Şarkılar hayvanların yanında
Barış içinde bir arada yaşamak sadece insanların birlikte yaşaması anlamına gelmiyor. Hayvanlar da buna dahil. Hayvan dediklerimiz, mahallenin parçası. Sokaklarda dolaşırlar, seversiniz, beslersiniz, oynarsınız. Mahallenin delisinden daha tehlikeli olmadıkları aşikar; deliler zaten tehlikeli değil. Onlara kızmıyorsak, yemeğimize ve hayatımıza ortak olan, güzelleştiren, renklendiren kuşları, kedileri nasıl öldürmüyorsak köpekleri de öldürmememiz gerekiyor. Bu kadar basit.
Erkin Koray’ın 1986 yılında yayımlanan 'Gaddar' albümündeki şarkılardan biri, Topik adlı bir köpeği anlatır -ki şarkının adı da 'Topik' zaten. Girişindeki sunuşa bakacak olursak, şarkı, "çocuklarımıza hayvan sevgisini aşılama kampanyasına bir küçük katkı" olması amacıyla yapılmış. Topik, "kıvırcık beyaz tüylü kaniş cinsi küçük bir köpekçik" ve Erkin Koray’ın sunuşundan öğrendiğimiz kadarıyla "şu anda gerçek hayatta yaşıyor". Bugünü görmemiştir ama o dönem birilerini mutlu ettiği ya da tersinden bakarsak birileriyle mutlu olduğu muhakkak. Köpekler öyledir çünkü: Varlıkları mutluluk verir ve mutlu olanlar onları mutlu eder. Karşılıklı bir güzellik.
Şarkı, şöyle başlıyor: "Topik küçük bir ‘hav hav’dır kendi halinde / İçinde kötülük yok, her şey dilinde…" İlerleyen dakikalarda şu sözlerle karşılaşıyoruz: "En kral arkadaştır kendi çapında / Minik bir aslan gibi durur kapında / Üzüm gibi gözleri işte karşında…" Bir de eğlenceli nakaratı var: "Ellerimi yalama / Yüzümü de yalama / Gel aramıza / Gel cici Topik…" Mecidiyeköy İlkokulu öğrencileri, sanatçıya şarkı boyunca eşlik ediyor. Memlekette yapılmış enteresan şarkılardan biri bu ve Erkin Koray diskografisinin tamamen dışında, bambaşka. Koray, o güne kadar yaptıklarının dışına çıkmakta bir sakınca görmemiş, çocuklar için elinden geleni ardına koymamış.
Köpekler, farklı zamanlarda farklı algılarla şarkılara girdi. Bunların çoğu negatif. Pink Floyd’un 'Dogs'undan Duman’ın 'Köpekler'ine uzanan bir külliyattan söz ediyoruz. İkincisini, geçtiğimiz günlerde yeniden hatırladık çünkü "oteli kökünden yakmalılar" dizesi, 2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas Katliamı'na gönderme. O gün yapılan anmalarda dillerdeki şarkılardan biri buydu. Katliamın 20. yılında, dava düşürülmüşken dinleyici karşısına çıkan 'Darmaduman' başlıklı albümde yer alan bu şarkı, bugün köpekleri öldürmek isteyenlerin savunduğu şeylere karşı yazılmış: "Adamı başından vurmalılar ki / Senin için ölsün yarınlar / Silahı elinden almalılar ki / Faili meçhuldur desinler / Oteli kökünden yakmalılar ki / Senin için ölsün yarınlar / Kitabın içinde kalmalılar ki / Faili meçhuldur desinler…" Şarkının adı 'Köpekler'. Köpek, yukarıda da söyledim, negatif anlamıyla kullanılmış. Güncel TDK sözlüğüne bakarsak, "aşağılık niyetlerle yaltaklanan veya davranışları kötü olan kimse için kullanılan bir sövgü sözü" bu. Şüphesiz bu söz, köpeğin ilk anlamını değiştirmiyor. TDK, "çok iyi koku alan, sadık, bekçilik ve avcılık gibi işler için beslenen memeli hayvan" anlamını yakıştırmış.
Sözlüğe girmişken, bu ara bu meseleyle yeniden dolaşıma çıkan bir sözcüğün daha anlamına bakalım: Ötanazi. TDK, küçücük ama net bir cümleyle açıklamış: "Ölme hakkı". Kişinin kendine yakıştırdığı bir hak bu. Başkası tarafından uygulandığında adına cinayet diyoruz. Ölme hakkı, öldürme hakkını içermiyor. Öyle bir hak yok zaten. Herhangi bir canlıyı öldürdüğünüzde, bunun adı cinayet oluyor. Dolayısıyla, köpekleri öldürmek cinayetle eşdeğer ve bu, ceza kanunumuza göre büyük suç.
