YAZARLAR

Sapkınlık

Kimseyi yok etmeye, bastırmaya, tahakküm altına almaya yönelmeyen, tahakküm ilişkisi içinde mikro veya makro düzeyde sömürü mekanizması kurmaya çalışmayan LGBTİ varoluşlar sapkın değil. Ama onları ortadan kaldırmaya, yok etmeye, görünmez kılmaya çalışmak için aynı şeyi söyleyemeyiz.

Türk Dil Kurumu’na göre “sapkın” sözcüğünün anlamı “doğru yoldan ayrılmış”.

Peki “doğru yol” ne?

Kime, neye göre doğru yol?

İdeolojileri, inançları, toplulukları, cemaatleri birbirinden ayıran şey, işaret ettikleri yollardır. Dolayısıyla her ideolojinin, inancın, grubun, cemaatin yolu kendine göre doğru. O halde “doğru yol” göreli. Sana göre doğru olan başkasına göre yanlış, sapkın olabilir.

Peki herkes kendisinden olmayana sapkın dediğinde, doğruya kim karar verir? Egemen siyasa mı, egemen din mi, hukuki kaideler mi?

Siyasi iktidarlar veya iktidardaki ideolojiler değişince “doğru” da değişmiş olur. Demek ki siyasi anlamda mutlak doğru yok.

Mevcut cinsiyet rejimi ataerkil, heteroseksist olduğu için, “normal” olan heteroseksüellik. Ama hiçbir iktidar sonsuz değil. Buna ataerkillik, heteroseksizm ve heteronormativite de dâhil. Demek ki cinsiyet rejimi açısından mutlak doğru yok.

Dinler açısından da durum aynı.

Dinlerin aktarıcıları inançlarını “insanlık için” doğru yolun rehberi olarak görür veya sunar. Ama sayısız din, inanç olduğuna göre, dinsel açıdan da mutlak bir doğru yok. Sayısız “doğru” var.

Öte yandan kimi inançlar başkalarını kendi yoluna çağırır, kimileri ise bu yola zorla, baskıyla getirmeye çalışır.

“Doğru yola getirme” savaşlarının sonu devasa trajedilere dayandığı için “büyük insanlık” ortak yolu bulmak üzere “medeni” değerleri ve hukuku yaratmak zorunda kaldı. Korkunç dramlara eşlik eden büyük mücadelelerin meyvesi belki hiçbir zaman ortak yol olamadı ama en azından “yolunda” yürümediklerine saygı duymayı öğrenmeye başlayan toplumlar, topluluklar var. Bu “saygı” da hukuka bağlanarak güvence altına alınır.

Binbir kusuru olsa da demokrasi, şimdiye dek hem ortak yolun hem de farklı yollara saygının kurumsallaştırılması konusunda, mücadelelerle, bedellerle biriktirilmiş görece ideal değerler bütünü. Dinler veya inançlar arası çatışmaları, iktidar mücadelelerini, inanca dayalı baskı mekanizmalarını dizginlemek üzere geliştirilen laiklik formülü de hakeza.

O yüzden “tek doğru yol var, o da bizim yürüdüğümüz” diyenler açısından demokrasi ve laiklik kabul edilebilir bir rejim değil. Nitekim ilerlemeyi, aydınlanmayı reddedenler kendilerinden sonraki kuşakları da kinleriyle, nefretleriyle mayalamaktan geri durmadı, durmuyor.

Farklı inanç ve topluluklar, siyasal ideolojiler kendi aralarında iktidar mücadelesi yürütürken ataerkilliğin taşıyıcı kolonu olan heteroseksüelliğe “halel getirmeme” konusundaki sinsi işbirliğinden de geri durmuyor.

Tarih boyunca kin ve nefret mayasına katık edilen yaygın düşmanlık, egemen cinsiyet rejimine dâhil olmayanları hedef alan homofobidir, transfobidir.

Kimseyi yok etmeye, bastırmaya, tahakküm altına almaya yönelmeyen, tahakküm ilişkisi içinde mikro veya makro düzeyde sömürü mekanizması kurmaya çalışmayan LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender, intersex) varoluşlar sapkın değil. Ama onları ortadan kaldırmaya, yok etmeye, görünmez kılmaya çalışmak için aynı şeyi söyleyemeyiz.

Yakın zamanda IŞİD’in işgal ettiği bölgelerde “ele geçirdiği” eşcinselleri, sırf cinsel yönelimlerinden ötürü binaların tepesinden atıp katlettiğini gösteren videolar hâlâ bazı internet mecralarında dolaşıyor. Bazı ülkelerde eşcinselliğin yasal yaptırımı ölüm cezası.

Dünyanın dört bir yanında, hemen her gün homofobi, transfobi yüzünden onlarca insan katlediliyor. Dolayısıyla LGBTİ’lere yönelik barbarlık geçmiş, tarihte kalmış bir trajedi değil. Geçmişten bugüne devam eden ve yarına da taşınmak istenen bir vahşet geleneği.

