBMM’de grup kuracak kadar milletvekiline sahip olan parti zaten yasanın gerektirdiği ülke geneli örgütlenmeyi de hemen yapar. Buradaki niyet TBMM’yi iyice denklemden çıkarmak, onu işlevsiz kılmak. Çünkü TBMM çatısı altında, parti disiplini açısından ve etik olarak çok tartışılsa da ve olumsuz değerlendirmelere konu olsa da özellikle seçim kararları alınırken yaşanan ve küskünler hareketi olarak adlandırılan girişimler belki de milletvekillerinin bireysel olarak, lider ya da parti oligarşilerine direndikleri, tek karşı çıktıkları organizasyondur. Önümüzdeki dönemde özellikle iktidar bloğunda bu tür girişim beklentileri hayli yüksektir. Elinden iktidarı alınmış bir Cumhur İttifakı'nın muhalefet yapma becerisi test edilecek yeni parlamentoda. Bunun sonuçlarını kestirmek hiç de zor değil. Kaybedilen belediyeler bunun ip uçlarını vermektedir.

Kıdemli yargıç yerine görevli yargıcı seçim kurulu başkanı seçme meselesi de, devlet aygıtıyla bütün olanakların sonuna kadar zorlanacağının en temel işareti. Bir de HDP meselesi var. Hakkındaki kapatma davası, kapatma kararı ile tam da seçim sürecinin ortasında sonuçlanırsa ne olacak? En kısa cevabı, iktidar bir anda 40/50 milletvekiline daha sahip olabilecek.


Sedat Bozkurt Kimdir?

Gazi Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu gazetecilik bölümü mezunu. Mesleğe Günaydın Gazetesi’nde başladı. 34 yıllık gazetecilik serüveninde Anka Haber Ajansı, Yeni Yüzyıl, TV 8, Yeni Bin Yıl, ATV, Birgün Gazetesi ve Fox Tv’de, muhabirlik, yazarlık, haber müdürlüğü ve temsilcilik görevlerinde bulundu. Bir dönem Bilkent Üniversitesi’nde genel gazetecilik, 7 yıl da Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde “medya ve toplumsal temsil ile yurttaş gazeteciliği” derslerini verdi. Mesleki alanda pek çok ödül aldı. Meslek örgütlerinde çeşitli yöneticilik görevleri üstlendi. ÇGD, TGS, PMD ve Gazeteciler Cemiyeti üyesidir. Yayınlanmış çok sayıda politik makalesi ile birkaç öyküsü bulunmaktadır. Deneyimli bir Ankara gazetecisidir.