Sokak hayvanları her dem yanı başımızda. Üstelik bunlara karşı olan insanların sayısı sınırlı. Ekseriyetle seviliyorlar. Doğrudur, köpekler zaman zaman (bilhassa çeteler halinde gezdiklerinde) tehlikeli olabiliyor ama bu tehlikeyi yaratan bizzat insan. Ortada bir güvenlik sorunu varsa, bunu ortadan kaldıracak olan da insan. Saldırıların çoğu şehrin varoşlarında, karanlık yerlerde oluyor. Uzak sokakları aydınlatmak çok zor değil. Dahası, aynı sokaklarda insanların da saldırısına uğrayabiliyorsunuz. Üstelik bu saldırıya maruz kalanların bir kısmı hayvanlar. Aynı sokaklarda köpekler tarafından yaralanma ihtimalimiz insanlar tarafından yaralanma ihtimalimizin çok çok altında. Bunun aksini iddia edebilecek biri çıkmaz muhtemelen, çıkamaz.
Hayvanlar, kendilerine karşı bir tehdit görmediklerinde saldırmazlar. Böylesi bir durumda da yaptıkları ilk iş uzaklaşmak olur. Saldırıyorsa saldırıya maruz kaldığındandır. Sebepsiz yere can yakmazlar. Köpekler de öyle. İnsan, onları daha çok korkutur. Üstelik sevgiye misliyle karşılık verirler. Sevgiyle yaklaştığınız köpek sizi ısırmaz. Bu sahiden böyle. Bütün negatif anlamlarına rağmen köpekler seviliyorsa, bundan. Ona bu anlamı yükleyen, aşağılık insanlara "köpek" diyen de insan neticede. Muhtemelen köpekleri sevmeyen bir insanın yakıştırması almış başını yürümüş, bugüne gelmiş.
BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA YAŞAMAK
Oysa yan yana yaşayabiliriz. Yaşıyoruz da. Barış içinde bir arada yaşamak sadece insanların birlikte yaşaması anlamına gelmiyor. Hayvanlar da buna dahil. Hayvan dediklerimiz, mahallenin parçası. Sokaklarda dolaşırlar, seversiniz, beslersiniz, oynarsınız. Mahallenin delisinden daha tehlikeli olmadıkları aşikar; deliler zaten tehlikeli değil. Onlara kızmıyorsak, yemeğimize ve hayatımıza ortak olan, güzelleştiren, renklendiren kuşları, kedileri nasıl öldürmüyorsak köpekleri de öldürmememiz gerekiyor. Bu kadar basit. Köpekleri öldürmek isteyenler, insanları da öldürme kapasitesine sahip olanlar. En basitinden cinayete yatkın kesim bu -ki gözlerini kırpmadan insan öldürebileceklerini biliyoruz, görüyoruz. Tarih, bunların yaptığı katliamlarla dolu. Köpeklerin toplu itlafı da bir katliam ve tarihe böyle geçmek büyük utanç. Biz utanıyoruz, başkalarının adına utanıyoruz, ayrı.
Ormana, yeşile, güzele düşman olanların köpeklere düşman olması şaşırtıcı değil. Ağacı kesenler, köpeği gözünü kırpmadan öldürebiliyor. Üstelik kendini haklı çıkartmak, durumu yumuşatmak için bunun adına "uyutma" diyor. Hayır, köpekler sanıldığı gibi sonradan uyandırılmak üzere uyutulmuyor, uyutulmayacak, öldürülecek. Bakın, yine cinayete geldik. Bu büyük bir cinayet ve çıkarılması öngörülen yasa uygulamaya konulursa ortalık kan gölüne dönecek. Hoş, "bayram" adı altında hayvanları öldürenlerin, ortalığı üç gün kan gölü çevirenlerin bunu takmayacağı da muhakkak. Tam da bu yüzden utanmayacaklar zaten; iyi bir şey yaptıklarını düşünecekler.
KÖPEKLER ÖLMEK İSTEMİYOR
Kavramlar da birbirine girmiş durumda. AKP İstanbul Milletvekili Abdullah Güler, yaptığı açıklamada ötanaziyi savunuyor. Doğrudur, kişinin ölüme gitme hakkı vardır ve savunulmalıdır ama kendi isteğiyle ölüme gitmiyorsa, bu, savunulacak bir şey değil. Köpekler ölmek istemiyor. Dolayısıyla ötanazi onlar için geçerli değil. Kuduz tehlikesinden söz ediyor. Doğrudur, öyle bir tehlike var ama bu, karantinayla çözülür. Gerçi Covid-19 sürecinde gördük, memlekette karantinayı beceremiyoruz. "Madem beceremiyoruz, öldürelim ve kurtulalım" bakışı vahşice.