“Medeni toplumlarda” “bile” hayatın her alanına nüfuz etmiş, sinsilikle işleyen bir homofobi olduğunu biliyoruz.

Fakat tüm bunlara rağmen, insanlık onurunun da kurtarıcısı mücadeleler ve direnç sonucunda artık bizatihi homofobik, transfobik baskı ve şiddet politikalarının “sapkınlık”, cinsiyet denen şeyin dayatılanın aksine çok daha karmaşık, renkli, farklı, keşfe açık bir alan olduğu beynelmilel bir kabul haline geliyor.

İnsanlık, onu tek bir cinsiyet rejimi hapsi içinde tutmak için çırpınan muhafazakârlığa teslim olmayı reddediyor.

İnsanlık onuru mücadelesi yürütenler sayesinde bazı toplumlar kendileri açısından “normal” olmayana saygı duymayı öğrenerek nefretten, şiddetten, dolayısıyla “sapkınlıktan” sıyrılmaya çalışıyor.

Bazı toplumlar ve devletler LGBTİ’lere yönelik zulmün, ayrımcı politikaların, uygulamaların, söylemlerin hesabını vermeye yöneliyor, yüzleşme çabaları sarf ediyor.

Çünkü insanlık, onur mücadeleleri sayesinde ilerliyor.

Çünkü insanlık, tarih boyunca kan akıtan, kendilerinden olmayanı mazlumlaştıran, katleden sapkınlıklardan sıyrılmak istiyor.

Misalen Almanya, 30 Haziran 2017 tarihinde eşcinsellere evlilik ve evlat edinme hakkı tanıyan yasayı oy çokluğuyla kabul ederek sapkınlıktan sıyrılmaya yönelen ülkelerden bir tanesi.

Oysa 1930’ların sonuna gelindiğinde Almanya’da “sapkın” bir ideolojinin yolcuları, kendileri dışındaki herkesi sapkın görüp gaz odalarında katletmeye kadar vardırmıştı işi. Nazi Almanya’sında yaşanan bu sapkınlık, yeryüzündeki tüm “sapkınlıkları” silip yok etme hedefi taşıyordu.

Naziler tarafından insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir vahşet laboratuvarı haline getirilen toplama kamplarında esas olarak Yahudiler, ama aynı zamanda “gereksiz” görülen yaşlılar, sakatlar, çocuklar ile “sapkın” olarak görülen eşcinseller de sistematik olarak katledildi.

Geçtiğimiz hafta, 27 Ocak, Nazilerin bir milyonu aşkın insanı katlettiği Auschwitz toplama kampının Sovyet Kızıl Ordusu tarafından özgürleştirilişinin 76. yıldönümüydü.

Almanya bile Nazilerin yarattığı devasa enkazdan sonra anti-semitizmle yüzleşmeye yönelirken, eşcinsel evliliğe ancak 2017 yılında izin verdi. Medeniyetin ilerlemesine direnen veya mevcut kazanımları bile yok etmeye yönelen gerici ideolojilerin, aile-toplum-devlet işbirliğinde sürdürülen heteroseksizmin mutlak hâkim olduğu ülkelerde, sırf hemcinslerinden hoşlandıkları veya sırf kendisine dayatılan cinsiyet kimliğine sığmadıkları için milyonlarca insana hayat zindan ediliyor, devasa bir zulüm çarkı işletiliyor.

Dahası bu işbirliğine dayalı siyasi partiler, cemaatler, gruplar, LGBTİ düşmanlığı üzerinden iktidarlaşmaya veya iktidarlarını korumaya yöneliyorlar. Çünkü biliyorlar ki, aile-toplum-devlet denen heteroseksist ittifakta homofobinin, transfobinin müşterisi hâlâ bol.

Ama eskisi kadar değil!

Yalnızca heteroseksüelliği “normal” gören, onun dışındaki tüm cinsel yönelimleri “sapkınlık” olarak kodlayan gerici erkek egemen zihniyet dünyayı hâkimiyeti altında tutmaya, kendisi açısından “farklı” kimlikleri bastırmaya devam ediyor olabilir.

Ama bu gerici iktidar dünya çapında sarsılıyor.

Çünkü insanlık ilerliyor.

Bunu Türkiye’deki tekçi, gerici grup ve partiler de, işbirlikçi aile ve toplum da, iktidar ve onun suyuna giderek iktidarlaşabileceğini zanneden “muhalefet” de görüyor.

LGBTİ’lere yönelik nefret söylemi ve baskılardaki artış sadece gündelik politik hamlelerden değil, heteroseksizmin buz üstündeki titrekliğinden ve bunun farkındalığından da kaynaklanıyor.

 


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.