Güler’in kurduğu cümledeki şu ifadeler ayrıca tüyler ürpertici: "Ötanazi yoluyla hayatlarına son verme noktasında bir imkan veriyoruz." Nasıl bir imkan bu? Kime veriliyor? Köpek gelecek ve "beni öldür" mü diyecek? Bunu bir insan dese ona bu hakkı tanımayanlar, köpeğin öldürülmesini "imkan" olarak değerlendiriyor. "Öldürme imkanı", düşüncesi bile tüyler ürpertici.
Dahası, yetkinin tamamı belediyelere verilmiş ve kanun çıktığı taktirde insanca yaklaşan, köpekleri (uyutmaya değil) öldürmeye yanaşmayan belediyelere yaptırım uygulanacağı açıkça söyleniyor. Yaptırımın ucu kayyum atamaya kadar gider; bu ihtimali düşünmek bile istemiyorum.
Yazıya iki şarkıyı anarak başladım, yeniden şarkılara döneyim. Çocukluğumda okullarda öğretilen pek çok şarkı vardı ve bunların bir kısmı hayvan sevgisiyle ilgiliydi. Köpekler, hepsinde dost, hepsinde "insanın sadık arkadaşı" olarak tarif edilirdi. Çizgi filmlerde ve dizilerde de böyleydi bu. Film bahsine girersek, bu dostluğu anlatan onlarca şahane sahneyi art arda sıralayabilirim ama gerek yok. Şarkılar, iyilikleri taşıyor, çoğaltıyor. Üstelik köpekler burada da yalnız değil. Elbette kediler en önde, onlar için çok şarkı yapılmış. Her yerde rastlayacağınız diğer hayvanlar da eksik kalmamış: Atlar, eşekler, tavuklar, ördekler, martılar ve hatta fareler, farklı zamanlarda farklı şarkılar aracılığıyla kulağımızı şenlendirmiş. Üstelik hiçbirinde nefrete dair en ufak bir emare yok. Barış Manço’nun şahane şarkısı 'Arkadaşım Eşşek', benim de içinde bulunduğum pek çok kuşağı büyüttü. Bu şarkıyı dinleyenlerin, sevenlerin bir hayvanın öldürülmesini savunması mümkün mü? Dinlemeyenler elbette köpeklerin öldürülmesini ister.
Hayvan sevgisinden söz eden şarkı çok. Melek Mosso, 'Kedi'de, sevgilisinden ayrılış gerekçelerinden birini şöyle ifade ediyor: "Kediyi üzdün". Hardal şarkısı 'Uyandı', mışıl mışıl uyuyan kediyi uyandıran, rahatsız eden bir insana karşı yazılmış. Fethi Taner, Toplama Adamlar eşliğinde kaydettiği 'Kedicim'de eski bir çocuk şarkısına içine sevgiyi kattığı yeni bir yorum getiriyor. Taner, 'Düş Faresi'nde de fareden korkanların hikayesini anlatıyor. Hikayenin başrollerinden birinde uyuyan bir kedi var üstelik. 'Vak the Rock'ta anlatılan ördekler, en romantik şarkılara sızan martılar, Nükhet Duru’nun da söylediği bir Vedat Sakman şarkısında karşımıza çıkan 'Tay' ya da (bütün esaretlerine rağmen) özgürlüğü simgeleyen atlar ve daha nicesi, şarkılara girebilmiş. Zürafadan kuzguna, akbabadan aslana onların yanına yerleşen vahşi hayvanlar bile görünüyor şarkılarda. Hepsi, şahane kahramanlar. Sadece şarkıların değil, hayatın da şahaneleri.
Bir önceki paragrafın başına döneyim: Kediyi üzenle olmuyor. Hayvanları üzenle hiç olmuyor. Sadece sevgililik değil, arkadaşlık da olmuyor. Mümkün değil. Hele hele nefretle yaklaşanlarla yolum mümkünse hiç kesişmesin. Nefret, çağımızın büyük hastalığı ve kendinden olmayanı yaşatmak istemeyenler, içi "diğerlerine" karşı nefretle dolu olanlar hayatımızı ve başka canlıların hayatını tehdit ediyor.